- 849 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NUH TUFANI VE KÜRESEL ISINMA: HELÂK OLMA YA DA KURTULUŞUN DİĞER ADI / İBRAHİM ERYİĞİT
Kur’an’da, kavmiyle mücadelesine yer verilen ilk peygamber olma özelliğine sahip olan Hz. Nuh’un kıssasını bilmeyen yoktur. O, Yaratıcıdan gelen tufan uyarısı üzerine gemi inşa ederken, kavminin ileri gelenleri her ne zaman yanından geçseler, onun bu eylemine hiçbir anlam veremezler,hatta onunla alay edip eğlenirlermiş. Doğru ya, denizden binlerce kilometre uzaklıkta gemi inşa etmenin ne anlamı vardı ki! “O da onlara: ‘Siz bizimle alay ediyorsanız, bilin ki, sizin alay ettiğiniz gibi biz de yaklaşan azaptan yana bilgisizliğinizden ötürü sizinle alay ediyoruz’ derdi.” (Hûd Sûresi,38)
Küresel Isınma ise yine herkesin bildiği gibi, Türkiye ve Dünya gündemine getirdiği kuraklık, kıtlık, sıcaklık, su sorunları vs gibi etkilerle oturmuş durumdadır. İnsanlar tarafından özellikle teknolojik yol ve yöntemlerle atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda, dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor.
Daha ayrıntılı açıklamak gerekirse, dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor. Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor.Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşmaya bağlı olarak çölleşme, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki bilinçsizce ve çılgınca tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gibi gazların atmosferdeki yığılması artış gösteriyor. İşte bu artış da, küresel ısınmaya neden oluyor. 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0.5 ila 0.8 derece kadar arttığını gösteriyor. Özellikle de, son 50 yıldaki sıcaklık artışının, insanların ve diğer canlı türlerinin hayatları üzerinde fark edilebilir olumsuz etkileri olması kaçınılmaz hale gelebiliyor. Üstelik artık geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşılıyor. Hiçbir önlem alınmazsa ve, doğayı yok etme ve bozma faaliyetleri sürerse bu yüzyıl sonunda küresel anlamdaki sıcaklığın ortalama 2 derece artacağı tahmin ediliyor.
Küresel ısınmaya bağlı olarak, dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artarken, bazı bölgelerde uzun süreli şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkili oluyor.
Grönland, her 40 saatte bir, 40 kilometreküp buz kaybediyormuş. Bu ise beş milyon nüfuslu bir şehrin, örneğin Ankara’nın bir yıllık su kullanımına eşittir. Olayın ürkütücülüğünün farkına varmak için, bence, bu örnek bile tek başına yeterlidir.
Küresel Isınmanın etkilerini azaltmak için; vakit çok geç olmadan üretim modellerimizi, tüketim çılgınlığımızı, öfkemizi, savaşlarımızı ve en önemlisi hepimizin tek tek bilincimizi değiştirmemiz gerekiyor.
Küresel Isınmayı ortaya çıkaran tüm nedenleri hazırlayan insanoğlu, hayat tarzını değiştirmedikçe bu ısınma artarak devam edecektir. Tüketmede sınır tanımayan, yeryüzünün çölleşmesi için her ne gerekiyorsa yapan, ağaçları kesip yerine betondan binalar diken ,vs… insanların oluşturduğu yığınların yaşadığı hayat tarzı, bugün yeryüzüne hakim olan anlayışın ürünüdür. Bu olumsuz yaşam biçiminin ve salt tüketime ayarlı bakış açısının değişmesi için, Allah’ın, kitaplar ve peygamberler göndermesi işte bu nedenledir.
Çağımızda bazı insanların teknolojik donanımlarla tabiata hakim olma çabası içinde olduğuna ve sonrasında onu yok ettiğine tanık olmaktayız. Bu insanlar, tabiatla işbirliği ve bağdaşma içinde olmaları gerekirken,tam tersine onunla düşmancasına göğüs göğse gelerek teknolojik etkinlikleriyle gerçekleştirdikleri yapay ve aldatıcı görkeme hayranlık beslemekteler.Tabiata hakim olma savaşı veren dizge, aynı zamanda insana da hakim olma savaşı vermekte aynı zamanda. Bu olumsuz anlayışın karşı yaptırımı anlamında , Allah şöyle bir uyarıda bulunmaktadır:
“Bu dünyadaki hayatın örnekçesi gökten indirdiğimiz yağmurunki gibidir ki onu, insanların ve hayvanların beslendiği yeryüzü bitkileri emer, tâ ki yeryüzü göz alıcı görkemine kavuşup süslenip bezendiği ve sakinleri onun üzerinde bütünüyle egemen olduklarına inandıkları zaman, bir gece vakti yahut güpegündüz (kıskıvrak yakalayan) hükmümüz iner ona; ve böylece onu kökünden biçilmişe çeviririz, sanki dün de yokmuş gibi!
Düşünen insanlar için işte Biz böyle açık açık ve ayrıntılı olarak dile getiriyoruz ayetlerimizi!
(Böyle yapmakla) [ bilin ki] Allah, [insanı] huzur ve güvenlik ortamına çağırmakta ve dileyeni dosdoğru bir yola yöneltmektedir.” ( 10/ 24,25)
Tüm peygamber kıssalarının -ve özellikle de Hz. İsa ve o’ndan sonra Hz. Muhammed (sav)’inkinin- gösterdiği gibi, ilk müminlerin çoğu, ilahî mesajın, kendilerine bu dünyada daha adil ve eşitlikçi bir toplumsal düzen, ahirette de ebedî mutluluk vaad ettiği, toplumun aşağı sınıflarına mensup köleler, yoksullar ve ezilenler arasından çıkmıştır; ve peygamberlerin üstlendiği görev, bütünüyle bu devrimci karakteri sebebiyledir ki, kurulu düzeni elinde tutan, toplumun varlıklı ve imtiyazlı kişileri ve grupları katında daima hoşnutsuzluğa yol açmıştır. Yeryüzünü bilinçsizce talan edenlerin, tüketim çılgınlığını körükleyerek egemenliklerini her alanda sürdürmek isteyenlerin, küresel ısınmayı hazırlayanların ve sürdürenlerin söz konusu hoşnutsuzluğu her daim besledikleri ve büyüttükleri gözler önündedir.
Söz konusu tufanda, sadece Hz. Nûh’un çağrısına muhatap olup da onu yalancılıkla itham eden insanlar boğulmuştur. Dolayısıyla burada bahsi geçen tufan, Kitâb-ı Mukaddes’in sözünü ettiği gibi, bütün bir dünyanın değil, sadece Hz. Nûh kavminin başına gelmiştir. Buna bir de şu eklenebilir: Kitab-ı Mukaddes’de, Sümer ve Bâbil efsanelerinde ve nihayet Kur’an’da sözü edilen tufan; çok muhtemeldir ki, buzul çağında, şimdiki Cebelitarık’ın bulunduğu yerde Atlas Okyanusu’nu engelleyen ve -yine şimdiki- Çanakkale Boğazı’nın bulunduğu yerde Karadenizi engelleyen, o çağda mevcut kara engellerin çöküntüsüyle açıklanan ve bugün Akdeniz’in örtmekte olduğu büyük havzayı istila eden su baskınını simgelemektedir.
Hz. Nûh kıssası her ne kadar Hz. Muhammed (sav)’den önce de Araplar tarafından bulanık bir biçimde biliniyor olsa da, bu bilgi Kur’an’da yukarıda anlatıldığı kadar tutarlı, ayrıntılı değildir. Bu itibarla, sık sık hatırlatılmasa da, unutulmamalıdır ki, Kur’an’ın peygamber kıssalarını ele almasındaki asıl amaç asla onları “hikaye” etmek değildir. Ne zaman önceki peygamberlere ait kıssalar anlatılsa, ne zaman İslam’dan önce ya da Hz. Muhammed zamanında vuku bulan bir olaya temas edilse bunun altında mutlaka ahlakî bir ders yatmaktadır. Öte yandan, aynı olay ya da kıssanın, çok kere, birden çok ahlakî anlamlar, çağrışımlar taşıyan değişik yönleri olduğundan, Kur’an aynı olay ya da kıssaları değişik surelerde tekrar tekrar anlatmakta ama her seferinde bunlarda, bir bütün olarak Kur’anî vahyin, Kur’anî öğretinin değişik bir yanına ışık tutmakta, bütünü oluşturan şu ya da bu temel gerçeğe dikkat çekmektedir.
Bir halkın tufan gibi doğal afetlere muhatap olmasının üç ana nedeni sürekli vurgulanır Kur’an’da:
1) İnsanın amaçsız ve ölçüsüz bir biçimde güç ve iktidar peşinde koşması yüzünden içine düştüğü şirk (Allah’tan başkasına kulluk);
2) Görkem ve gösteriş düşkünlüğü içinde sürüklendiği gurur,
3) Kendini beğenme ve bir de tüm canlılara karşı zorbalık ve şiddet. Tüm bunlar her ne kadar dinî yansımalar olarak görünüyor olsa da dinin kelime anlamının ‘hayat biçimi’ olduğundan hareketle, bu üç madde, aslında, insanın yeryüzünü nasıl yaşanmaz kılacağının ana göstergeleridir. Yani, bu üç maddeye aykırı bir tutum sergileyen insanlar küresel ısınmanın gerekçelerini baştan hazırlamış demektirler zaten. Küresel ısınmayı hazırlayan tüm nedenlerin başında insanoğlunun bu üç maddeye aykırı bir hayat biçimini kurguluyor ve yaşıyor olmalarında yatmaktadır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.