- 614 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
son selam
________________________________________
Ufak bir yaşamdı onunki. Kocaman dünyada fark edilmeyen edilemeyen unutulan sönük bir hayattı onun hayatı. Unutulmuşluğun gölgesinde süren hayatı boyunca onu mahallesindeki birkaç kişi haricinde tanıyan yoktu. Kapısını şimdiye dek kimse çalmamıştı. Mahalledeki varlığından bile kimsenin haberi yoktu. Hiç kimse onun neden böyle suskun, kimsesiz olduğunu sormamıştı kapısını çalıp, o da bu yüzden insanlara küsmüştü! Evi şehrin orta halli semtlerinde ufak bir memur mahallesindeydi. Mahallede neredeyse herkes memurdu. Mahallenin uzun sokağı boyunca peş peşe sıralanmış apartmanlar vardı balkonların demirleri paslanmış boya istiyordu, evlerin panjurları kapalı olurdu genelde, sokak boyunca sessizlik kimsesizlik hâkimdi ve bu sessiz serzeniş yolun sonunda hayata küsmüş tek katlı yüksek duvarlı köhne eve çıkıyordu. Evin duvarları öyle yüksekti ki evin çatısı anca görülebiliyordu, duvarlarda yılların verdiği yorgunluk vardı, boyaları akmış yer yer çatlamıştı, duvarların diplerindeki koca koca serviler evin dışarıdan görülmesini epey zorlaştırıyordu, bahçe kapısı eski uzun kapılardandı şimdiki kapıların aksine oldukça büyüktü, işte matem yuvasına buradan giriliyordu. İhtiyardan başka kimse açmıyordu uzun yıllar bu pas yığınını onunda ihtiyar gibi hayatını son demleriydi. Evinin, eski, ortaları aralıklı tahta panjurları hep kapalıydı ve eve bu aralıklardan gün ışığı sessizce gülümserdi, bahçe kapısından eve doğru süzülen ince kıvrımlı taştan bir yol vardı, eve üç dört basamaklık, korkulukları el işi merdivenlerden çıkılıyordu, evin duvarlarının birkaç yerinde sıvalar artık tutunamaz hale gelmişti. İşte ihtiyarın evi burasıydı. İhtiyar yıllarını bu evde zayi etmişti iki günde bir gittiği bakkal ara sıra uğradığı berber ve bahçesinde beslediği kedileri için et aldığı kasaptan başka tanıyan yoktu onu o civarda. Mahallelinin çoğu memur olduğundan etrafta bir renk yoktu herkes kendi işiyle uğraşmaktan çevresine bakmıyordu. Anca altındaki veya üstündeki komşularını tanırdı insanlar, yıllardır böyleydi bu. Adamda hayatını kimsesizlik içinde bu soğuk mahallede geçiriyordu. İhtiyar eşini kaybedeli epey olmuştu ve o günden buyana kimse yanına uğramamıştı ne çocukları ne eski dostları ne de akrabaları hepsi unutmuştu onu yalnızlığa terk etmişlerdi. Oda bu sırt dönmelere karşılık hayata sırtını çevirmişti ne kimseyle konuşur ne de yüzüne bakardı kimseyi merak bile etmez olmuştu. hayatı, insanları, geleceği umursamıyordu. Ara sıra aldığı yıllanmış şarabın etkisiyle eski günleri yaşardı adeta, yaşadıklarına küfürler savurur, gözyaşlarına boğulurdu ağlaya ağlaya bir yere uzanır orada sızar kalırdı; sabahleyin zor zar gözlerini açınca önce uzun beyaz sakallarını ovuşturur, kırışmış yüzünde sakallarının arasına gizlediği kalın kuru dudaklarındaki umursamaz tebessümle hiçbir şey yokmuş gibi bahçeye kedilerine koşardı, onları okşarken yaşadığı ne varsa hepsini usanmadan anlatırdı. Bayramlar ona hiç bir şey ifade etmezdi ya da dışarıdan öyle gözükürdü. O her bayram, bayramlığını giyer, tıraşını büyük bir özenle olurdu, üstüne tütün kolonyasını sürünüp köstekli saatine bakıp misafirlerinin gelmesini beklerdi. Bir çocuk gibi heyecanlı olurdu bayramlarda. Ama sonrası tam bir hüsran olurdu adam yıkılırdı, baktığı her yerde eşiyle attığı kahkahaları duyar gibi olurdu bu da onu iyice çıldırtırdı. İşte ihtiyar ömrünü böyle tüketiyordu, yıllardır çalınmayan kapısı aniden çalındı, başını güç bela çevirebildi yattığı yerden kapıya doğru, kısık gözleriyle uzunca süzdü içeri geleni,buruşmuş dudakları kıpırdamaya çalışırken sakallarının arasından, hoş geldin diye bir ses duyuldu, sanki selamı alınmış gibi kafasını aşağıya doğru hafifçe eğdi ve gelen…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.