- 745 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İstanbul-İzmir-Fethiye-Gezi–3
BURSA: Burada Bursa’nın tarihini anlatmaya kalkmak gibi bir yanlışa düşemem! Malum Bursa’nın tarihimizdeki değerini ve bugün için de, ne kadar önemli bir şehrimiz olduğunu zaten bilmeyen yok. Dolayısıyla bazı arkadaşlarımız bu güzel ilimizi çok daha kapsamlı anlatmışlardır. Benim de yıllar önce burada yaşanmış güzel anılarım var. Bunlardan bir iki bahsedip geçmek istiyorum.
Bursa’yı tam önümüze aldığımızda; on üç yaşımdayken (1975) balık tutmaya geldiğim dereleri gördüm, sağımda Murat 124 lerin, Şahin 131 lerin doğduğu Tofaş fabrikası ile Oyak Renault, fabrikasının gururlu duruşları önünden "Pamukkale seyahat" otobüsü ve yolcuları olarak süzüldük! Solumda kıvırcık, domates, salatalık vs yetiştiren bahçıvanın, 1 lira karşılığında bizim yüzmemize izin verdiği sebze yıkama havuzunun kalıntılarını gördüm.
Bir an için arkadaşlarım (Kemerçeşme mahallesinden) Salih, Aydın ve ben bahçıvanın çamurlu havuzunda yüzmek için nasıl para denkleştirdiğimizi hatırladım. Rahmetli amcam beni yaz tatilinde İstanbul’dan alıp buraya getirmişti. Yaz tatilini burada geçirirken arada ona yardım ediyordum. Amcamın evde bir trikotaj makinesi vardı. Sağa sola ittirerek ördükleri kazakların satışında ona yardımcı oluyordum.
Bir gün hiç unutmam, Salih’lerin tek kat hasır beton evlerinin üstünde zamanın gözde parçaları " İkimiz Bir Fidanız" ile "Gençlik Başımda Duman" şarkısını üç arkadaş sesimizin çıktığı kadar avaz avaz bağırarak söylüyoruz. Tabi biz kendimizi öyle kaptırmışız ki, sanırsın her birimiz bir assolist. Ne zaman Salih in annesi elinde sopayla evin üstüne çıktı; bütün assolistler birinci kat üstünden bahçede ki bir kamyon inşaat kumunun üzerine kuğu gibi süzüldük!
Bursa da ve birçok yerde ki arkadaşlarımız bu oyunu belki çok iyi bilirler; 1975 li yıllarda benim ilk defa burada gördüğüm… kitap üzerine para atma oyunu vardı. Teksas, Tommiks, Zagor, Kızıl maske gibi vs. Kitapları dört beş adım mesafeye bir ucunun altına misket büyüklüğünde taş koyup ve üzerine ters taraftan metal yirmi beş kuruş atarlardı.
Kim parayı kitabın üstünde durdurursa kitabı alırdı. Ne zaman harçlıksız kalsak Salih arkadaşım bir arkadaştan ödünç bir kitap alır, daha sonra bu kitabın üzerine mahallenin belirli noktalarında yoğunlaşan kalabalıklarda para attırırdı.
Tabi bu işin birde kurnazlığı vardı çocuk pudrası ile kitabın üzeri sıvazlanır cam gibi parlatılırdı. Kitabın bir ucunun altına misketten irice bir taş koydun mu o kitabı almak tamamen hayal olurdu. Ödünç aldığımız kitaptan elli yüz kuruş kazandık mı o paralarla Salih arkadaşım pazarda ne kadar kitap varsa toplardı.
Kitap sahipleri Salih’i görünce kitapların altındaki taşların iriliğini iki katına çıkarsa da bu hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Salih parayı öyle bir yapıştırırdı ki kitap sahibi her seferinde kendi etrafında fırdöndü gibi sinirinden dönerdi.
Biz daha sonra çamurlu havuzdan, geçip kaplıcaları keşfetmiştik. Biraz sıcak ama en azından temiz ve şifalıydı. Yine bir gün erkenden mahallede kitap operasyonu yapmış, kazandığımız paralarla Çekirge’ye kaplıcalara gitmiştik.
Hep merak eder dururdum onca yer varken neden ihtiyarlar bir arada toplanıp üst üste küçük bir havuzun içine bacaklarını sokarlardı. Usul usul yanlarına sokulup bir boşlukta bende ayaklarımı bu küçük (aslanağzı) havuza soktum.
Serde erkeklik var ya! Gençlik başımda duman ilk aşkım ilk heyecan? Bağırmak istiyorum ama bağıramıyorum kitlendim kaldım, ihtiyarlar bana bakıyor içlerinden" helal olsun çocuğa" diyorlar herhalde! Daha fazla dayanamadım can havliyle küçük havuzdan fırladım… aaa o da ne? Kırmızı çoraplarım olmuş!
Vallahi çatır çatır yandım, insan oraya bir yazı yazmaz mıydı yahu "dikkat çok sıcaktır, çocuklar giremez” diye.
Efendim üç arkadaş havuzun etrafında hopluyor, zıplıyor, dalıyor çıkıyorduk. Sanki havuz bizim olmuştu! Müşteriler habire değişiyor bir tek biz değişmiyoruz, kovulana kadar devam. Bizim gibi, ama bizden biraz daha büyük olan çatlaklar vardı! İçeriye koşarak gelirler ve mermerde buzda ki gibi kayıp son anda parende atarak havuza dalarlardı.
Bazen havuzdaki insanların üstüne düşerlerdi ama gırgır, şamata, ortam süperdi. Bazen de yabancı turistler gelir ellerindeki fotoğraf makineleri ile yüzü gözü sabunlu, yıkananları çekerlerdi. Bunların içinde bayan turistler bile vardı. Hiç çekinmeden erkekler hamamına girerlerdi. Bizim de resmimizi çeksinler diye türlü maymunluk yapardık.
Yüzmeyi, deniz de değil bu havuzlarda öğrenmiştim… Gözlerimi su altında açmayı da! Karşıdan karşıya dipten yüzerken mesafeyi ayarlayamamış, kafamı merdivenlere vurmuştum. Birden canımın yanması ile gözlerimi fal taşı gibi açmıştım, o zaman anladım ki suyun altında gözlerimiz açık olarak yüzsek bile gözlerimize su kaçmıyor!
Bir gün kese olmak istedim. Hayatımda kimseden öyle dayak yememiştim. Adam manyak mıdır nedir? Resmen beni yüzdü, kolumu bacağımı büktü yamulttu. Arada bir elense bile çekti. Şaplak sesleri yankı yapıyordu koca hamam da! Ben çoktan vaz geçtim ama bu yeniçeri kılıklı tellak, zemberek gibi kurulduğu için sonuna kadar devam etti.
Elinde çimen yeşili bir tişörtle içeriye giren görevli" Bu kimin? Bu kimin?" diye bağırıyordu. “Benim” diye karşılık verdim. Adam bana sinirle "len oğlum, öldünüz mü kaldınız mı? Sabahtan beri buradasınız sizin eviniz yok mu?" defolun evinize... Diyerek sonunda bizi kovmuştu.
Bunu yazmadan geçemem. O zamanlar kaplıcaları bilenler bilir, sıcaktan soğuğa çıkınca bir paravanın ardında ıslak peştamalları kurusuyla değiştiren bir görevli vardı. Tam da bu peştamalcı görevlinin bulunduğu bölümün karşısında yerden yuvarlak bir mermer sütunun içinden buz gibi bir kaynak suyu akar.
Biz o mermer taşa ağzımızı dayayıp kana kana su içerdik. Bu arada da peştamalcının insanları paket gibi sardığı sırada, son anda kendinden geçen müşterileri kucaklayıp kenardaki özel tahtaların üzerine yatırırdı. Her üç beş kişiden biri mutlaka kendinden geçerdi! Bu görevli, insanların sıcaktan soğuğa geçerken baygınlık geçirmesine o kadar alışmış ki, nerdeyse bayılmayanları bile kucaklayacak!
Görevli benim peştamalımı değiştirirken gülüyordum, gözlerimi açtığımda Salih ile Aydın bana gülüyorlardı “keh keh” “sen de uçtun oğlum sen de uçtun.” Bunları düşünmüştüm Bursa’dan geçerken. (Acep ne haldedir şimdi Çekirge’de ki bu tarihi hamamlar?) Devam edecek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.