- 2034 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
300 - El HABİR
Onur BİLGE
Virane’de, her bir araya gelişimizde, Allah’ın bir ismi hakkında konuşuyor, Define’den de yardım alarak, O’nu idrak etmeye çalışıyorduk. Okullar kapanmadan bu esmaları bitirmeye niyetliydik. Epey merhale kat etmiştik ama sanki hâlâ yerimizde sayıyor gibiydik. Kolay değildi. Bizim bildiğimiz doksan dokuz, bilmediğimiz nice sıfatları vardı, aklımızın alamayacağı.
Bugün öğleden sonra da ikindiye kadar, Allah’ın El Habîr ismiyle; yarattıklarının, gizlediklerinden de açığa vurduklarından da haberdar olduğu, konuşulanları işittiği, niyetleri, yani kalplerden geçenleri bildiği, düşünceleri okuduğu, arzu ettiğinde, dilediği kullarını çeşitli kanallarla, zahir ve batın hakkında uygun gördüğü kadar bilgilendirdiği gerçeği hakkında konuştuk. Define:
“Zerreden küreye her yarattığının en küçük parçasına kadar, yedi kat yer ve yedi kat gökte, berzah ve ervah âleminde her olup bitenden, sır ve meyillerden haberdardır. Yüce Zatını, Habîr ismiyle lütfettiği Kur’an-ı Kerîm’inde geçen sıfatlarından tanımaya çalışıyoruz. O muhkem bilgi kaynağından; eksiksiz, sağlam ve apaçık bilgiler ediniyoruz. Oradan öğrendiğimize göre olumlu veya olumsuz tüm yaptıklarımızdan haberdardır ve hardal tanesine kadar karşılığını vereceğini bildirmiştir. Onun için ayağımızı denk almalıyız! ” dedi. Neşe:
“Teyzem diyor ki dede: “Ela ya’lemü men halak ve hüvel Latif ül Habir” ayeti var ya Tebareke’de…”
“Yani Mülk Suresinde… On dördüncü ayet…”
“Evet, dede. Onu her gün yüz defa okuyanın rüya kanalı açılırmış. O ayet hürmetine haber niteliğinde rüyalar görmeye başlar, ona daha çok şey bildirilirmiş. Doğru mu acaba? ”
“Bahsettiğin, nafile ibadettir. Nafile derken ne kastettiğimi anladın sanırım. Nafile ibadet, boşa giden, lüzumsuz değil, farz olmayan, demektir. Biz Allah’a nafilelerle yaklaşmaya çalışırız. O, her şeyden haberdar ve latiftir. Dilediğinin keşfini açar. Her şey O’nun elindedir. Yeter ki iyi niyetle ve yakınlıkla ibadet edilsin.”
“Yani olabilir, öyle mi? ”
“Tabi olabilir. Neden olmasın? Denesin bakalım. Allah’ın ayetlerini tekrarlamanın kime ne zararı olabilir? Mümkün mü bu? Mutlaka her bir harfi kayda geçecek, amel defterinde yerini alacaktır. Anlamını düşünerek okursa sevabı katlanacaktır. Okusun bakalım. Hatta ben de okuyayım da deneyeyim, bakalım gerçek mi o söylenenler.”
“Gerçekmiş dede. Bir grup arkadaşı öyle yapıyormuş ve sevgililerinden haber bekleyen genç kızlar gibi heyecanla uyuyorlarmış.”
“Sen de dene bakalım, Neşe. Neler olacağını birlikte görelim! O surenin bir mümine yeteceği hakkında hadis var. Otuz ayettir. Her gün okuyan, kabir azabından muhafaza edilirmiş. Yasin, Mülk ve Nebe çok okunan surelerdendir. Aslında sayıya tâbi olmamalı, sonsuz sınırsız okumalı. Ben bu fikirdeyim ama biz, gücü sınırlı insanlarız. Zayıfız. Dayanamayız. Yorar. Onun için en az şu kadar, en az bu kadar denilmiş. Belki de imanla bir kez okumak da aynıdır ama biz onu da beceremeyiz gibime geliyor.”
“Kuran’da var mı böyle şeyler, dede? ”
“Ne demek, var mı? Emir var! Hem de ilk emir… İkra! ..”
“O emir, Kuran’ı okumak için değil mi? ”
“Evet. O bahsettiğin surenin o ayeti Kuran’ın içinde değil mi? ”
“İçinde tabi! Benim sorduğum soruya da bak! Mantıksızlığın bu kadarına ne denir, bilmem ki? ”
“Öyle deme, be kızım! Beşer, şaşar! Dalgınlık, dikkatsizlik işte! ”
“Bir de… Bir de acaba yanlış bir şey yapar mıyım, korkusu…”
“Oku kızım, oku! Hüsnüniyetle oku! Şu olsun, bu olsun, şu şöyle olsun, bu böyle olsun diye değil, öğrenmek için oku! Yani, okuduklarının anlamlarını da öğren, demek istiyorum.”
“Semiray dediğinden beri öyle yapıyorum zaten, dede. Eskiden sadece orijinalini okurdum ama anlamazdım. O, eski yazı bilmiyor. Meal okuyor. Onun için daha çok şey biliyor.”
“Demek o tavsiye etti. O nedir, o! .. Öyle mi kız? Sen mi tavsiye ettin? ”
Sadece gülümsedim. Gözlerime gözlerini dikip, merakla sordu:
“Ne demek o ayet? Anlamını biliyor musun? Söyle bakalım! Babamdan kalma bir ‘aferin’im var, onu da sana vereyim! ”
“Kolaymış. “Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” demek, dedeciğim. Hüve, halak, Latîf, Habîr… Bunlar, bildiğimiz sözcükler.”
“Aferin! .. Bak, bu ‘aferin’in değerini iyi bil! Ne zamandır saklıyordum. Ona göre…”
“Ben de torunum için saklayacağım, merak etme! ”
Günlük olup biteni hızlıca kaydediyor, ilerde roman yazmak üzere biriktiriyorum. O kadar çok yazmışım ki kabaca bir hesapladım, iki yüzer sayfalık yirmi beş kitap eder. Bunlardan bir o kadar da roman çıkar.
Öyle bir roman olmalı ki anılardan, öykülerden, denemelerden oluşmalı ve hiç kopmadan devam etmeli! Bin bir gece masalları gibi birbirinin içinden çıkmalı ve okur tek kitabımı okuyup beni okumaktan vazgeçememeli, diğerlerini de okumak istemeli… Bir öykü dizisi olmalı, kopmadan devam eden ve Semiray’ı anlatan. Adı ne olmalı mesela? Ne olmalı? Bin bir gece öyküleri olmalı, tabi ki! Geceleri yazıyorum ben bunları. Hatta demeliyim ki her kitabın önsözünde: “Her gece bir öykümü okumadan uyumamayı adet haline getirin, lütfen. Çünkü ben onları, uykularımdan feragat ederek kaleme aldım.” Hem böylece Şehrazat gibi hissederler kendilerini. Büyülü bir dünyayı yaşarlar, gecelerinin bir yerinde. Sonra kapatırlar kitaplarını. Başuçlarına bırakırlar ve mışıl mışıl uyurlar, huzur içinde.
Bazılarında çocukluğum var. Giritli mahallesi… Taşlı tozlu sokaklarda nefes nefese oyunlarım, meraklarım, sorgularım, bulgularım, kurgularım… Ben varım, her noktasında. Onlar da benimle oynasınlar, koşsunlar, coşsunlar doya doya, kıyasıya, taşlı tozlu daracık sokaklarda! Mutluluk oydu, o zamanlardı, o sokaklardaydı, en çok. Benimle geriye gitsinler. Çocukluklarını tekrar yaşamanın imkânsızlığının pençelerinden sıyrılarak, özgürce, koşarak gelsinler, ellerinden çocuklarını da tutarak hatta. Yüksek sesle okusunlar, onlar da dinlesin, yarım asır önce nasılmış, Türkiye’de çocuk olmak. Belki çocukluğum rehber olur onlara. Sokaklara çıkarlar, betonlaşan şehirlerde oynayabilecekleri boş bir alan bulabilirlerse mesela.
Belki apartmanların çatı katları da olabilir, etrafları demir parmaklıklarla iyice korumalı hale getirilerek ve zemin izole edilip, halıyla kaplanarak. Neden olmasın? Apartmanların damlarında mini bahçeler oluşturulabilir, ağaçlar bile dikilebilir. Yeter ki murat edilsin! Bütün rüyalar gerçek olabilir.
Rüya dedim de aklıma geldi. Hani bir rüyam vardı, Tezveren Sultan’ı görmüştüm ya düşümde. Hani o lise bitirme balosuna gidememiş de sabaha kadar ağlayıp da dua etmiştim ya. Allah’tan, bana kalan hayatımı göstermesi için yalvarmış ve neresi olursa olsun, dört yıllık bir üniversite kazanmak için yakarmıştım ya… Onu görmüştüm de beni elimden tutup Hacı Bayram’a götürmüştü. Daha sonra, babamla Ankara’ya gittiğimizde, Hacettepe Üniversitesi’nin Kütüphane Binası’nın bulunduğu köşede, tam imtihana girdiğim yerdeymiş yaşadığı ev. İki katlı, ahşap bir binaymış, bahçeli. O evin hizmetçisiymiş. Yıllar sonra o ev de diğerleri gibi yıkılmış, yerine o bina inşa edilmiş. Tezveren Sultan, hemen yakınlarındaki caminin avlusuna gömülüymüş. Camiyi dahi yıkmışlar, kocaman yol geçmiş. Onun mübarek kabrine dokunamamışlar, kavşağın ortasında kalmış. Ben, bütün bunları nereden bileceğim? Bilen, sadece Allah’tı. O haber verdi. Rüya kanalından malum etti. Sonra da yolumuzu oraya düşürüp, bir güzel ispat etti.
Peygamberlere vahiy kanalıyla, evliyalara iham yoluyla, tüm kullarına rüya ile haberler vermekte ve bütün bunlara rağmen varlığını idrak edemeyenlere bir ayetinde bu konudan bahsetmekte: “Gördükleri rüyayı, ertesi gün kendilerime yordurturuz.” demekte.
İlkokul beşinci sınıf öğretmenimi de öyle görmemiş miydim? O gece sabaha karşı gelmişti ve bana sarılmıştı. Uyandığımda, tam gördüğüm rüyayı anneme anlatırken telefon çalmış, beşinci sınıfı okutmak üzere o okula tayinimin çıktığı bildirilmişti.
Tesadüf diye bir şey yok. Tevafuk... Her şey ince ince hesaplanmış, planlanmış, saniye saniye sunulmakta ve yaşattırılmakta.
Bazen içimize doğmakta… Altıncı his demekteyiz. Duru görü… O, her birimizle ayrı ayrı ilgilenmekte ama biz ne yazık ki çok gafiliz. Yarın: “Ben hep sizinleydim, siz kimlerleydiniz? ” derse, ne yapacağız?
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 300
YORUMLAR
Her şey ince ince hesaplanmış, planlanmış, saniye saniye sunulmakta ve yaşattırılmakta.
Evet kimin bahtinda ne varsa o olacak.
Nerde nasil oldugunu ve olacagini ne düsündügünü kalben ya da beyin olarak ne hesapladigini hepsini biliyor yaradan.
Bu biraz da bir güven veriyor insana.
Cünkü dediginiz gibi
olumlu veya olumsuz tüm yaptıklarımızdan haberdardır ve hardal tanesine kadar karşılığını vereceğini bildirmiştir.
Yine cok güzel ve faydali bir yaziydi her zamanki gibi.
Sonsuz sevgimle sevgili Onur Bilge.
hicbitmez tarafından 9/22/2010 3:52:44 PM zamanında düzenlenmiştir.