- 2227 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
YAĞMUR VURURKEN CAMA!
Bugün her zaman onun için yazmasam bile hep hatırladığım an hüzne tutulduğum Eylül’ lü hissettim derinden. Oysa; son günlerine yaklaşmıştım nerdeyse ben ilk gününde başlardım doğayla birlikte onu yaşamaya… Ey! Eylül ya ben de yaşlanıyordum yeni yaşımla ya da o kadar içime gömülmüştüm ki unuttum seni…Belki de hiçbir seçenek yok…Ya gerçek yaşam öylemi hayatta hep seçenek vardır mutlaka bir tercih yapmak zorundasındır, hissettirilir bize…Şimdi anlıyorum da hiçbir şey bile derken aslında çok şeyleri kapsadığını…Onun bizim ötemizde ki şeyleri ulaşamayacağımız, elde etmekte zorlanacağımız gözümüzü kapattığımız, özümüzde gizlediğimiz, hangi duygular yada bilinmezlikler ki beni içine çekti bilemedim….Evet kısıtlamadığım kocaman kucak açtığım ruhuma iliklerime işlemesine izin verdiğim sevginin gücü müydü beni kıskıvrak yakalayan…
Sonbahar ama ilkbahar kadar muhteşem olan benim için içimde kendimi bildim bileli yoğrulduğum, büyüdüğüm yapraklarıyla savrulduğum ılık meltemiyle ruhumu okşadığı, masmavi bazen çılgına dönen sahili deli divane eden denizle birlikte çırpınan yüreğim…Edası havası bir anına uymayan bazen nazlı nazlı sallanan bazen de uçurtma olup en yüksek arşa hatta saman yolunu fethetmek isteyen, durulup durulup yağan yağmurlarla toprağa mistik bir havaya büründüren gönlümün Eylül’ lü …Güneş olup içimi ısıtır bir bakmışım sabahının ayazında içimi titretir,bir bakmışım ki küsmüş çocuklar gibi kapkara bulutları üstüme salar…İşte o an yandığımın anıdır… Bende islenirim, kederlenir, sıkıntılar içinde boğulurum… O’ na eşlik eder ruhum …Şiirler döşemek isterim ayaklarına, taç yapmak isterim, safran sarısı saçlarına..Kalemim, bembeyaz sayfamsa sana açık ne kadar kahırlansam da asla kapanmayan kapımla karşılarım seni…Dudaklarım sımsıkı yumuk olsa da bir başka tat olursun sen damağımda…Özlerim özlemeyi sevdiğimden midir bilmem ama o hasretle o sevgiyle coşmak, pınarların içinden okyanuslarla kavuşmak ister gönlüm…Nedense tutsakım sana içinde bin bir özgürlüğü tattığım salına salına gezdiğim her şeyimle dupduru bir tutsaklık bu…..
Pekmez ocağının kızıl alevi insanların yüzünü yalarken anamın sessizlik çığlıklarıyla babamsız yaşama gözüme açtığım, yaşamaz dedikleri minicik bembeyaz , içi sıcak su şişeleriyle ısıtılan yatağım da yaşam mücadelesini Eylül’ de başlamam mı beni bu kadar derinden bağlayan…Başlangıçtır Eylül tıpkı bir tarihi yeniden yazmak kadar etkileyen beni..Her sene geldiğin de er yada geç silkelenir, sanki önümde kocaman uzanan vadi içindeki zambakların arasın da soluklanır, önüme çıkan yokuşları , ayağıma dolanan çalılara aldırmadan kanasa da yanıma güç katar, sürülen tarla gibi ömrümü tazeler …Bazen açlıktan nefesi kokan bir çocuk yada oruçlu insan gibi dudaklarım da susuzluğun tadı ruhum da arınmışlığın saflığı ile bile dayanamadığım, içimde son vakitlerini iple çeken bir fani gibi iç çekişlerimle beni, yerden yere vursa da vazgeçemediğim esaretle besler beni…
Dökerim, ansızın esen deli rüzgarından sonra bardaktan boşanırcasına kimi zaman sepil sepil kimi zaman çılgın iri taneli dolu yağmurlar gibi içimdeki birikmişlerimi… Pelte pelte dökülür içimde kurumuş kanlar…Yeni doğum yapmış anne kadar rahatlar,ay doğmuş yüzünden, yüzüme yayılan ışığın altın da düşüncelerim arınır, tohumlar atarım yüreğimin derinliklerine, bebek masumluğunda…Yumuk elleriyle sımsıkı yakalayan,bırakmayan bebek kadar sarılırım kendime…
Ne zaman gökkupbe islenir kapkara bulutların arasına gizlenir o zaman ayaklarıma silkelenir çürümüş yangın gibi alevler…İçin için sızlar ben buradayım dercesine bırakmaz beni yalnızlığımla…bilirim ki çaresi olmayan benimle yaşlanacak hatta son demlerini demlenecek yol yol bacaklarıma izlerini yazacak, artacak, çoğalacak ayak tabanlarıma kadar yayılacak pembe içi kanlı çizikler...Ne sirkeli su ne soğuk su fayda vermez yüreğimle sancıdadır oda…Pekmez ocağının pembeden koyu kızıla dönen alevi içimde yanıyor sanki…
Hiç düşünmedim anıların zaman içinde akrebe ve yelkovana yenilebileceğini…Her daim aynı sıcaklıkla aynı heyecanla sürer sandım, yerine bıraktı dalgın hüzün dolu Eylül’ lüme yakışan edası ile bütünleşen bir buruk tat dudaklarıma…
Olsun yaşamda her şey biz insanlar için, mühim olan her haliyle ömrümüze katabilmek, besleyebilmek öğrenerek hiç durmadan yoğrulmak olgunlaşmak, kısıtlamadan yüreğimizle düşüncelerimize özgürlük katıp, katıksız sevgi verebilmek değil mi ki…
Elveda Eylül!.. Oldum olası sevemedim vedaları…Hiç gitmemiş gibi aklımın yüreğimin köşesine yerleştiririm seni avunurum teselli olur bir daha ki arınmışlıklarıma kadar hissederim duygularımın barınağında… Gizli düşlerime konuk eder kimse hatta sen bile anlamazsın bende ki değerini…O kadar özgürsün ki!... Sadece kıyılara mahkum, denizlerde yaşamak zorunda olan, canlılar gibi bir yerde değil istediğin her mekanda istediğin her yerde sınırsız sonsuz özgürlüksün sen… ömrüm varsa eğer bir daha ki senede kavuşmak umuduyla taçlanmış safran sarısıyla süslenmiş penceremin önünde bekleyeceğim seni…Belki yine gelirsin!!!..Tıpkı eski bir şarkı gibi!!!!...
Kimbilir!!!...
YAĞMUR VURURKEN CAMA
30/09/2010