- 2978 Okunma
- 12 Yorum
- 1 Beğeni
AŞK ACISI NEYMİŞ YENİ ANLADIM
Sene 1969, kış aylarındayız.Yaşadığımız kasabanın ortasından geçen Göksu Nehri aşırı yağışlardan ve Yukarı Köylerden inen yağmur sularından dolayı yıllardır kenarlarına herhangi bir sel felaketine karşı bir türlü set çekilememiş olduğu için taşmış, bütün kasaba sular altında kalmıştı.
Yağmur gece yarısı bardaktan boşanırcasına başlamış, olanca hızıyla devam etmiş, birkaç saate kalmadan da bütün kasabayı sel basmıştı.
Sabah uyandığımızda her taraf sel içindeydi.Buna bir de yukarı köylerden inen yağmur suları eklenince azsınamayacak derecede zarara sebeb olmuştu.Allahtan bizim ev biraz yukarıda kalıyordu da evimizin içine su girmemişti.Evimize yüz metre ileride bulunan kanal, suların bizim evimize ulaşmasını engellemişti.
Kocaman kocaman keresteler suların içinde yüzüyor, hatta insanlar onları bir yerden bir yere gitmek için kayık gibi kullanıyorlardı.Evlerine su dolan insanlar mecburen bir akrabalarının ya da bir yakınlarının evlerine, kendileri evlerini öylece bırakıp gidemeseler de en azından çocuklarını gönderiyorlardı.Hem ayak altında olmasınlar diye hem de o berbat ortamın içinde rezil olmasınlar, üşütüp hastalanmasınlar diye...
Bize de o gün akşam üzeri dayım, (Şimdi rahmetli oldu.Ruhu şadolsun...) çocuklarını gece bizde kalması için getirip bırakmıştı.Suların içine bata çıka geldikleri için üstleri başları ıslak, üşümüş bir haldeydiler.Annem hemen üzerlerini değiştirip üşümüşlerdir, ısınsınlar diye sobanın başına oturttu.Sobanın bir tarafına bizim mırnav kedi, bir tarafına da dayımın oğlu oturdu.
Biz çocuklar hep bir arada olunca çok mutluyduk, gerekçesi bir felaket te olsa...
Eee, ne de olsa biz henüz çocuktuk ve büyük meseleler büyüklerimize göreydi.Annemiz babamız yanımızdaydı, çocuklar hep bir aradaydık.Annem biraz sonra bize çocuklar oyalansınlar diye mısır patlatacaktı, hatta masal da anlatacaktı.Bu durumda bizden daha iyisi olur muydu?
Derken birden Rahmetli babaannemle,(Ruhu şadolsun...) dayımın oğlu bir söze başladılar.
Başladılar başlamasına da nerden icab etti, bu nerden çıktı anlamadım.
Babaannem;
"Sen benim kızımı sevemezsin!", diyordu.
Dayımın oğlu;
"Ben seviyorum!",diyordu.
Babaannem,
"Hayır, benim kızımı sen sevemezsin!",dedikçe, dayımın oğlu,"Ben seviyorum!", diyordu inatla tepinerek...
İyi de kim kimi seviyordu, anlamadım.
Dayımın oğlunun tekrar;
"Ben seviyorum işte, Peri’yi demesi üzerine anladım ki, benden bahsediliyor.İyi de biz kardeşiz...Yani, kardeş gibi büyütüldük, ben de onu seviyorum.Burda bir problem yok da,
"Severdin, sevemezsin!", sözlerinin burda ne gereği var şimdi...
Babaannem başedemeyeceğini düşünmüş olmalı ki başka bir taktik denemeye kalktı.
"Tamam, seversen sev ama, ben sana kızımı vermem!"
Hoppala! Buyur burdan yak kim kime neyi vermiyor, niye vermiyor, vermesi mi gerekiyor, domates biber mi bu kardeşim !
Babaannemin bu sözü üzerine dayımın oğlu;
"Vermezsen verme, ben de kaçırırım o zaman, hem de kırmızı arabayla !...", demez mi !
Bak şimdi sen şu bücürüğün yaptığına...
Neyi kaçırıyorsun yavrucum, mirastan mal mı ?
Ben aval aval bakmaktayım bir ona, bir ona demeye kalmıyor babaannem, sobanın yanından eline bir odun parçası alıp çocuğun ayaklarının altına vurmaya başlıyor.
"Sen nasıl benim kızımı kaçırısın, hem de kırmızı taksiyle kaçıracakmış bak hele !", diye söylene söylene...
Hay kızı bataydı, kız da kız olsaydı bari, daha okula bile başlamamış bir bacaksız için şimdi şu karda kışta şu sıcacık sobanın başında bu dayağın da ne alemi vardı sanki...
Babaannem güya yarı şaka yarı ciddi vuruyordu güya amma, çocuk başladı zır zır ağlamaya susmak bilmiyor.
Hepimiz şaştık kaldık;"Ne var bu kadar ağlayacak diye..."
Babaannem yatıştırmaya çalışıyor;
"Oğlum, tamam kusura bakma ben öyle sana takılayım biraz dediydim, çok da sert vurmadım aslında, pişman oldum bak vurduğuma, sen benim kusuruma bakma !..."
En sonunda konuştu çocukcağız meğerse; gündüz ayağının altına kocaman bir çivi batmış, daha acısını yenice unutmaya başlamış derken babaannem sen tut çocuğun tabanlarına tabanlarına vur...
Sevmekmiş, kaçırmakmış, neden kaçırılacakmış bunlara aklım ermedi amma, o an içim cız etti.Benim yüzümden canı yandı diye...
Onun anlatmak istediği sevginin türünü o an anlamamıştım.Ben de onu seviyordum hem de pek çok çünkü, o benim oyun arkadaşımdı yaşıtımdı.En güzel oyunları onunla oynardık.O benim dayımın oğluydu ve biz kardeştik.
Yıllarca da bu durum benim için böyle devam etti gitti. Ona hiç başka gözle bakmadım.Yıllar geçti hepimiz evlenip çoluk çocuğa karıştık...
O zamanlar bu sözlerin ne anlama geldiğini gerçekten anlamamıştım.Birini sevmek, onun
için canının yanmasını göze almak ve karşılığında acı çekmek...
Şimdi bunun ne demek olduğunu o kadar iyi biliyorum ki; kuzenimi ancak şimdi anlıyabiliyorum, ne demek istediğini, o minicik kalbinde nasıl bir sevgiyi büyüttüğünü belki de o minicik yüreğiyle nasıl özlediğini, nasıl acı çektiğini belki de olmayacağını olamayacağını daha o akşamdan nasıl anladığını ya da nasıl anlatıldığını ancak şimdi anlıyorum.
Ancak, şimdi anlıyorum ve başka yerlerde başka insanlara dair aşk acılarını yaşarken, hasretlerin koynunda kavrulurken ancak şimdi anlıyorum.O an benim için zaten yaralı olan ayağına yediği şaka yollu sopanın canını nasıl yaktığını ve yüreğim "cız" ediyor.Acı çekmesine istemeyerek de olsa, farkında olmadan da olsa sebeb olduğumu hatırladıkça o anı, onun için yüreğim "cız" ediyor.
Başka insanlara dair aşk acılarını yüreğimde taşıdıkça, hasret koylarında savruldukça da bu "cız" etmeler hiç bitmeyecek gibi görünüyor.
Boşuna dememiş Atalarımız;"Tok açın halinden ne anlasın !/ Sağ hastanın halinden ne anlasın !", diye...
İnsan, ne yazık ki herşeyin ancak başına gelince ne demek olduğunu anlıyor.Birşeyleri anlamak için illa onu yaşamak gerekiyor, illa onun acısını çekmek gerekiyor.Yaşamadan öğrenemiyoruz ne yazık ki !
(01/10/07 21:24)
Perihan METİN
YORUMLAR
ben de aşk acısı çekiyorum ama öyle böyle değil
içim içimi yiyiyor....
severek ayrıldık,göz pınarlarım durdu artık kalbim ağlıyor
2aydır kalbim sızım sızım sızlıyor... meğerse evlat acısı gibiymiş....
Kaleminizden güzel bir yazı okudum.İnanın düşüncelerinize katılmamak elde değil.Acı , tatlı ,iyi , kötü ne varsa insan yaşadığı zaman daha iyi farkına varabiliyor.Yazınızda kendi yaşantımdan birçok kesitler buldum. Bu da değerini iyice artırdı.
Tebrikler.
İnsan, ne yazık ki herşeyin ancak başına gelince ne demek olduğunu anlıyor.Birşeyleri anlamak için illa onu yaşamak gerekiyor, illa onun acısını çekmek gerekiyor.Yaşamadan öğrenemiyoruz ne yazık ki !
Ders alınası bir anınızı bizimle paylaştığınız için teşekkür ediyorum.Evet insanlar başlarına gelmedikçe zorlukta kalan insanları anlamıyorlar duyarsız kalıyorlar saygılarımla
Hani Nasrettin Hoca rahmetlide,ağaç tan düşünce yanına gelenlere ağaçtan düşen varsa o beni anlar anlamında konuşmuştu.Gel gelelim biz insanlar ne yazık ki her konuda ama her konuda sadece kendi şartlarımızı düşünerek yorum yapar değerlendiririz,bir türlü empati yapmasını bilmeyiz ve düşünmeyiz,zannedersem empati yaptığımızda bir çok konunun çözülebileceğine inanıyorum Saygı ve selamlarımla
İnsan, ne yazık ki herşeyin ancak başına gelince ne demek olduğunu anlıyor.Birşeyleri anlamak için illa onu yaşamak gerekiyor, illa onun acısını çekmek gerekiyor.Yaşamadan öğrenemiyoruz ne yazık ki !
Yüreğimize dokunan satırlarınızla bambaşka alemlere götürdünüz. Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.