KÖY ODASI
Öykü
Köy odası
Kadriye YAPICI
Köy odasında geceler boş ve sessiz geçmişti yaz boyunca, ne bir sohbet ne de bir masal anlatılmıştı. Yazı harıl harıl çalışmakla geçirmişti köylü. Erkek, kadın ve gençler büyük bir sabırsızlıkla kışı bekliyorlardı. Kış kendini gösterir göstermez, köy odası şenlenmeye başlayıp her gece dolup boşalırdı, sohbetler, hikayeler ve birbirilerinin lakaplarıyla alay edip eğlenmeler... Ve bazen de, yetersiz gelirdi köylüye bu eğlence; büyük bir sabırsızlıkla gelecek olan bir gezginde olurdu gözleri ve kulakları... Köylü için gezginin gelmesi haber demekti, televizyon demekti, tiyatro demekti.
Hayvan aşılaması için görevlendirildiğim köylere, kendimi çok şanslı bulurdum. Köy odalarında bulduğum keyfi hiç bir yerde bulamazdım. O yüzden görevimin hep kışa denk gelmesini çok arzulardım.
Kış olduğu halde Tepecik köyünde bütün ağaçlar yemyeşil ve evler ağaçların arasında birer kitap gibi görünüyordu. Hayvanların aşılamasını yaptıktan sonra, karşıma çıkan ilk çocuğa muhtarın odasını sorduğumda: “ Hangi muhtarı soruyorsun emmi?” dedi çocuk.
“ Köyün muhtarı kaç ki?” diye sordum. “ Bu köyün üç muhtarı var, birincisi Pinti Hasan, ikincisi Abdestsiz Cengiz, şimdiki ise Topuksuz Mustafa” dedi çocuk... Daha fazla lafı uzatmak istemediğim için: “ Evet topuksuz muhtarın evini bana göster.” dedim. Çocuk sağ elini kaldırıp “ Bu karşıdakidir emmi, kapının önünde keçi olan ev.”
Tam elimi kapıya vuracaktım ki, muhtar kapıyı açıverdi:
“ Ehlen buyur içeri ” dedi. Köyün bu örf adetini öğrenmiştim artık “Ne istiyorsun, bir diyeceğin mi var? Birini mi soracaksın?”demezdi köylü insanı.
Başımı geğip içeri girdiğimde, muhtarın evi ve köy odası yan yanaydı. Avlunun bir kenarında bir legen, yanında tepeleme yıkanmış çamaşır. Çamaşırın kirli suyu akıp kapının yanına dek gelmiş gölleşmiş. Girdiğim yer hiç de avluya benzemiyordu, dört duvarla çevrili bir boşluk, belki de burası iç avlu ya da arka avlu diye düşündüm. Bu köyün evlerin avluları hep ağaçlı, çiçekli olur, ama girdiğim bu avluda taş ve topraktan başka bir şey yok.
Muhtarla birlikte ilerliyorduk ki beli bükük, sol eli cebinde, sağ eli gözlerinin üstünde yaşlı bir adam çıktı karşımıza ve:
“Köyümüze hoş geldin yabancı, bu torbanın içinde ne var?” dedi. Gülümseyerek:
“Hayvanların aşı malzemeleri var içinde emmi,” dedim. Yaşlı adam başını salayıp:
“İyi iyi bu kış rahat edeceğiz desene” dedi.
Muhtar koluma girdi ve oturmam için yer gösterdi, içerde yedi kişi daha oturuyordu, selam verdikten sonra, gösterilen yere geçip oturdum. Oda hemen hemen on metre uzunluğunda, taban’la tavan arası normalden fazla yüksekti. Yerde iki uzun keçe serili ve ortada ateşi yeni kayılmış kocaman bir mangal. Odanın içini bir hayli ışıklarla süslüyordu mangaldaki ateş. Yükselen tütün dumanları bir bulut oluşturmuştu tavanda.
Muhtar, oturan beyleri lakaplariyla birlikte isimlerini şöyle sıraladı:
“Akıldane İmam, yıllardır köyümüzde görev yapmaktadır, bilmediklerimizi ona sorar ve ondan öreniriz,” dedi. Daha sonra diger arkadaşları sırayla tanıtmaya devam ettı:
“Kısır Ali, iki kadın alır ve ikisinden de çocuğu olmadığı için onları boşar, üçüncü karısı ise uyanık olduğu için, kocasının kısır olduğunu örenir ve onu bu kes o boşar. Bu lakap üçüncü karısından ona miras kaldı.”
Bizim buralarda “ Eşşek gibi çalışırım bey gibi yerim” derler yaa? İşte Pinti Hasan Bey gibi malını yiyemediği için bu lakap takıldı.
Kokulu Bekir, kumaş, takı, ayakkabı, başörtüsü ve bazen de ilaç satar. Kadınları ve genç kızları başına toplamak için, eşşeğin palanına kokular serpip köy köy gezer.
Kız Reşit, gençliğinde bir kızı sevmiş, kızla konuşmak için anasının entarilerini bir torbaya koyup tarlaya gider. Anasının entarilerini giyip sevdiğiyle korkusuzca sohbet eder, ta ki bir gün Abdezsiz Cengiz bunu fark edinceye dek, işte o gün bugündür lakabı kız Reşit olarak kaldı.
Muhtar tam Abdessiz Cengiz’i anlatacaktı ki, solumda oturan genç,
“ Cengiz’in lakabıda imam efendi yakıştırdı, çünkü kışın soğuk olduğu için cuma namazlarına katılmazdı. Bir gün imam efendi Cengiz’in, kolundan tutup camiye getirdi. Abdes almasını ve cemaatle birlikte namaza durmasını söylediğinde, “Sular çok soğuk imam efendi, abdessiz namaza dursam olmaz mı?“ demiş Cengiz.
İmam, sıgarasından derin bir soluk aldı, yere baktı ve öksürdü, “Yavrum, gerçekten de boşboğazmışsın, köylüler yerinde bir yakıştırma yapmışlar sana, şimdi bunu anlatmak sana mı düştü?”dedi.
Gerçeğe bakarsan bu boşboğaz lakabı hiç de Sahit’e uymamıştı. Evet konuşur ama yerince konuşur, yerince cevap verir, yerince sohbet ederdi. Lakin Sahit genç olduğu için ne sohbeti ve ne de fikirleri alınırdı.
İmam yerinden doğrulup:
“Muhtaaar” dedi... Muhtar ezile büzüle, “ Bana da topuksuz Halil derler.” “Ha, ha, ha... Ha, ha, ha!...” Bütün cemaat gülmeye başladı.
İmam tütün dolusu tabakasını çıkarıp bir sığara sarıp önüme fırlatı, bu tavruna şaşmıştım ki, ikincisinide yanımda oturan topuksuz muhtara fırlattı. “Eyvallah” dedi muhtar...
Ne kadar birbirlerine kötü lakap koysalar da, hiç bir zaman birbirini kırmamaya çalışırlardı. Bazen de söyleşilerini en tatlı yerinde olduğuna bakmayarak keserlerdi.
İmam, kilosu nedeniyle zar zor hareket ederdi, o kocaman bedenini biraz oynatıp tekrar söze başlamak üzereydi ki büyük bir gürültüyle bağırsakları ses çıkartı... Odadaki bütün bakışlar imamın üzerine çevrildi...!! Cemaat imamın gaz bıraktığını düşünerek, bakışlarını bu seferde önlerindeki tütün tabakasına çevirip kıs kıs gülmeye başladılar...!! Önlerindeki tütün tabakalarını daire çizer gibi çevirmeye koyuldular... İmam biraz düşünüp:
“eyvah" bence bunlar gaz bıraktığımı düşündüler, ya şimdi bu adamlar lakabımı degişseler ben ne yaparım? Bir daha bu köy odasına nasıl girerim, en iyisi mi bir yol bulup işin içinden kendimi sirip çıkarayım, ” dedi içinden.
Abdessiz Cengiz sırıtarak kendini öne kaydırıp:
“Yeni lakabın hayırlı olsun İmam Efendi, sana demiştim bir gün pençeme düşersin, hem de köy odasında düştün. Yaaa...” Dedi ve herkesi aldı bir kahkaha... İmam akılı olduğu için bunun üstesindende; geleceğini biliyordu.
Sağında oturan kısır Ali yönünü imama çevirip” Ne diyorsun bu lakap konusuna imam efendiii?” dedi. İmam yerinden doğrulup “ Lakabımın değişmesini çok mu istiyorsunuz?”
“Evet dedi Abdessiz Cengiz.”
“Eee o zaman hepinizin de lakabı değişilmeli, neden derseniz, az önce gülüyordunuz ya, farkında olmadan hepiniz gaz bıraktınız...!!! Haydi bakalım.” dedi ve sohbeti en tatlı yerinden kesip odayı terk etti.
“ Vay be... Yine başaramadık, nasıl da bizi tongaya düşürdü, yok arkadaşlar, imam efendiye gücümüz yetmez...” dedi içini çeke çeke Muhtar.
Hepimiz o akşam gülmekten kırıldık.
Gün daha ağarmamıştı ki muhtar odanın eşikliğinde sesli sesli abdest aldı ve geçip namaza durdu. Namaz kılmakta olduğu halde, yüzünde derin düşüncelerin yarattığı bir hal vardı, namazını bitirdikten sonra kahvaltı hazırlaması için karısına seslendi. Çok geçmeden büyük bir tepsiyle kadın içeri girdi ve tepsiyi önümüze bırakıp içerden çıktı.
Kahvaltımızı yaptıktan sonra, muhtar yanımdan kalkıp avluya çıktı dolaştı, tavukları toplayarak yemledi, ahıra girdi ineğin önüne de bir kucak kuru ot attı. Sonra kapı önüne çıkıp çömelerek oturdu ve tütün tabakasını çıkardı. Bir sığarasını sarıp çekmeye başladı ve derin bir iç çekti:
“ Yıllar önce Kısır Ali’yi kıskandığım için, bir evlilik daha yapmak istemiştim, bu gördüğün karım karşıma çıkıp beni topuğumdan vurdu ve şöyle dedi “Eger evlenmeye kalkışırsan bir daha, seni köylüye rezil rüsva ederim. Kocamı köpek ısırmadı, ben silahla yaraladım derim.” dedi. Ve o günden sonra hiç evlilik lafı etmedim karımın yanında... Herkes beni köpek ısırdı biliyor, tek üzüldüğüm şu ki, karıma hiç bir şey diyemiyorum, bu bana öyle acı veriyor ki.
İlk defa kendinden emin, cesur ve şahin gibi bir kadın görüyordum karşımda. Çoğu kadın başı eğik ve pejmürde bir haldeyken, muhtarın karısı ise hükümet gibi dolanırdı bu köyde. Yürüşü avludaki taşı toprağı peşinden dans ettiriyordu adeta... Uzun boylu ve o kadar da kiloluydu, muhtar ise zayıf, cılız ve kısa boyluydu.
Tam gitmeye hazırlanıyordum ki, dün gece karşılaştığım beli bükük sol eli cebinde sağ eli gözünde, tekrar karşıma çıkıverdi:
"Hayırdır evlat nereye böyle? Daha seninle iki çift kelam etmedik, “dedi yaşlı adam.
" Gitmem gerekiyor emmi, gideceğim köyler var, inşallah bir daha yolum bu köye düşerse, söz seninle bu sefer bol bol sohbet ederiz...