FARZ ET Kİ BEN BİR CEVİZ AĞACIYIM YOLUN ORTASINDA
“Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında,
Budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında,
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil
Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir. Şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.” demiş vaktinde Nazım HİKMET. Yolun ortasında bir ağaç olan vatandaşı duysaydı ne olurdu acaba?
Olay Doğu’nun bir ilinde geçer.
İki arkadaş iş için geldikleri bu ilde minibüsle şehrin tek ana caddesinde ilerlerken birden karşılarına yolun ortasına taburesini atmış, nargile içen, pos bıyıklı bir amca çıkar. Sağından ve solundan geçecek yer olmadığı için inip "Amca kenara çekilsen de devam etsek" derler. Bizim yaşlı amcamız da "Yiğenim farz et ki ben bir ağacım ve buraya dikilmişim. O zaman nerden geçeceksin?" diye cevap verir. Bunun üzerine adam vitesi geri takar ve ara yollardan devam ederek gideceklere yere varırlar.
Kaldırımlarda iki ayaklı ağaçlar çok, yol ortasında iki ayaklı ağaçlar çok, çarşının ortasında iki ayaklı ağaçlar çok. Memlekette ağaç çok, odun çok. Kış ne kadar sert geçerse geçsin üşümeyiz artık.
“Yiğenim ortada tabure var yandan geç!”
“Ama dayı ben tır şoförüyüm.”
“Olsun yiğen, biz ne tırlar gördük. Çarp istersen, bir hasar oluşursa ödiyek…Hahahaaa…..”
Mizahı bol olan bir ülkede mizahsız yaşıyoruz. Mizahla uğraşan yok gibi. Günlük yaşantımızda dahi bizlere kahkaha attıracak, kasıklarımıza ağrı sokacak denli komik anlar yaşıyoruz. Bunların kaleme alınması ve hikâye edilmesi, paylaşılması elzemdir. Ve mizah yazmak da bir o kadar zordur. Herkesin bir şiiri var, hikâyesi var, hatta herkesin anlattığı ve yazdığı bir “hayatım roman”ı var. Ama herkesin mizahı yok, kaleme alacağı… Ve mizahçılar pek dikkat çekmez, bir şairin havası yoktur, bir romancının… Oysa olması gerek, elinde en büyük silah olan kişidir.
Alaya alan tabura almayan, ironik takılan kronik olan, sarakaya alan falakaya yatıran, dalga geçen dalga kıran, hicveden aynı zamanda hercümerç eden, yeren lafı gediğine oturtan, taşlayan ve haşlayan, satirik hoptirik bir üslup taşıyan, eleştirendir kaşıyandır mizahçı…
Yiğit Karan saklambaç oynar ablasıyla… Saklanma sırası kendisindedir. Koşar salondaki perdenin arkasına gizlenir ve seslenir ablasına. “Abla saklandım hadi say.” diye…
Oyun devam ederken tekrar saklandığı yerden seslenir: “Abla ben perdenin arkasında değilim.” diye… Saklanan herkese duyurulur; kapı çaldığı vakit “kim o” yanıtına “benim” demek gibi bir şey bu. Büyükler yaptığı zaman fazla dikkat çekmez bu ama bir çocuk yaptığı zaman bize neden sevimli gelir ve dikkat çeker?
Çocuklardaki masumiyeti, safiyeti, muhabbeti görebilmek ve onu yaşayabilmek harika bir şey. Aslında fevkalade basitlikte gizlidir, şatafatta değil.
“Kim demiş çocuk küçük bir şeydir. Belki de çocuk en büyük şeydir.”demiş şair hakikaten de öyledir.
Misafirlerim gelmişti; yaz günü. Sıcak mı sıcak, insan nefes alamıyordu. Hemen çırağa seslendim “Oğlum koş bakayım, yan pastaneden üç limon al gel” dedim… Harareti ancak ve ancak buz gibi limonata indirebilirdi… Bizimkisi üç beş dakika sonra elinde üç tane sarı limonla gelmesin mi?
“Ulan salata mı yaptık balık mı pişirdik? Bu neee”
Gülmekten öldük. Bu soğuk espri inanın yaz sıcağında kavrulan tenimize bir yağmur serinliği getirdi.
Yine başka gün çırağı banka şubesine para yatırması için gönderdik. Gittikten bir 10 dakika sonra soluk soluğa işyerine geldi. “Patron” dedi heyecandan kekeleyerek ne oldu biliyor musun?
“Hayırdır ne oldu oğlum” dedim.
“….bankasının yanında deprem oldu” diye… Ulan fay hattı altından geçsin senin emi!24 saat sallanasın da kimse seslenmesin sana emi!
Aynı ilçedeyiz orada deprem oluyor da 100 metre beride niye olmuyor bu deprem izanım almıyor bir türlü… Bu çocuk da malzeme çok abi, dur bakalım daha neler göreceğiz.
Hani belediye encümeni oy birliği ile karar alıp fay hattının ilçemizin altında geçmesini istiyoruz gibi bir haldir bu memlekette.
Eski İmar ve İskân Bakanı Selahattin BABÜROĞLU’ndan naklen; Dışarıdan I. Nihat Erim Hükümetine İmar ve İskân Bakanı seçildim. 23 Nisan 1971 günü Erzurum’dan Erzincan’a otomobille geldim. Fırat’ın güneyinde ve fay hattının güneyinde çok katlı (4–5) binaları gördüm. Ankara’ya döndüğümde, İmar ve Planlama Genel Müdürü Halim Emin Karahasanoğlu’na neden Fırat’ın güneyinde çok katlı bina yapılmasına izin verildiğini sordum. Bana, efendim belediyesine sorduk; "Biz fay hattını Belediye Encümeni kararı ile Fırat’ın daha güneyine aldık, yanıtını verdi" dedi.
Bu memleket bizim memleket, bu insanlar bizim insanlar, fay hattı bizim fay hattı… El ne karışır; hem taşırız fay hattını hem nasıl olur diye kaşırız başımızı…
Bir mizah yazısının daha sonuna geldik.
Her nerde okuyor ve okutuluyorsak…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.