- 507 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Duyguları Akıl ve İradeyle Terbiye Etmek
İnsanları Yüce Allah’a kulluktan alıkoyan, din ahlakını yaşamaktan uzaklaştıran, sinsice şeytanî sisteme çeken ve insanların başına sayısız acı ve bela getiren bir tehlike vardır. Bu tehlike, çok farklı durumlarda kendisini gösterir. Bazen öfkeyle sıkılmış bir yumrukta bazen bir komünist marşta bazen de bir gencin sevgilisine yazdığı aşk mektubunda bu tehlikenin izlerine rastlayabiliriz. Birbirinden oldukça farklı şeylerden söz ediliyor gibi değil mi?
Konuyu biraz daha açacak olursak; insanların büyük çoğunluğunun bu konuyu bir tehlike olarak görmediğini söyleyebiliriz. Ayrıca dine tamamen aykırı bir ruh hali olduğu halde, insanların çoğunun bu ruh halini bir yanılgı olarak değil, beğenilen bir özellik olarak gördüklerini de ekleyebiliriz.
Bu tehlike, duygusallık ya da romantizmdir. Duygusallık, cahiliye toplumunda iyi insanlara has beğenilen bir özellik olarak görülür. Oysa duygusallık, en önemli özelliklerden biri olan ’aklı’ tamamen devreden çıkarır, kişiyi tutkularına, öfke ve zaaflarına göre yaşamaya yönlendirir.
Romantizm, milyarlarca insanı tutsak etmiş bir cahiliye kültürüdür. Romantizmin tetikleyicisi gerçekte şeytandır ve şeytan duygusallık telkini vererek çok sayıda insanı Allah’ın yolundan alıkoyar. Çünkü duygularının tutsağı olan insan aklını kullanamadığından, ne Yaratıcısını hakkıyla takdir edebilir, ne O’nun yarattığı olaylar ve hikmetleri üzerinde düşünebilir, ne de dinini tam anlamıyla yaşayabilir. Çünkü Allah’ı bilen/kavrayan akıldır ve akıl devre dışı kaldığında din gereğince yaşanmaz. Ve Kur’an, "ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye" (Sad Suresi, 29) indirilmiş kitaptır; yalnızca temiz akıl sahipleri öğüt alabilir.
Romantizm adeta bir hastalıktır ve tedavi edilmediği sürece kişi dini gerçek anlamda yaşayamaz. İnanan insanın namazı, ibadetleri, dirimi ve ölümü alemlerin Rabbi olan Allah’ındır. (En’am Suresi, 162) Akıl tam kapasite kullanılmadan da insanların kendilerine yaptıkları zulmün, acının, hüzün, gözyaşı ve saldırganlığın ortadan kalkması mümkün değildir.
Romantizm, çoğu zaman ’sevgi’ duygusu başlığı altında kişiyi etki altına alır. Bu nedenle ’sevmek’ eylemi yanlış yönlendirildiği ve romantizmin kıskacında geliştiğinde birçok insanı şirke bulaştırır. Örneğin, romantik milliyetçiler, kendi milletlerini çok ’severler’; diğer milletlere karşı düşmanlık duyar hatta kimi zaman saldırganlaşırlar. Yine bir gencin sevgilisine duyduğu romantik ’sevgi’, genç kızı yaşamının merkezi haline getirir, hatta genç onu canına kıyacak kadar sever.
Sevgi, kuşkusuz Allah’ın insanın kalbinde kıldığı en güzel duygulardan biridir. Ancak bu sevginin kime, neden ve ne şekilde hissedildiği önemlidir. Romantizmin yönlendirdiği çarpık sevgi anlayışı ile Allah’ın bize Kur’an’da tarif ettiği gerçek sevgi birbirinden oldukça farklıdır.
Kur’an, layık olanlara sevgi duymamız gerektiğini, layık olmayanların ise sevilmeyeceğini haber verir. Sevgiye layık olanlar, Allah’ın beğendiği ahlakı yaşayan ve yaşama çabası içinde olan insanlardır. Bu ahlakı yaşamayan ve yaşamaktan kaçınanlar ise sevgiye layık değildirler. Allah’a karşı isyan içinde olanlara ve nankörlük edenlere sadece ’buğz’ edilir, yani kalben soğukluk duyulur.
Söz edilen kimselere karşı sevgi duymak büyük bir yanılgıdır ve Allah Kur’an’da iman eden kullarını bu konuda uyarır.
Ey iman edenler, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır... (Mümtehine Suresi, 1)
İman edenler Allah’ın buyruğuna uyarak inkarcılara sevgi duymazlar. Ancak mümin, Allah’tan yüz çevirmiş birine karşı bir sevgi duymasa da, o insanın iman etmesi için elinden gelen çabayı gösterir. Ayette söz edilen, sevgi yöneltmemektir. Bu kuşkusuz, o kişiye öfke duyma, onun kötülüğünü isteme anlamına gelmez. Mümin tam aksine öğüt alabilecek olan insanlara dini tebliğ etmek, ölümü, ahireti, cennet ve cehennemi anlatmak, Kur’an’la uyarmakla yükümlüdür. Bu görevleri isteyerek ve şevkle yapar. Hatta tüm çabasına rağmen iman etmeyen kişiye, bozgunculuk çıkarmadığı sürece adil ve hoşgörülü davranır.
Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever... (Mümtehine Suresi, 8-9)
Duygusallık batağında çırpınan birçok insanın yaşamında, bu yanlış yönlendirmenin sonuçlarına rastlayabiliriz. Nefsinin tutkularına, nefret, kin ya da öfke gibi duygularına yenilmiş insanlar, yaptıkları akılsızca işlere gerekçe olarak "ne yapayım, seviyorum" ya da "ne yapayım, içimden böyle davranmak geliyor" gibi sözler söylerler. Oysa insanın ’içinden gelen’ her şey doğru değildir. Şeytanın sözcüsü olan nefis insana sürekli kötülüğü emreder. O halde, çaresizce kendisini bu sözlerle savunmaya çalışan kişi, nefsinin tutkularının esiri olmuş, şeytanın sisteminde yaşamaktadır. Allah’ın hoşnut olmayacağı davranışlar sergileyen insanlardan Kur’an şöyle söz eder:
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Kur’an ayetlerinde çok önemli rahmani bir bakış açısı tarif edilir. Örneğin, “Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır... (Maide Suresi, 8) ayetinde de olduğu gibi, insanın duyguları değil, aklı ve vicdanı yönlendirici olmalıdır. Çünkü insanın duyguları, aradan belli bir süre geçtikten sonra kendisinin de hayrete düşeceği davranışlar sergilemesine sebep olur. Doğru noktaya ulaşabilmek için akıl ve irade yönlendirici olmalıdır. Kısacası duygular akıl ve iradeyle terbiye edilmelidir.
Haber Vaktim
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.