- 1571 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÜSLUP KİŞİLİĞİNİZİN DİL HALİDİR...
Üslup, kişiliğinizin DİL halidir.
Üslup, kişiliğinizin SÖZ halidir.
Tarih 12 Eylül 2010, yer Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan (gümrük kapıları dahil) tüm yaşam alanları. Evet. Bildiğiniz üzere; ülkemizde tarihi bir anayasa oylaması yaşandı. Ve oylamanın öncesinde olduğu gibi oylamanın sonrasında da, kritikler, değerlendirmeler, köşe yazarlarının halkı farklı farklı yönlere sevkeden yazıları, gazetelerin manşetleri, televizyon kanallarının yönlendirme içerikli ve yanlı programları ve daha nice çalkantının içinde kaldık günlerdir.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, ben bu anayasa oylamasında oy kullanamadım maalesef. Ben kendim Almanya’da yaşıyorum ve ülkemde seçim kütüğüne kaydım olmadığı için ve ilgili girişimleri yapmama rağmen problemim çözülemediği için oy kullanamadım. Kullansa idim ne yönde oy kullanırdım sorusunun cevabını size vermeyeceğim elbette. Çünkü bu yazımın amacı siyaset yapmak değildir. Ve bu yazımın altında siyasi yorumlar ve siyasi propaganda fikirleri görmek istemediğimi de ayrıca belirtmek istiyorum. Lütfen istirham ediyorum.
Sözü daha fazla uzatmadan sadede gelmek istiyorum. Anayasa oylamasının öncesinde ve sonrasında bugüne kadar devam eden süreçte, gerek yazılı gerekse görsel basında ve tabii ki internet ortamındaki haber ve forum sitelerinde, özellikle de Facebook çatısı altında okuduğum, sesli olarak dinlediğim, görsel olarak gözlediğim her ne paylaşım görmüş isem; hemen hemen tamamında içimi acıtan bir gerçeği farkettim. O da şudur ki; insanlar fikirlerini ifade etmeyi, karşı fikirleri sabırla okumayı, izlemeyi, dinlemeyi ve anlamayı bilmiyorlar. Ama hakareti, çirkin ifadeleri, karşısındaki kişiyi kırıcı rencide edici hatta onun kişisel haklarına tecavüze varan ve Türk Ceza Kanunun 216. maddesi kapsamına giren ve suç teşkil eden binlerce girişimin her çeşidini çok iyi biliyorlar ve ben bunlara defalarca şahit oldum. (TCK’nın 216. maddesinin içeriği hakkında bilgi yazımın sonundaki dipnottadır.) Ve çok düşündüm neden böyle? Yani insanlar bir markete, alış-veriş mağazasına yada hizmet aldıkları bir yere gittiklerinde istek ve arzularını gayet kibar bir dille söyleyebildikleri halde, kendileri gibi düşünmeyen insanlara rast geldikleri zaman neden insanlıktan çıkarak ne olduğu belli olmayan kılıklara bürünüyorlar. Bana göre; bir insanın kafasına bir kurşun sıkmak ne ise, o insanın fikirlerine kurşun sıkmak anlamına gelen hakaret, özgürlüğüne müdahale, tehdit v.s. girişimlerde bulunmak da odur. Çünkü, bir kurşuna kurban edilen kişi nasıl ki kendisini savunamayacağı şartlar altında (çoğu zaman elleri, kolları, gözü bağlı olarak) öldürülüyorsa; tartışma adabını bilmeyen, tartışma üslubu konusunda taş devri insanlarından daha aşağı ifadelerle dolu bir dile sahip olan, hatta tehdit seçeneğini bile dillendirmekten zerrece çekinmeyen böyle kişilere karşı onlar gibi yeteneklere (daha doğrusu yeteneksizliklere) sahip olmayan bir kişinin, elleri, kolları ve gözleri bağlı olmuyor mu? Diyeceğim o ki; bir tarafın elinde bir insanın ağzına yakışmayacak ifade tarzı, zengin hakaret kelimelerinden müteşekkil bir literatür ve akla hayale gelmez tehdit yöntemleri zirve yapmışken, diğer tarafın efendiliğini muhafaza etmeye, üslubunu kırıcı olmamak için mümkün olduğunca yumuşatmaya, konuşulan konuların çok uzağında şeylerle uğraşmak yerine sadece konuşulan konuya ilişkin fikirlerini ortaya koyma çabaları elbetteki sonuçsuz kalıyor. Çünkü bir taraf fikirler noktasında ikna gücünü kullanmaya çalışırken, diğer taraf karşısındakinin kişiliksizliği, vatan hainliği, ötelenmesi, dışlanması ve ötekileştirilmesi işleriyle uğraşıyorsa, ortada ciddi bir sorun vardır. Bunun adı da; üslup özürlülüğüdür. Yani kendisini ifade edememek, başkalarının kendisini ifade etme haklarına saygı duymamak, dinlememek ve anlamamaktan müteşekkil toplam bir özülülük halidir bu.
Bu ifadelerimi daha da açmak için yaşadığım bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. Birkaç gün öncesi, Facebook isimli paylaşım sitesinde, paylaşılan birkaç yazılı doküman ve videonun başlıklarında oldukça çirkin ve hakaret boyutunu dahi aşmış, tehdit boyutundan taşmış bazı ifadelere rastladım ve o ifadelerin kendi sayfalarında yayınlanmasından dolayı önce sayfa sahiplerine (ki birkaçı da bayandı, böyle ifadeleri hiçbir insana yakıştıramam ama bayanlara hiç...) sonrasında o çirkin başlıkların altında yaptıkları yorumlar ile alenen alkış tutanlara hitaben birkaç yorum yaptım. Yorumlarımın uzun ve çok detaylı olmasından dolayı özü hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum.
Özetle şunları yazdım:
"Öncelikle sayfa sahibi olarak bu paylaşımı sayfasına taşıyan siz ...........beyefendi / hanımefendi olmak üzere, bu paylaşıma seviye sınırlarını aşan ifadelerle katılan bütün yorum sahiplerine hitaben yazıyorum. Lütfen okuyunuz. Ben bu bahsi geçen konulara sizler gibi bakmıyorum. Bunlar gerçeği yansıtmayan, bir delile dayanmayan, hayal ürünü kabus senaryolarıdır. Bakınız biz bugüne kadar fazlasıyla senaryolarla yaşadık ve halen de ülkemizin üzerine senaryo yazan zaten çok fazla iç ve dış güç var. Bizler aynı ülkenin vatandaşlarıyız, bizler birbirimize öncelikle insan olarak saygı duymak ve sahip çıkmak zorundayız. Fikrî görüşü bizden farklı bile olsa biz insanları sevmek zorundayız. Çünkü Hz. Mevlana’nın dediği gibi "Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü" Bu bizim dünyaya yayılmış ve Türklüğümüz ile özdeşleşmiş tasavvuf yapımızın özüdür." anlamında bir yazı yayınladım. Daha 20 dakika geçmeden en az yirmi kişiden birden tepki yorumları ve özelime yağmur gibi mesajlar gelmeye başladı. Ben bunu bekliyordum zaten ama tarz ve yöntem konusunda şoke oldum. Gerçi o kadar çirkin bir başlığın altında, o kadar galiz ve ağır tabirlerle saldırgan tavırlar sergileyen bir kalabalıktan farklı bir yaklaşım da beklemeliydim ama sanırım pozitif bakmak, her fikre saygılı olmak, insanları önce dinlemek, sonra anlamak, anlayamadığım yeri sorarak anlama noktasında eksiklikler bırakmamak gibi eskiden beri bende köklü ağaç gibi yerleşik özelliklerimden olsa gerek, kötü düşünmedim ve kötü şeyler beklemedim. Ama beklemediklerim başıma geldi. Velhasılı, kırıldım, incindim, rencide edildim, hakarete, tehdite, vatan hainliğine varan suçlamalara uğradım. Ve elimde onların kullandığı çeşit bir ifade tarzım (tabiri caiz ise onların silahları gibi silahlara sahip olmadığım için) olmadığı için resmen kurşuna dizildim. Oysa onların uyguladığı yöntemlerden birisinden bile elimde birşey yoktu. Yazılanları saatlerce okudum. Hepsini toplasanız incir çekirdeğini doldurmaz mahiyette, herhangi bir sağlam fikir temeli taşımayan, yüz kelimenin doksanının hakaret, küfür ve terbiye sınırlarını çoktan geçmiş ifadeler olduğunu gördüm. Ben de, karşı saldırıya geçip onların tarzına girebilirdim ve aynı yöntemi onlara kullanabilirdim (gerçi hiç yapmadığım birşeydi ama en azından denerdim). Birden durdum. Ve kendi kendime "Metin sakin ol, sabırlı ol, öfkeyle kalkan zararla oturur, sen fikir adamısın, karşındakiler fikir değil de fizik mücadelesine giriyorlar bu da senin tarzın değil, onlara bir daha yaz, fikirden önce üslub konusunda yaz, onları önce seviye ve ifade saygısı konularına çek. Çünkü şartlar eşit değil, birisi değil hemen hemen hepsi sana hakaret ederken sen onlara fikrini anlatamazsın, onların fikirlerinin yanlış taraflarını da gösteremezsin" dedim ve bu bağlamda daha başka birçok şeyi içimden geçirdim. Her zaman savunduğum bir felsefem vardır. "Eğer karşı şeritten gelen bir otomobil hatalı sollama yapmışsa, iki seçeneğiniz vardır şöyle ki:
- Ya firene basarak hızınızı azaltır ve hatalı sollama yapan kişinin hatasını gidermesini yada solamayı kazasız belasız bitirmesini sağlarsınız. Belki bir miktar şeridinizden sağa kayarak ona daha geniş bir alan bırakırsınız. Bu arada sollamadan vazgeçmesi gerektiğini düşünürken keşke frene basıp şeridine geri girse diye de beklersiniz.
- Yada tersi bir düşünce ile hareket eder, yaptığı hatasını affetmediğinizi göstermek, onu tedirginliğe telaşeye sokmak, sen misin bu hatalı sollamayı yapan hadi al bakalım der gibi gaza basarsınız. Sonuç ne olur? Aslında cevap çok basit. Karşı şeritten gelenin kaybedecek pek birşeyi olmayabilir (halk tabiriyle kelle koltukta yaşıyor da olabilir, biz de aynı kafadaysak zaten sorun yok basarım gaza diyebiliriz belki...) ama ya bizim kaybedecek çok şeyimiz varsa? Bu hatalı sollama işi ondan çok bizi ilgilendirir. O zaman frene yada gaza basmak en çok bizi ilgilendirir. Cevabımıza gelelim. Firene basarsanız, önce kendi hayatınızı sonrasında karşınızdakinin hayatını (o, kendisini, aracındaki diğer kişileri, ailesini, çevresindeki arkadaş ve dostlarını ve onların kendisi ardından ne kadar üzüntü ve duygusal-psikolojik tıravma yaşayacaklarını düşünmüyor olabilir) büyük oranda kurtarma ihtimaliniz vardır. Yok firene basmazsanız yaşanacakların bilançosu telafisi mümkün olmayacak kayıplara sebep bir facia olur. Hem de maddi manevi büyük bir facia. Üstelik siz onun yada o sizin belki de ikiniz de birbirinizin ölüm sebebi olursunuz. Birşeye sebep olmak işlemek gibidir diyor inancımızın felsefesi. Yani neye sebep olursanız işlemiş gibi sayılırsınız.
Üslup konumuzdaki kaldığımız noktaya geri dönecek olursak, ben gaza değil firene bastım. Orada paylaşılan fikir fakiri ifadeleri karşılıksız bırakamazdım ve yine üslubumu bozmadan cevabî bir yazı yayınladım. Ve bu yazımın içeriğinde "birbirimize saygılı olmamız gerektiği, karşı görüş ve düşüncelere de saygı duymamız gerektiği, vatanımızı sahiplenmenin tekelciliğini yapmamızın kimseye birşey kazandırmayacağı" gibi konularda fikirlerimi paylaştım. Ben frene basmaya ve dolayısıyla karşı fikri savunanların sürekli hatalı sollama yaptıkları gidiş gelişli bu fikir yolunda onların düşünemediklerini düşünüp, tartışmayı hepimizin yararına olacak bir konuma çekmeye çalışırken ve bu tartışmanın sonrasında dost olamasak bile en azından düşman da olmamamız için çaba sarfederken, karşı fikri savunanların daha agresif ve depresif tavırlar sergilediğini gördüm. Sonrasında, yine pozitif bakış açısıyla bakarak ve insanların öğretimden çok eğitime ihtiyaçları olduğu gerçeğini bir kere daha yaşayarak görmüş olmamdan dolayı son bir yazı kaleme aldım. Ve o yazımda da içerik olarak şunu paylaştım:
"Bakınız. Bütün pozitif yaklaşımıma rağmen, fikirlerin ortaya konması gereken bu platformda hakaret ve saygısızlık rekorları kırılırken ve -Sen Doğru Olanı Yap, Bırak Yanlışı Başkaları Yapsın felsefeme uygun olarak- tansiyonun düşmesi için tek başıma çaba sarfetmemin ve sürekli firene basmamın bir anlamı olmadığının farkına vardım. Çünkü firene basmaktan sabır balatalarım aşındı. Daha fazlası bu sağlıksız ortamda öncelikle sağlığıma zararlı, sonrasında neticesini göremediğim bir kör döğüşüne girmenin manasızlığı düşüncesiyle ben geri çekiliyorum. Fakat sizler şimdi bunu ’kaçtı’ diye de değerlendirmemeniz için son bir öneri yapıyorum" dedim. Ve ardından önerimi yaptım, o da şudur : "Burada bana yazanlar olarak aranızdan bir tane sözcü seçin ve seçtiğiniz kişi bana bir sabit telefon versin ve bende Almanya’dan o arkadaşınızı arayayım. Sonrasında burada konu edilen herşeyi konuşalım. Benim vaktim müsait, kendime ait 17 saat telefonla konuşma rekorum var. Bu sebeple zaman problemim yok. Buyrunuz bu da son önerim ve belki de hodr-i meydan deyişimdir. İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar mantığıyla bu daveti yapıyorum. Fakat dikkat edilmesini istediğim tek şey var. Konuşmamız sırasında hakaret, küfür, kişilik haklarımı zedeleyici ve tehdit içeren ifadeler gibi şeyler duyarsam uyarıya gerek duymadan telefonu kapatırım. Bu şart kapsamında kim talip ise buyursun bekliyorum" dedim. Az sonra bir kişi bana şunu yazdı: "Ben size telefon veremem ama siz verin ben sizi arayayım" dedi. Ben de kendi telefonumu verdim. 30 saniye geçmemişti ki telefonum çaldı, arayan sitede yazıştığım ve telefon numaramı verdiğim kişiydi. Konuşmanın içerisinde birçok konu masaya yatırıldı ve konuşuldu. Fakat hoş olmayan birşey vardı ki; konuşma sırası bana her gelişinde sürekli sözüm kesiliyor ve cümlemi tamamlamama bile fırsat verilmeden konuşmam sabote ediliyordu. Öncelikle bir kişi ile konuşurken, konuştuğumuz kişinin de kendisini ifade hakkına müdahale etmemek tartışma kurallarının en başında gelir ki, bu herkesçe bilinen basit bir kuraldır. Diğer taraftan konuşulan yada tartışılan konudan sapmadan önce o konuyu çözmek sonrasında başka konu ve konulara geçmek de tartışmanın diğer kurallarından birisi iken, bu konuda da bir daldan dala atlamak halini sezdim ve bu konuda da uyardım. ’Lütfen, konumuzda kalalım. Zira böyle olmazsak bu konuşmayı son nefesimize kadar bitiremeyiz.’ dedim. (Burada küçük bir not düşmeliyim ki, tartışmaların genelinde bu kural çiğnendiği için birçok problem çözülemeden tartışma ya yarım kalır yada bir tarafın sabrı tükendiği için başka yönlere kayar.) Devamında yine benzer haller olunca son bir uyarı yaptım ve bu seferde gerçek yüzü ortaya çıktı. Savunduğu fikirlerinin yere bastığını zannettiği temeller birbir yıkılmaya başlayınca ve yıkılan fikir binasının çöküşüyle altında kalacağını da çok iyi bildiği yada akıbeti gördüğü için yöntemini birden değiştirerek, üslubunu çirkinleştirmeye, çamurlaştırmaya ve kelime literatürünü değiştirmeye başladı. Meşhur Câhız’ın dediği gibi (şu linkte Câhız ile ilgili detaylı bilgi bulabilirsiniz: www.turkcebilgi.com/cah%C4%B1z/ansiklopedi#ansiklopedi ), “Muaraza-i bilhuruf mümkün olmadı, muharebe-i bissüyufa mecbur oldular.” Yani sözlü olarak bana mukabele edemediği için hakarete hatta tehdide varan yollara müracaat etmeye kalkışınca uyarıda bulunmaksızın telefonu kapattım.
Evet buraya kadar olan ifadelerimden anlaşılacağı üzere, millet olarak üslup fakiriyiz. Hatta bir çoğumuzun üslup konusunda kemikleri bile sayılıyor. Bir insanın fiziksel zayıflığının birçok sebepleri vardır ama açlık çekenlerin tartışmasız zayıf oldukları herkesin malumudur. Aynen bunun gibi fikrî olarak yeterince beslenmeyen bir beyin zayıf kalmaya ve dolayısıyla da beklenen fikrî mukabele gücünü gösterememeye hatta iflas etmeye mahkumdur.
Hemen hemen tüm televizyon kanallarındaki haber programlarına göz attığımızda, gazetelerdeki 3. sayfa haberleri cinsinden onlarca olayı dinliyoruz ve izliyoruz. Ama ne yazık ki, genel anlamda halk olarak hiçbirşey öğrenmiyoruz. Çünkü öfkeyle kalkanın zararla oturduğu olayların ekranlara yansımadığı birgün bile geçmiyor. Konuşmayı bilmiyor, ifade etmeyi bilmiyor, dinlemeyi bilmiyor, anlamayı bilmiyor, gözlemlemeyi bilmiyor, duyduğumuz-dinlediğimiz ve gördüklerimizden doğru manaları çıkaramıyor, önce kendimizden başlamamız gereken eleştiriye hep başkalarından başlıyor, bencillik sınırlarını sürekli daha ileri taşıyor, insanları sevmeyi ve saygı göstermeyi bilmiyor, hoşgörü ve anlayış fakirliğine düşüyor, bizim gibi düşünmeyenleri dışlıyor-öteliyor-ötekileştiriyor hatta başka bir ülkede yaşamaları konusunda tavsiyelerde bulunuyor, vatan hainliği ile suçluyor, yaşamaya hakkı bile olmadığını düşünüyor, Allah’ın onu insan olarak yaratmasına karşılık İNSAN’a yakışmadık tabirlerle hitap ediyor, lafta galip gelmeyi fikren galip gelmeye tercih ediyor, vatanı herkesten çok sahiplenip herkesten çok milliyetçi olduğumuzu iddia ederken en basit vatandaşlık görevlerimizi bile hakkıyla yapmıyor, yaşadıklarımızdan ders almıyor, fikri çatımızı geliştirmeye çalışmıyor, zaten okumuyoruz da okumak için günde 5 dakikamızı bile vermiyor, okumuyor okumuyor okumuyoruz. O K U M U Y O R U Z. Okumayınca da başka fikirleri öğrenemiyor ve kendimizi geliştiremiyoruz. Ve fikren, hayalen, beynen zayıf kalıp sürekli fakirliyoruz.
Netice; fikren, hayalen, beynen zayıf olan bir insanın üslubu nasıl düzgün olsun ki? Böyle insanlardan müteşekkil bir toplumun üslubu nasıl düzgün olsun ki, bir kısmımızın üslubu düzgün olsa bile, çevremizde her dakika yıkımla uğraşan üslup kurşunlarına hatta bombardımanına hedef olmamak, yara almamak için tek yolumuz var. Zırh giymeliyiz. Her halimizle her sözümüzle doğru insan olma zırhını giymeliyiz. Biz doğru üslubu tercih edersek, zamanla alışkanlık haline gelir ve "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır" felsefesiyle hareket eden örnek ve imrenilen birisi olabiliriz. Başkalarının yaptığı yanlışların (zarar verme noktasında) bizim doğrularımıza teğet bile geçmelerine izin vermezsek biz zırhımızı giymişiz demektir. Bu zırh; öncelikle üslup, hoşgörü ve anlayış maddelerinden oluşuyor. Baba yada anne olanlarımıza bir öğüdüm var (benim de dört evladım var). Çocuklarınız; doğruluğu, dürüstlüğü, sevgi ve saygının ifade şeklini, insan nasıl olunur?u, "Yaratılanı sevmenin, Yaratandan dolayı olduğunu" sizden görerek öğrensinler. Ve bu konularda düşünceye daldıklarında akıllarına ilk gelen de siz olasınız. İlk önce evlatlarınızdan başlayın, sonra yakın akrabanız ve çevreniz gelsin, nihayetinde geniş çevreniz, sizi "doğruyu yapan, yanlışa komşu dahi olmayan" bir kişiliğe sahip olduğunuzu görsün. Hayatın en önemli gayesi arkamızda hoş sada, hoş kokular, güzel izler bırakmaktır. Henüz geç olmadan, sayılı kalan nefeslerimizi bari bu yola koymaya değmez mi??? Hoş sada, hoş kokular ve güzel izler için hala başlamadıysanız, şimdi başlayın haydi B i s m i l l a h....
Üslup, kişiliğinizin SÖZ halidir.
Üslup, kişiliğinizin DİL halidir.
26.Eylül.2010 / Mühlheim am Main - Frankfurt
Metin ESER
-----------------------------T.C.K. 216. Maddesi:
"madde 216. -
(1) halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
Bununla birlikte suçun işlendiği mecranın cezaya etkisini belirleyen bir madde de şu şekilde yer alıyor:
Ortak hüküm :
"madde 218. - Yukarıdaki maddelerde tanımlanan suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
"basın ve yayın" tanımına tüm basılı kaynakların yanı sıra internet de girmektedir.
YORUMLAR
Söylediklerinizde çok haklısınız tamamen katılıyorum.
Benzer durumlara bir çogumuz şahit olmuş ya da yaşamışıktır.
Kendi gibi düşünmeyenlere hakaretlerle kendi fikirlerini dayatmaya çalışan acizler vs...
Bazen bahsettiğiniz gibi kişilere birşeyler anlatmaya çabalamak zaman kaybı ve üzüntüden başka birşey değil
Sirke dolu bir küpten bal sızdırmasını bekleyemeyiz.
Bırakalım kendi çirkinliklerinde hemhal olsunlar.
ÜZÜMKARASI tarafından 11/13/2010 3:21:21 PM zamanında düzenlenmiştir.
MetinEser
"Üslup Kişiliğinizin Dil Halidir" başlıklı yazıma güzel fikirlerinizle katılımınızdan ve bunu da paylaşmanızdan dolayı çok teşekkür ederim. Kendim öğretmen kökenli olmamdan dolayı da bu üslup konusuna çok hassasım. Ve bence okullarda "üslup" hakkında bir ders olmalı. Gerek yazılı gerekse sözlü ifadede insanın seviyesini belli eden üslup hiç de yabana atılacak yada basite alınacak bir konu değil bana göre ve zaten bu sebeple de bu konuda yazmayı uzun zamandır istiyordum, nasip bugünlere denk gelmiş...
Bir insan çok yakışıklı, çok güzel, çok birikimli, belki birkaç diploma sahibi falan da olabilir ama dilinden dökülen birkaç cümlede kişiliğinin dil hali birden ortaya seriliveriyor. Özellikle de kendisine ait zıt fikirleri karşısına çıkardığınız zaman, özellikle de sanal ortamda insanın kişiliği üslubundan belli oluyor. Reel hayatta kısmen insanlar üslubuna dikkat ediyor, gerek ilişkilerinden dolayı gerekse mecburiyetlerden dolayı ama özellikle sanal ortamda bu konuda maalesef bir yıkım yaşanıyor.
Umuyorum ki, elimizden geldiğince üslup konusunda duruşumuzu ortaya koyabilirsek; belki üslubu bozuk olan dolayısıyla kişiliği bozuk olan kişilere de bir çeşit set oluşturmuş oluruz. Üslubun düzgün olmadığı bir yeri, ortamı yada kişiyi yalnız bırakmak, eminim ki zaman içinde onları üslup konusunda bir iç hesaplaşmanın içine iticektir.
Bu arada çenem düştü çok özür dilerim ama hassas olduğum bir konu ve kendimi tutamadım. Hakkınızı helal ediniz...
Güzel günler diliyor ve yaklaşan kurban bayramınızı da tebrik ediyorum.
Sevgi ve muhabbetlerimle...
Metin ESER
kendileri gibi düşünmeyen insanlara rast geldikleri zaman neden insanlıktan çıkarak ne olduğu belli olmayan kılıklara bürünüyorlar.
Cahilliklerini asamadiklarindan kaynakli birsey bu.
Her medeni insan karsi tarafin görüs ve fikrine saygi duymali.
Normali budur.Isi hakaret ve tehdite vardiran insanlar bilgiden yoksun ne oldum delisi olan görgüsüz kisilerdir.Herkes ayni düsünecek diye birsey yok ama görüyoruz ki bunu kavrayamiyor insanimiz terbiye saygi anlayis yok.Ve sanal alemde bu cok ses cikaranlar saygi ve terbiye sinirini asarak ben hakliyim diyenlerin terapiye ihtiyaci var
psikolojik olarak.Bu gibi insanlari kendine düsünce etmemeli asla ki etmez düsünceleri dengede olanlar.Bunlar da tabi kisaca benim düsüncelerim.
Yüreginize saglik
Saygilarimla
hicbitmez tarafından 9/27/2010 12:31:00 PM zamanında düzenlenmiştir.
MetinEser
Öncelikle sayfama misafir olduğunuz ve zaman ayırarak yazımı okuduğunuz ve elbette değerli fikirlerinizle katkı da sağladığınız için teşekkür ederim. Fakat şunu da belirtmeliyim ki, bu tür tahammülsüzlük gösterip sonra da bu tahammülsüzlüklerini kişiliklerindeki dejenerasyon ile olmadık tepkilere çevirenler sanal ortamda nüfus patlaması yaşatıyor olsalar da sivil hayatta da bunun örneklerine çok rastlıyoruz. Mesela bir marketten ekmek alırken yaşanan basit bir olayda bile bir taraf diğerinin katili oluyor. Yazımda da değindiğim gibi en büyük sorun, dinlemeyi, anlamayı ve tabii ki bizden başkalarının da özgürlük sınırlarını ihlal etmeyi marifet sanıp, herşeyi silecek kadar gözü kara olabiliyoruz. Maalesef millet olarak bu konuda çok zaaflarımız var. Mesela, ben Almanya'da yaşıyorum. Ve 10 yıldır buradayım. Fakat bu 10 yıl içerisinde sokakta yada herhangi bir kamu alanında 2 kişinin tartıştığını, bağrıştığını, kavga ettiğini ve trafikte şoförlerin birbiriyle dalaştığını hiç görmedim. Velhasılı teknolojik olarak büyük ekonomili ülkelerden çok gerilerdydik ve bu mesafeleri fazlasıyla kapattık hatta öne bile geçtik ama kafaların içindeki sakinlik, sabır, anlayış, hoşgörü ve üslup hazinelerinin kapıları çoğunluk vatandaşımızda hala kapalı. Hatta üstüne üstlük daha yeni yeni kilitler ebedi açmamacasına kapatanlar var...
Kolay değil ama ben suya bir taş atmak istedim, benimle beraber taş atanlar çok olursa dalgalar belki yayılır düşüncesindeyim. Ve tekrar teşekkürlerimle Efendim :)
hicbitmez
toleranz nedir bilmiyor bizim milletimiz maalesef.
ve anlatamiyoruz.
saygimla tekrar