Dolunay’da her şey…
Dolunaylı geceler başlıyor. Öyle şaşalı lise baloları gibi değil, sessizce açılıp sessizce kapanan kıyı semti balıkçısı gibi. Yakın dostları yıldızlar, uydular, kuşlar, deniz ve gece var açılışta. Bir de bendeniz. Rüzgar durgun denize canlılık katıyor, dalgalar sahile vurdukça o büyülü ses duyuldukça dolunayın tepeden ışıltısı tam önüme düştükçe, denize girip yüzdükçe ufka doğru gençler, telefonda duyduğum sese bir adım daha yaklaşıyorum.
Yolda yürüyen bir adam, kafasını kaldırıp gökyüzüne bakıyor. Karısı hemen kolundan çekiştiriyor ‘nereye bakıyorsun sen?’ dermişçesine. Adamın yüzündeki gizli hüzne şahit oluyorum.
Genç bir kız, henüz on beşlerinde olsa gerek, ağlıyor! Dayamış burnunu sahile bekliyor gelsin de silsin diye gözyaşlarını şimdi çok uzaklarda olan kahramanı…
Tam ışıltının ortasına sallıyor misinasını usta. Ağzının kenarında hiç bitmeyen sigarası, üzerinde eskimiş bir tshirt, ayakları suyun içinde. Olta elinde ama o öylece ufuk çizgisine bakıyor, haydi rast gele!
Elini sırtından geçirerek, güvenliğini sağlayacak biçimde başını omzuna koymuş kız arkadaşını sarıyor delikanlı. Genç kız dolunaya bakıyor, delikanlı denizin enginliğine. Bir aşk çıkmaz sokağa böylece itiliyor.
Kendini dünyanın hakimi sanan, her yer benim edasında dolanan, iribaş kıvamında ağır aksak adımlarıyla yanaşıyor yanıma bir sokak köpeği. Önce suratıma bakıyor, sonra da yanıma çöküp baktığım yeri çözmeye çalışıyor. Sonunda dayanamayıp sıkıntılar içerisinde kalkıp gidiyor yanımdan. Derken iki üç dakika sonra tekrardan geliyor yanıma ve gözlerimin içine bakarak iki ‘hav, hav…’ çekip içli içli uzaklaşıyor. Hafif keyifli bir halde yanımdan gidişini izliyorum, sağa sola caka satıyor.
Kaldığım yerden devam edeyim istiyorum. Bir yüz, portakal kahkahasını takınmış öylece bana bakıyor. Birden kafamı çevirip köpeğe bakıyorum, yerinde yeller esiyor. Ve idrak edişim gerçekleşiyor: ‘hav, hav’ aslında ‘bekle, gelecek…’ demek oluyor.
*******
Haydi… Sıra bizde! Kaldırdı kepenklerini cennet, araladı kapılarını aşkın. Tut elimi, öyle yolculuk telaşı gibi değil sukuneti ruhunda dönülmez akşam havasında. Aç kollarını bir kırlangıç özgürlüğünde, kapattığında kollarını beni de içine alacak şekilde aç. Uzat dudaklarını korkusuzca, ters dönmüş kaplumbağayı ağzınla beslediğini unutmadan. Yürü, hatta koş! Düşmekten çekinmeden. Kalp yolum hizmetine sunulalı çok oldu. Bak tabelaya ‘aşk diyarı 000km’ yazıyor. Güldüğünü duyur nazarı dert etmeden, kulaklarımdan kalbime kestirmeyi tercih et. Dinle dinle, yahu dinlesene! Demir Demirkan’dan selam getirdim. Sor bakalım diyor Portakal Kahkahalına: ‘’Var mı Aşktan Öte?’’
*******
Şarkılar… Bozkır uçurumlarından, çiçek tarlalarına iten kudret. Neşesiz bir sonbahar geçişini sokakta hiçbir şeyden habersiz oyununu oynayan neşeli çocuk haline büründüren etken. Küçük bir mutluluğu Rio karnavalına döndüren, anlamsız bir tebessümü kek kabına koyup fırına atan, burnunun kenarına doğru yavaş yavaş süzülen yaşları birden alnından akıyormuşçasına ifadelendiren, dışarıdan bakıldığında sıkıntıdan patlıyormuş havası veren bedene eşlik eden yoldaş.
Şarkılardan mı bahsediyorum ben?
Doğuşan IŞIK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.