- 706 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CAMİLER HAFTASI VE HAC MEVSİMİ
Ülkemizde her yıl Ekim aynın ilk haftası “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanmaktadır. Bu vesileyle biz de tüm Din Görevlisi dostlarımızın bu özel haftalarını yürekten kutlayıp, vazifelerinde üstün muvaffakiyetler dileyelim. Yeryüzünün ilk mescidi Mescid-i Haramdır. Mescid-i Aksa ve Mescid-i Nebevi de önemli mescitlerdendir. Peygamberimiz kendi zamanındaki mescit inşaatlarında fiili olarak bizzat çalıştığını görüyoruz. Bu keyfiyet, tüm Müslümanlar için bir örnektir. Pek çok hadiste de teşvik vardır. Ecdadımız cami ve hayır kurumu yapımlarına, özellikle de kutsal topraklardaki yapım ve onarım işlerine özel bir önem atfetmiştir. Bu hafta aynı zamanda Hacc mevsimine rastladığı için, bu günkü sohbetimizde ecdadımızın Peygamberimize ve kutsal mekanlara duyduğu muhabbet ile Hicazdaki imar faaliyetlerine değinelim.
Ecdadımız Mekke ve Medine’ye hizmet etmeyi dini bir vecibe gibi addetmiştir. Bu konuda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Hacıların rahatça Hac ibadetlerini ifa etmeleri için, su yollarını sürekli kontrol edip bakımını yapmış, yol emniyetini temin etmiş ve Haremeyn çevresindeki mekânları da ihtiyaca göre genişletip onarımını yapmıştır. Osmanlı bölgeye sahip olduğu dönem içerisinde, ne Peygamberimiz’in Ravza-i Mutahhara kubbesinden, ne de Kâbe-i Muazzama’dan daha yüksek bina yapımına müsaade etmemiştir. İmar esnasında Rasülüllah’ı rahatsız etmemek için çekiç, keser vb adet ve edavatın ökçelerine keçe sardırılması, Hicaz Demiryolu’nun son durağının 1 km şehrin dışında bırakılması da hakeza bu keyfiyeti güçlendirici tutum ve davranışlardan sadece bir kaçıdır. Diğer yerlerdeki idarecilerine vali derken, kutsal yerlerdeki idarecilerini “Müdâfi ve muhafız” diye nitelemesi de bir başka hassas ayrıntıya işaret eder gibidir. Osmanlı’da Allah(cc) ve Rasülüllah (sav) sözkonusu olduğu yerde akan sular dururdu. Kutsal olan her şeye hürmet sonsuzdu. Ecdadımızın şu hassasiyetine de Hilmi Aydın zaviyasinden dikkat çekmek isterim: “Osmanlı döneminde Hücre-i Saâdet yılda üç kere yıkanırdı. Bu temizlik sırasında Hücre-i Saadet’in “Bâb-ı Şâmi” isimli kapısı açılır, vazifeli ağalar üç bölüğe ayrılır. Bir bölüğü bıçak şeklinde demirlerle kazırlar, bir bölüğü hurma dalından süpürgeler ve su ile yıkarlar, bir bölüğü de büyük süngerler ile silerlerdi. Her bölük birbiri ardınca bu işleri sırayla yaparken, bir ağızdan ve yüksek sesle “Lâ ilâhe illallah, Muhammedü’r-Rasülüllah” diye zikrederlerdi. Dışarıda bulunan ziyaretçiler de bu sırada selatü selam ile meşgul olurlardı. Bu manzara mescidin içinde öyle bir hal meydana getirirdi ki, herkesin vücuduna titreme gelir, gözyaşları ise sel gibi akardı. Hz. Peygamber Aleyhisselam’ın kabr-i şeriflerinden hâsıl olan suyu, dışarıda bekleşen âşıklar şerbet gibi içerler bu su ayrıca, ağalar tarafından hatırlı kimselere hediye edilirdi.”
Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan, şehrin su ihtiyacını karşılamak üzere Arafat dağındaki Ayn-ı Zübeyde suyunu Mekke’ye getirtmişti. Hudeybiye su kuyularında da hâlâ Osmanlı izleri mevcuttur. Diğer yandan Kâbe’nin etrafını çepeçevre kuşatan kubbeli yapı, II. Selim devrinde yapılmış ve planlarını da Mimar Sinan çizmiştir. Osmanlı revakları, kubbe ve sütunları o asliyeti ve heybetiyle, şimdi Suudlar’ın yaptıkları gibi Beytullah’a tepeden bakan değil, derin bir tevazu içinde sanki Kâbe’yi ve tavaf eden yeryüzü müslümanlarını saygıyla selamlar gibi.
Osmanlı hizmette ta Cebel-i Nur dağının zirvesine kadar ulaşmıştır. Öyleki, Hira mağarası’nın hemen yukarısındaki su sarnıcı kalıntılarında Osmanlı izlerini görmek mümkün. Sevgili Peygamberimiz’in hatırasına, Seyyid ve Şeriflerden hiç bir sevgi ve hürmet esirgenmemiş, hatta bunlar vergiden de muaf tutulmuşlardır. Osmanlı evlerinde, duvarlarda Padişah tuğraları (ve fotoğrafları) değil, Şemâil-i Şerifeler asılı idi. Şemâil-i Şerifeler, Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (a.s.) i anlatan, tarif eden san’at karâne yapılmış levhalardı.
Her yıl Sürre alaylarıyla oralara götürdüğü gıda çuvallarını Osmanlının yiğit evlatları sırtlanırlar ve mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev dolaşarak ihtiyaç sahiplerine kemal-i hürmetle dağıtırlardı. Kesinlikle yerli halka yük taşıttırılmazdı. Olaki içlerinden birisi Rasülüllah’ın soyundan olur düşüncesiyle. Bu olay, ecdadımızın Sevgili Peygamberimize olan derin hürmet ve muhabbetinin ve kutsal topraklara olan sevgi ve saygısının en güzel tezahürüydü. Gerçektende sözde değil, özde Harimü’l Haremeyndi asil ecdadımız.
Onların bu hasletleri, torunları olan bizlere de yansıması gerekmez mi? Akifçe söylemek gerekirse: “Yoksa biz o muazzam ecdadın ahfâdı değil miyiz?” Öyleyse o misyonu devam ettirmek için kol kola girip camilerimizin ihtiyaçlarına eğilmeli ve din görevlilerimize olan sevgi ve muhabbeti pekiştirmeliyiz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.