Adını Biz Koy!
Narsist, megaloman, kibirli, ukala… Baktıkça ona eksiklerimi daha iyi görüyorum. Gözlerinin çağlayan gülüşü, sesindeki şırıltıyla dokunuyor hücrelerime. Öyle bir virüs ki bünyemde yayılışı öldürmenin aksine daha bir sıkı bağlıyor hayata.
Onu çağırıyor, onu istiyorum yanımda. Kimi zaman bencilce yapıyorum bunu. Sonra bir ara oturup düşündüğümü görüyorum. ‘’İki ben… Aslında tek. Biri orada diğeri burada. Neden? Bunun bir hikmet olduğu izlenimine kapılıyorum. Ya da o basit örnekteki gibi her şey bu kadar basit mi? Bir elmanın iki yarısıyız. Tanrının kutsal melekleri biliyorum, yapıyorsunuz elinizden geleni.’’
İnsanın kendi kendine yalan söylemesi gibi bir durum mümkün müdür? Yahut insanın kendi kendisini aldatması? Sevgi sözcüklerini kendi kendine söyleyişi bir başkasının dilinden dökülüyormuşçasına? İnsanın kendi kendisini sevme çabasının başarılı olma durumu?
‘’Ben kendimi çok seviyorum. Çünkü seni çok seviyorum.’’
‘’Kendim kendime yetiyor artık. Çünkü iki ben var içimde, eksik taraf yok!’’
‘’Bakmayın yirmi artı yirminin kırk yapışına. Çünkü hala toplamda yirmiyiz.’’
‘’Kendi kendine gülene deli diyemiyorlar ilk defa. Çünkü biliyorlar çift kişilik gülücüğü.’’
‘’Bana bakarken öyle tatlı gülümsüyorsun ki mutlu olduğuna inanmamam imkansız! Lakin başını çevirip ileriye baktığında derin bir suçluluk duygusunun yol açtığı acının izleri yerleşiyor sanki yüzüne. Hangisi doğruyu anlatıyor? Aldatıcı olan hangi bakış? Ama bilirim, genellikle daha ilk sınamada yenilir gülümsemeler!’’
Şimdi Haşmet Abiye (Babaoğlu) sormak isterim bu güzel sözlerinin perde arkasını. Yoksa o da aynaya her bakışında geçmişe mağlup mu oluyor?
Yenilik… Yüzündeki izleri temizlemekle başlıyor. Her birinin yerine papatyalar, yasemenler, laleler ekeceğiz. Ama güzel gamzesinin oraya ‘gül’ü unutmayacağız.
Portakal kahkahalı (şeker portakalı) isimli şiirimi henüz yazmadım. Yaşamayı seviyorum. Şiir tadında yaşamayı. Kafiye olarak, redif olarak, gizli özne tadında, uzaktan el sallayan komşu gibi, önünü kesen dilenci gibi, bir Hollywood yıldızı edasında, rüyalarına giren tanışıkmış havası veren delikanlı cakasıyla. Seviyorum tadını, şiir tadında yaşamanın.
Hırslarına, azimli duruşuna, inadına, kaçışına, bol bol yaşayışına, bahsetmekten çekinmediği özel dünyasına (bunun bana özel olduğunu düşünebilirim sanırsam.), çelik kapı kalbine (usta bir anahtarcı mıyım?), kahkahalarının altındaki hüznüne, hızlı konuşmasına (virgüller ve üç noktalarda durdurulamıyor, ilginç!), kahve kokusu tadında utanışına (ilk defa dün akşam sesli olarak söyledi, güzeldi.); rağmen o ilk rüyalarımızdaki gibi seninle başlayıp benimle bitecek mi? Yani her şey ‘biz’de geçecek mi?
Şimdilerde yeni trend ‘D.I.’ iletileri. Peki günümüzün orta yaşa geçiş trendi ‘dünyam değişti’ye ne oldu? Son sürat devam ediyor. Çünkü aşk’a zorla şekil değiştirtiliyor. Ama o hep aynı kalıyor.
Bizi zorla realist yaşamın içine çekiştirmek isteyenlere bir not Ramiz Dayı’dan: ‘’Ne yaparsanız yapın kalleş kardeşler. İyi bir adamın yüreğindeki iyiliği söküp alamazsınız!’’
E, Dayı, ‘’doğuştan romantik birini de sonradan caydıramazlar’’ değil mi?
Doğuşan Işık
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.