- 1194 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÇİRİ KİM YEDİYSE
ÇİRİ KİM YEDİYSE...
Yolları tutan kar, boğaz kesen tipi, ele avıca sığmaz deli boran yakın geçmişte unutula kalan.
Gölde yüzen gövel ördek nazıyla incelmiş hırçın poyraz, kan uykusunda. Kuşluk yakını kıble yönünde toparlanan bulutların abani inceliği, batı yönün yaklaşanın gri aba kalınlığıyla şöylesine örseleniyor.
Sarı saman tozu, kız ayağında tepelenmiş yeni terslik, kaynamış taze hedik ve yeni sarılmış asma yaprağın kokusu; kumda eşinen kekliğin keyiften sarkan sol kanat zarafeti gibi ortalığa yayılmış.
Çimen yeşili yer, çiğ değmemiş gelincik kırmızısıyla lekeli. Gök, doru donlu at boynuna yakışır boncuk mavisini kıskandırmağa ramak.
Çermik de kutlu balık. Saksıda katlı mor küpe arasına gizlenmiş tek dal fesleğen. Kavanozda güzden kalma dut pekmezi. Mendil içinde bir avuç dolusu dut kurusuna karışmış kırık leblebi. Bükte yeni fışkırmış taze salkım söğüt dalı. Duvarda sapı gümüş savatlı çifte su verilmiş dede yadigârı hançer. Ayakta oyma takunya. Kilim heybede yolluk niyetine kete yanında katılmış keş çökelek. Sokak arasından sevda gibi akan ince bir derecik.
Söz, yar dilinden, gurbet elinden gelme üç gün koyunda saklanmış, başı firade selamla sunulan; özlem mayasıyla gizli sevdaya kıvam tutmuş “görülmüş” damgalı” manili asker mektubu.
“Eğer beni seversen, el ettiğim yere gel” diyen ıslıkla gönderilen yavuklu ulağı, gideceği adresi aheste aramakta.
Üzerine hindi sarılmış er başlığı. El tezgâhında dokunmuş akkuş motifli kırmızı yün kumaş, hasret bitişi muştulu. Şimdilik oyma sandık dibinde çeyiz.
“Kul olayım kalem tutan ellere” “Eşimden ayrıldım, yoktur kararım”,“Gökyüzünde bölük bölük turnalar.”ezgisinin burun direğini sızısı, sargın duygusallıkla can çekirdeğine yönelmiş, yol sormaz yolcu.
Zahma, sinsin semah. Yeni değil, meydanı dar gelen kara gözlü yiğitler. Duvar arkasında şayak ve zıvgaya bakan hopur hopur yürekli dilmeli, sayvanlı, bindallı. Kazanlarda pişen evelik aşı. Yaşlı kütükte satırla dövülen madımak, tırhıt, kalecoşun damaklarda bıraktığı o bildik tadı.
Kaya duldasından kökünden çıkarılmış sarıçiğdem, nazik nevruz, asi kardelen geri plan özlemi. Çağıl akan dere kıyısını bırakıp yar başını vatan tutan yaban gülü tiran kuşburnu.
Ali Dağı Derler de dağların hası, kardaşı yapmıştır hani başı karlı Erciyes’i ya. Kapı komşusu görür Sivas’ı. “A benim canım, yerinde misin? Kalkıp göçmedin mi,” diye bahar yelli hızında merakını, yılanların padişahı sürmeli gözlü şahmeranla uçurur.
Başağa yatmış buğday içinde kendi gelen mavikantaronun başka adlarını bilmeyen, ibiği yeni kızarmağa yüz tutmuş beş oğlan çocuğu. Ve önlerinde yüksek uçarken sapan taşıyla yere indirilmiş bir üveyik. Kaya üstüne yayılmış yüksük doldurmayan taze kanı…
Beş oğlandan çakırını kan tutmuş, düştüm, düşeceğim. Oturduğu yerde bir ileri, bir geri. Sanırsın saat rakkası.
İkincisi, öfkeden kudurmuş. Sapan tutan el, sanki başkasınınmış gibi ana avrat ayırmadan, soy sop demeden ha bire sövüyor.
Avlanma fikrini veren üçüncüsünün içi, tanıdık olmadığı bir acıyla kamaşmış. Utanma mı, acıma mı nefret mi ne olduğunu ayırt etmeden gözünü, kayada parlayan kanda unutmuş.
Dördüncüsü sırtını kayaya dayamış -bildiği tek ayakta- edepsiz bir türküyü çığırıyor. Sanki konuda tadımlık yaşanmışlıkları varmış gibi içinde bir hoş ürpermeler… Arkasından tabanından gıdıklamışçasına gülüyor.
“Kamayı çektim kından
Gel yakından yakından
Koynundaki mememin
Ben gelirim hakkından.”
Beşincisi doyuracağı ümüğün peşinde.“Uşaklar, bundan pilav olur değil mi,”diye soruyor. Dördü bir ağızdan lafı ağzına tıkıyor.
“Zıkkımın kökünü ye emi.”
“Karnım acıktı nidem.”
Edepsiz türkücü:
“Acıktınsa acık ye.
Tarlalardan böcük ye.
Ölmüş Karganın etini
Kaynananın …”
Beşincisi:
“Öyleyse toparlanın Mahmut Abi’nin düğününe gidek. Düğün evinde herkese yetecek yemek vardır. Ne duruyorsunuz uşak, kopuşun ardımdan.”
Gidilecek yer bilindikten sonra gitmekte ne var? Düğün evi, kimseye şah damarı değilse de develerin tellal, pireler berber olduğu yer de hiç değil. Koynunda destanlar besleyen, yiğitlerin harmanı olup, güzelliklerin tınazlar misali savrulduğu, fi tarihinde adı “Sipas” olan yerin bir köşesi. Bir başka tanımla efsane öznelliğinden silkinip nesnelleşen, o üç gözlü pınarın olduğu diyar. Pınarda pınar hani anam babam. Tanımına dil, tarifine söz, ününe nice ses yetişmez. Gözlerinden akmasına akanlar var da başı dumanlı, üstü bölük telli turnalı o bildik dağdan kopan, kardan buzdan beslenen su değil. Çoğul memeli tanrıça ananın iyilik hoşluk dolu damarlarında birikip memelerine dolan. Buranın payına düşmüş şarlayan üç.
İlkinden, Yaradan’a yarattığından duyulan şükran.
İkincisinden, ana babaya saygı,
Üçüncüsünden küçüklere sevgi.
Bu düşler dünyası pınarın üç gözü, akıttıklarından içene değil, anlayana, anlayıp özümleyene…
Beş oğlan çocuğunun baba evi misali karın doyurmağa gittikleri düğün evi, buraya bir bıyık bükümü olmasa da bir kurşun atımı uzaklıkta.
Sivas’ın diğer komşusu üç ille saklı kıpıklı olmaksızın şimdi koyun koyuna yatıp zamanında Allah’ın emriyle halvet olmuş olgun kızı. O ki yalansız dolansız kız gibi kız, bağrından yolduğu tüyleriyle yuvasını yapıp ilik sularıyla beslediği Tohma Çayını zamanı gelince kıskanmadan, eline ayağına düğün kınalarını yakıp Fırat’a gelin eden cömert bir anadır.
Eskilerin insan hasının buradan çıktığını anlatmak için söylediği : “Olasın üç beldenin birinden,” denilen yerin ilki. Gürün.
Belemirin mavikantaron olduğunu bilmeyen, üveyiğe taş atıp ala kanını bozkaya üzerine akıtan beş haşarının ibikleri kızarsa ne olacak. Ayaklarından biri, bebeliğe basmakta. Onlara davet gitmez, okuntu gerekmez. Niye geldin, git öte hiç denmez. Bellerinden kaşıklarını çektikleri gibi kurulu sofraya yumulurlar.
Aynı gün, aynı düğün, sözcüklere dökülmüş olaraktan başka birilerince konuşulur. Agâh olan ekedir. Bildiklerini, duyduklarını yekten “hop” diye vermez. Yolu yordamıyla. Eze süze. Yavaş yavaş.
“Kele bacı, bizimkiler yozucuyu yakalamışlar.”
“Oh olsun !”
“Yakalayıp kepazeyi beter benzetmişler ki sorma.”
“Sorma deme, sordum say, başladın uçla.”
“Ellerini bağlamış eşeğe ters bindirmişler. Boynuna koyun postu, tezek, leş kemiği asıp sokak sokak dolaştırmışlar. Suratını kurumla boyayıp mal yalağında yıkayıp paklamışlar.”
“Niye ki
“Niyekisi var mı, anam bacım, gelenektendir. Düğünün tadı, baldan baklavadan değil yapılan oyundan çıkar. Tıkınmaksa yağlı yavan her evde gün bir, övün üç. Düğün evinde böyle mukallitler olacak ki... Sonra bilsinler kız, evi naz evi. Her mindere çökene kız vermek… Çalınmış kapı açılır. Selamı alıp geçirilir. Tanrı konuğuna yüz buruşturulmaz. Horlanıp hırlanmaz. Ekmek gibi baş üzerine konulur da... Gel gelelim bu iş gönül işi. İki tarafın yürek tıpırtısına karşılıklı “he” sine bağlı. Zora belki dağ dayanır. Bu gönül işini yekten bozar.”
“He ya doğrusun.”
“Yekinde biz kopak.”
“Yettim, yetiştim. Harman yel ile düğün el ile. Bugün bana, yanın sana.”
“Ödünç işi. Düğün demek imece demektir.”
Toprak olmuş ölenlerin sinine bin rahmet. Kalan sağlar, ölümde ve düğünde el ele, gönül gönüle. Ve de omuz omuza. Halay, bar sinsin kıvamında dostluğun perçinlendiği, yardımseverlikle emeğin cömertçe harmanlanıp güzelliklerin kotarıldığı zamandır.
Varsın, “düğün iki kişiye, kaygısı deli komşuya,” densin. Tınanı olmaz ki sen ona bak. Üstü ot yığını indirme altlarına odun ocakların çatılmalı. Don kazanların dışına sarı balçık sıvanmalı. Elbet içinde bulgurdan bulamaçtan kaynatmağa değer bir şey bulunur. İnsanın var günü de olur, yok günü de. Ama düğün olanda içinde aş olmadan kaynayan kazanı daha kimse görmedi. Allah, göstermesinde.
Burada kız çabuk büyür. Oğlanın can damarlarına hayat suyu yürür yürümez canlanır. İbiği dersen ilk akşamdan gül pembesi.
Sekine kızla Mahmut oğlanın tohumları, farklı ağaçlardan gelme, değişik tarlalarda filizlenmiş olsa da bereketi bol Gürün’ göğünde de boy atıp büyümüşler.
Sekine kız, on yedisinde var yok. Kaygısız mı, kaygısız. Üç yatıp beş kalkar. Pişeni taşanı sahanda yunup yıkananı sırtında görür. Eğri çomak görse iki saat kıkırdar. Büyümek için kendi düğün davulunu bekler. Omuzlarına binecek bunca umur, şimdilik derdi bile değil.
Mahmut oğlanı ’ sorarsan yiğit olmaya yiğitte biraz deli bir uşak. Ayranı çabuk kabaran cinsten. Kafası kızmaya görsün, Nuh der arkasına peygamberi getirmez. Zamanın raspasından geçmesi gerekir. Bu çağda delilik iyidir. Su baştan delire delire aka ki akağına taşmamak üzere sağlam yerleşe.
Mahmut’un bu işte zerre suçu yok. Deli olan kandır. Elbet hükmünü yapacak. Bu işin bilinen yasası kuralı böyle. Eşyanın, doğasına ayıkırlığı hiç olmaz. Hem deli oğlandan sadık koca, iyi baba olur.
Ayrıca Mahmut oğlan dellenmekte haklı. Ne yaşı ne adı eline verilmiş kafa kâğıdındakini tutar. Orada adı Mahmut değil Hamit. Adını yaşını bırakan karındaşının kadersiz mi kudümsü müdür bilmez. Bildiği iki yaşında var yokken köye giren salgında akranlarıyla birlik kırılmışlığı. Ve yaşasa şimdi yerine askere gideceği.
Mahmut o kıranda anasının kucağını apalak süt kuzusu. Anasını çopur çopur emmede. Kıran, sokağa dökülmüş palazları derdest edip götürürken memedekileri atlamış. Akillerin dediğine bakılırsa bunların topunu ana sütü korumuş. Mahmut oğlanda kıran ardına kalan artıklardan.
İşten mi, yok erinmeden mi bilinmez. Salgın kırığı Hamit oğlan, kütükten düşürülmez. ”N’olcak canım. İki bebenin arasında kaç yaş var. Sözü bile edilmez. Erden askere gider, tezden er olup işinin eşini bulur. Milletin uşağı mahkeme kapılarında yaş büyüteceğim diye kar kar kapınır, der der depinir.”
Öyle de olsa böyle de Mahmut’un askerliği eli kulağında. Gelini hele hayırlısıyla eve atsınlar sıra ona gelecek. Celbin gelmesi ha bugün, ha yarın gelmiş olması önemli değil. Çünkü yoklamalar tamamdır. Er olması vatan borcuna bağlı. Vatan ekmeği erkek kısmına yarar. Çocuk gider, bıyıkları balta kesmez er olarak gelir. Demek o ki Mahmut ‘ta iki kına üst üste gelecek. Düğün kınası solmadan asker kınası vurulacak. Eh bunda da vardır bir hayır. Hayır, bulmak için hayır düşünmek gerek.
Derler ki: düğün yemeğiyle it şişmanlamaz, gelen doyar. Her çeşit yemek yapılır, ille velâkin başyemeği çirdir. Çir deyip geçme. Çir demek, dilimlenmeden kurutulan kayısı erik gibi yemişlerin genel adıdır. Kuruluğuna bakmayın. Önceden ıslanıp bol sadeyağla kavrulmasıyla aş olup sıraya girmişi var ki... Besili culuk, emlik kuzu etinden gönüllü. Açma baklava, su böreği bunun yanında dırı vırı. Onlar olmasa olur, ille de çir kavurması olmadan Gürün’ de toy düğün olmaz.
Kadın vardır arpadan aş eder. Kadın vardır buğdayı keş eder. İle de çir kavurmasını erbabı, uz elli eli yapacak. Çünkü ince ayarını usta elinden ister.
Sekine kızla Mahmut oğlanın düğününe konuk akar. Akması iyi. Allah bu yolda düşmanı bile kapıya baktırmasın. Sonuçta bu iş hatır gönül işi olduğu kadar kısmet işi de. Yakın köyler, uzak köyler, komşu ilçe, il akar. Saçı zamanıdır aman babam okuntunun karşılığı elbet gelecekler.
Düğün yemeğine son anda yetişen ibikleri yeni kızarmağa başlamış beş oğlan çocuğunun sadece karınları değil gözleri de aç. Azla doymazlar. Düğüne gelen doymadan gönderilmez. Ayıp kele bacı ayıp.
Zamanıdır deyip Sekine kızı koltuklayıp gerdek odasına tıkan yengeler, gerdekten önce güzel dileklerini sunup, bildik öğütlerini verirler.
“Kadın kızımız, ağzın tatlı, evlerin katlı, bebelerin bahtlı olsun. Sofrandakiler artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin. Yeni yuvanda hiç yokluk görmeyesin. Bundan böyle kurt isen bile kuzu olasın. Duvakla girdiğin yerden kefenle çıkasın. Girdiğin yer dört duvar değil, dert duvardır bunu iyi bilesin.”
“Dört atanın hakkı birdir. Büyüklerine saygılı küçüklerine sevgili ol. Varı yok etme, yoku var et. Muti ol, sırrını ele verme. Kan kus, kızılcık şerbetine bahane bul...”
Dualar ilahiler eşliğinde eve getirilen damatsa, kendisini bekleyen körpe gelinin yanında soluk alacağına gözlerini sapıtıp, çir aşının pişirilip kotarıldığı yere damlar. Pisboğazlığından değil. Kimsenin hele de sağdıcın aklına bunu besleyelim demek gelmemiştir. Karnı açtır Mahmut’un. Karın dediğin kimi zaman kardeşten yeni gelinden bile yakın olur. Bunu kim bilmez ki. Doğal olarak başyemeği arar. Çeşitli iştahın doruğunda olan delikanlı, çir kavurmasını birinci sıraya çekmiştir. İyi güzel de koca aş kazan tamtakır kuru bakır. Sahana konup önüne sürülecek tek tane kalmamıştır. Kazanda yok ama saklanmışı mutlaka vardır. Yorgunluktan ocak başında uyuklayan keyvananaya döner.
“ Ebem, hani benim çirim?”
“Vallah bitti. Demincek gözü kızmış beş uşak geldi. Kazanı sıyırdım sonunu yediler.”
“Yani bitti.”
“Aynen. Dediğin gibi.”
Aşırı sinirlenen Mahmut oğlan dellenmesin de ne yapsın? Ayaklarını yere vuraraktan:
“Demek bitti.”
“He vallah bitmiştir.”
“Böyle gerdeğin içine itler cüllesin. Aha, size bu kadarını söyleyem. Çiri kim yediyse gerdeğe de o girsin. Ya bana çir kavurması bulursunuz ya da başımı alıp diyar öte giderim. Benden bu kadar. Çir yoksa ben de yokum.”
Bütün gün yemek yapmaktan yatağını bulamayacak kadar yorulmuş kadın, canlanır.
“Aman dur delibozuk Mahmut. Ha denince olacaktan iste. Çir yoksa başka yemek yok değil ya. Maksat karın doyurmaksa buyur yoğurtlu pancar çorbası, çalkama, sokariç, hıngel, sübüra su böreği vardır. Çir dediğin ıslanmadan olur mu?”
“Olmaz dedim, olmaz. İlla çir kavurması.”
Ebe, aş kotarmak kadar söz vardır iş bitirir, söz vardır baş yitiriri de bilir.
“Delirme hele. Bin biliyorsan bile, bir bilenin söylediğini dinle.
“Dinlemem.”
“Her derenin başını bir belen keser.”
“Bana ne.”
“El yumruğunu bilmeyen kendi yumruğunu değirmen taşı sanır.”
“İlgilendirmez.”
“Bilmez misin emsaliyle uçmayan kuşun sesi havada kalır.”
“Kalırsa kalsın derdim değil.”
“Ho ha var öküz durdurur, ho ha vardır zelve kırdırır.”
“O öküzün sorunu.”
“Selin ağzı tutulur, elin ağzı tutulmaz.”
“Üç gün konuşurlar.”
“Az ateş, çok odun yakar .”
“Bilirim. Yakarsa yaksın.”
Deli boranın lafla yola geleceği yoktur. Nazik cepheden dalar.
“Taze gelin Sekine gerdek odasında yüz açmanı bekler. Şimdi içi kıpır kıpırdır. Kadın olacak, ana olacaktır. Sandığından çıkacak tavuğu, sarı burma baklavayı düşün.”
“İstemem çir olmasa gerdeğe girmem.”
Delinin dilinden kim anlar? Aynı tele daha güçlü basan bir başkası. Ne olacak, parayla değil ya gerekirse lafını sözünü esirgemeyen deli de olunur.
“Seni gidi gerdek kaçkını deli uşak seni. Bizi bir Gürün’e irezil mi edecen? Adını bir avuç çir kavurması için gelin koynundan kaçmış damat olarak yedi düvele mi yayacaksın. Vay başımıza gelenler.”
Mahmut bir heykel kakılmış kalmış. Geri adam atacak gibi değil.
“Keçi tabiatlı, töre bilmez gidi edepsiz seni. Milletimizi bilmez misin? Senin türkünü yakar, düğünde dernekte tefle tümbekle çığırır gerdan kırıp oynarlar.”
“Destanını yazar, çarşıda pazarda üç beş kuruşa meraklısına satarlar. Belki çok uzaklardan biri seni duyar kitaplara yazarsa, çir kavurmasıyla birlik ebenin canını da görürsün...”
ATİYE GÜNER TÜMÜKLÜ
(4. GELENEKSEL MAHMUT TUNABOYLU ÖYKÜ YARIŞMASI MANSİYON)
YORUMLAR
atiye tümüklü
Öykümü okuyup olumlu eleştirini gördüm.Mutlandım.Olumlu motivasyon olacağı kesin
Bundan böyle sizi yeni öykülerime okuyucu olarak kabu edebilir miyim. Başka öyküseverlere salık verirsen mutlu olacağım.
Selam ve sevgilerim sizden yana olsun.
ATİYE GÜNER TÜMÜKLÜ