- 1200 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Babamı affedemem...
Bir akşamüstü deniz kenarında gün batımı sefası ile rakısını yudumlarken rastladım. Yanakları ıslaktı, çok uzakları izlemek istiyordu, kendisiyle kavga etmeye çalışırken gözleri nemliydi.
Tanıştık ve sordum;
--Hayırdır gözler niye ıslak?
Derin bir iç çekti ve başladı anlatmaya;
-Küçücüktüm, kasabamızın dışında bir iki yere gitmişliğim vardı. Kapılardan uzak olasıca hastalık annemin kolundaydı zorla aldı götürdü, yapayalnız kaldım. Geçen bir kaç ayın ardından babam başka bir kadınla evlendi. Zaten annemin yokluğu beni kavurmuştu. Bir iki ay sonra babam artık beni istemiyordu. Yeni karısıda istemiyordu. Korkuyu biliyordum ama yalnızlığı bilmiyordum. Bir gün düpedüz evden atıldım.
Babam;
-Artık seni istemiyorum gelme bu eve, dedikten sonra yediğim tokatın acısıyla sokağa fırladım. Aksam olmuş giremiyordum eve dayımlara teyzemlere istemeye istemeye gidiyordum. İki üç ay sokakları arşınladım evin etrafında dolanıp durdum. Banyo bile yapamıyordum. Acı bir durumdu ve direnmeye çalışıyordum ama olmuyordu.
Bir gün aksam karanlığında çarşıda İstanbul plakalı bir kamyona raslatım.
Şoförü son kontrollerini yapıyordu, yola çıkması yakındı dedimki;
-Amca beni istanbula götürürmüsün ama hiç param yok ailemin yanına gitmek istiyorum, diyerek yalan söyledim.
İkna olunca hemen atladım kamyona ve İstanbula doğru yola çıktık. Her molada kamyoncunun ısmarladığı yemekten yiyebildim. Zaten olmayan param, hiç olmamıştı.
İstanbul’da sebze halinde varınca yalnızlığı iliklerimde hissettim. Aksam olduğunda hamalların yaktığı ateşin kenarında ısınmaya çalıştım.
Hayatta en zor gecem o geceydi.
Hamallara anlattım derdimi dinlediler. Biri sandıkların arasında bir yer gösterdi yırtık bir battaniyenin altında sabahın olmasını dua ederek geçirdim.
Bir hamalın çırağı olmuştum. İki yıl sebze halinin dışına bile çıkmadan mücadele ettim. İstanbul’daydım ama İstanbul benim için sebze halinden ibaretti.
Hızla geçen zaman bulunduğum yaşama beni alıştırmıştı. Bir gün sebze halinden ayrıldım. İnşaatlarda sıvacılık yapmaya başladım. Askerlik zamanı gelince şubeden sülüsümü bir arkadaşıma aldırdım. Çünkü bir arkadaşım sayesinde babamın beni aramaya başladığını biliyordum. Babam yeni evlendiği karısından ayrılınca hatasını anlamıştı. Sonradan öğrenmiştim babamın üç gün askerlik şubesinin önünde nöbet tuttuğunu ve beni arıyordu.
Ama gitmeyecektim babama ve görüşmeyecektim. Beynimi kin kaplamıştı acıyı babama tattırmalıydım.
Askerlik bitince tekrar iş yaşamına başladım. Bir süre sonra da evlendim. İnşaatlar da sıvacılık işinde iyi bir ekip oluşturmuştum. İyide kazanıyordum. Evlendim çoluk çocuğum olmuş düzene girmiştim.
Aksatarakta olsa primleri ödeyerek emekli oldum.
Bugün aniden karar verdim ve kasabamıza sırf babamı görmeye gittim. Çarşıdaki ulu çınarın altında yaşlıların toplanıp sohbet ettikleri yere gittim. Uzaktan babamı gördüm. İşte o hep sevmek istediğim kahrolasıca adam oradaydı. Kalabalığa selam verdim. Babam dahil herkes selamımı almıştı. Bir tabure çekip oturdum. Çayımı söyledim. Sohbetleri izlemeye koyuldum. Kimse beni tanımamıştı. Zaten isteselerde tanıyamazlardı.
Biraz tebdili kıyafet, birazda zaman benden çok şeyi alıp götürmüştü. Bilmeleri tanımaları mümkün değildi.
Kalabalık dağıldığında babamla ben kalmıştım. Babamı gözucuyla inceledim, artık iyice çökmüştü ve çok düşünceliydi.
Bir ara bana;
-Yabancısın hayırdır buralarda ne işin var? diye sordu.
Dedimki;
-Bir oğlum var yıllardır kayıp onu arıyorum, dedim.
Bir kaç saniyenin ardından babamın gözpınarları çağlayanlar gibi aktı. Yutkundum boğazımdaki düğümü zordu gidermek ama zor da olsa gideberebildim.
Babama kinim nefretim vardı intikamımı almalıydım. Anlattı hikayesini ama zaten bu hikayeyi biliyordum, babam kendi benliği ile yazmıştı, bende hiç istemeyerek rolümü oynamıştım.
Bilsemde hikayeyi sonuna kadar dinledim. Dinlerken de sessizce kinimi kustum.
Ayağa kalktım gitme zamanımın geldiğini söyleyerek kinim olsada o babamın elleriydi, babamın ellerini öperek vedalaşıp ayrıldım.
Rakısını bir yudum daha alırken;
--İşte gözlerimde ki ıslaklığın nedeni budur, dedi.
Ve ekledi;
--Öğle saatlerinde geldim buraya başladım içmeye ve yıkılıncaya kadar da içeceğim. Babamı da hiç bir zaman affetmeyeceğim.
Bu ıslak gözlü adama ne diyebilirdim? Burkuldu içim düğümlendi boğazım ama hiç bir şey de diyemedim.
Vedalaşıp ayrılırken görünmüyordu batmıştı güneş ve...
--güneşin batmışlığında kızıllık,
--rakısını içen adamda yalnızlık,
--rakısını içen adamın babasında bitmeyen hasretlik,
--uykularımız yarım ölümdü, yaklaşırken kadehlerin gecesi,
--yine vardı o kahrolası yalnızlık.
Mehmet Kaya
YORUMLAR
Bir izlem ve gözlemdi.
Hepimiz babalarımızla çatışmışızdır bende bir itirafa benzer bir şey söylemek eklemek istiyorum.
15 yıl bende mücadele ettim 6-7 ay öncesine kadar artık çok iyiyiz babamla :)
Sizin durumunuzda olanlarında biran önce babaları ile ilişkilerinin düzelmesi dileğimle...
Saygılar....
Mehmet KAYA
Mehmet Kaya tarafından 10/5/2007 8:29:25 AM zamanında düzenlenmiştir.
10 Tam puan.
Okudum, kaldım.
Hala buradayım.
Yandı içim "Çocukluğum" dedim. Ahh!.. Çocukluğum. Dut Ağacı'ndan doya doya Dut toplayıp yiyemediğim, çocukluğum...
Babamın gereksiz ve aşırı dayakları... Bütün öfke ve sinirini benden çıkarması hem de her çaresiz kalışlarında başka şamaroğlanı bulamadığından...
"Hastalanırsa O'na bakacak olan benim" dediğim, herşeyi ve herkesi bir kalemde bırakıp, hayattan vazgeçip komşu olarak geldiğim... Babam, ahh babam, babacığım... Hala ağlamasına rağmen adaletsizliği devam eden babam... Ağlamasına bile dayanamadığım babam... Affettim oysa, ama; yarım kalmış, yaralanmış yüreğimde gücüm azalmış, zamanım daraldıkça fark ediyorum işte.
Ne mi yapıyorum şu an? Brilyant Dadaşova'dan Dut Ağacı'nı dinliyor, Sauvignon - Tomai Tradition içiyorum... Ramazan'da yapmadığımı yapıyorum ilk kez. Yüreğime değdi çünkü.
Af edilsin babalar, lütfen. Varsın olsunlar. Ne yapalım, şans bu!.. İnsanoğlu kardeş veya baba seçemiyor ki; arkadaş gibi olsunlar, değil mi efendim?
Tebrik ederim, öyle güzel, öyle mükemmel anlatmışsınız ki; satırlarınız arasında aniden zayıf düşüp; anılarımla boğuştum, istemeyerek.
"Çok doluymuşum meğer... Burada; yüreğimdeki yanardağımdan lavlar saçıldı azıcık, sayfanızda yangın oluştu. Söndürmeye mecalim yok" diyorum, ÖZlemce...