AYAKKABIMIN TEKİ
Babamın hafta sonları dışında şehre hemen hemen her gün uğradığını biliyordum. Bugün de şehre gelmiştir, diyerek umutlarımı taze tutmaya çalışıyor ve onu köşe bucak arıyordum. Babamın oturup çay içebileceği birkaç kahvehaneyi sırayla kontrol ettim ve sonunda onu buldum.
Babamı bulur bulmaz, sesimdeki hıçkırıklar çoğalmaya başladı ve bana bakınca da gözyaşlarım boncuk boncuk dizilmeye başladı yüzümde. Neden sonra ona derdimi anlatmaya kalmadan, babam ayakkabımı kaybettiğimi anladı.
Önce kahvehanede oturtup çay simit ısmarladı, sonra da beni alıp ayakkabı mağazasına götürdü. Kapıdan içeri girdiğimde, yaşadıklarımı unutmuş gitmiştim. Kapı önündeki tezgahlar ve tavanlara kadar yükselen rafların hepsi rengarenk ayakkabılarla doluydu. Spor ayakkabıları, iskarpinleri görünce, kara lastik ayakkabıların olduğu taraflara bakmıyordum bile.
Babam daha önceleri ayakkabı numaralarımızı bizden öğrenir ve kafasına göre bize ayakkabı alırdı. Zaten aldığı ayakkabılar hep kara lastikti; onların iyisi, kötüsü, güzeli, çirkini olmazdı. İlk defa bir mağazadan kendime ayakkabı alıyordum. Ve kararlıydım istediğimi almaya. Benim için ayakkabının görünüşü önemliydi. Markalar hakkında bir bilgiye sahip değildim. Ayakkabı ayakkabıydı. Biraz cicili bicili, biraz gösterişli olsun yeterdi. Çocukça zevkler işte.
Köşedeki tezgahta duran beyaz renkli spor ayakkabıyı, üzerindeki yazılara aldırış etmeden aldım ve getirip mağaza sahibinin önüne koydum. Babam, diğer köşede ucuz ayakkabıların olduğu tarafta duruyor ve niyetini sessizce belli etmeye çalışıyordu.
Mağazanın sahibi babama seslenerek:
-Amca gel! Yeğenim alacağı ayakkabıyı çoktan buldu.
Sen boşuna bakma ayakkabılara sanki kendine mi ayakkabı alıyorsun, deyip babamı çağırdı.
Babam bulunduğu yerden dilinin ucuyla:"Bulmuş mu?" diyerek yanımıza geldi. Mağaza sahibinin ayakkabının fiyatını söylemesiyle babam söylenmeye başladı:
-Olur, mu yahu! Altı üstü bir ayakkabı, beş on gün sonra yırtılıp gidecek. Biraz insaf et. Bu fiyata hiç ayakkabı görülmüş müdür?
Mağaza sahibi, yılların verdiği ticari tecrübelerinden olmalı ki, babamın sözlerini gülümseyerek dinliyor ve tavırlarıyla babamı ikna etmeye çalışıyordu. Onlar pazarlığa devam ederken, ben masada duran ayakkabıların bağcıklarını sımsıkı tutuyor, onları bırakmak istemiyordum. Öteden beri babamın hemen her şeye itiraz ile yaklaştığını bildiğim için, burada da bir yolunu bulup, beğendiğim ayakkabıyı almayacağını düşünmeden edemiyordum. Neyse ki, mağaza sahibi ayakkabının fiyatını baya bir aşağı çekip babama söyleyecek söz bırakmayınca, babam hiç itirazsız fiyatı kabul etti.
Çetin mi çetin geçecek bir pazarlık olacağını, hatta beğendiğim ayakkabıya sahip olamayacağımı düşündüğüm yerde, böyle olumlu bir sonuçla karşılaşmam inanılmaz müthişti. Babam istenilen parayı mağaza sahibine uzatırken, hemen oracıkta ayakkabımın tekini çıkardım ve sevinç içinde yeni ayakkabılarımı özenle giymeye başladım. Bütün dünya benim olmuştu sanki. Hayatımın hiç tahmin etmediğim bir yerinde spor ayakkabılara sahip olmuş, mutluluktan ne yapacağımı bilmeden, dünkü sefilliğime küçük bir sevinç katmıştım. Babamla mağazadan çıktığımızda okula gitmek üzere babamdan ayrıldım. Sabahki durumumdan eser kalmamıştı. Üzüntü, yerini sevinç; sevinç de yerini koyu bir hüzne bırakıvermişti.
Okul yolunun eğri büğrü zeminini ayaklarında spor ayakkabılarla arşınlıyordum. Hiç kimseden ve hiçbir şeyden rahatsızlık ve utanç duymasına duymuyordum, ama yüreğimin derinliklerinde uyuyacak gibi görünmüyordu yaşadıklarım. Sabahki çocuktan başka bir çocuk değildim. İnsanlar, kuşlar, bitkiler, hayvanlar aynı varlıklardı. Düşünceler, duygular, üzüntüler, acılar, sevinçler birbirini takip eden duyumsamalardı, sezişlerdi yüreğimizde.
Ayakkabısı olanın da, ayakkabısı olmayanın da bir farkı yoktu birbirinden. Her nasılsa aynı göğün sıcaklığında üşüyecekti ayaklarımız. Aynı toprağın çamurunda yoğrulan hamurumuz gene aynı toprağa karışacaktı. Değişen şeyler vardı evrenimizde ve değişmeyen yasalar vardı. Yazgılar, hayatlar, tarihler, savaşlar, felaketler, göçler… Asli unsurlar ve yardımcı unsurlar, yeri gelince birbirini tamamlamakta gecikmiyordu.
Şehre gelip okula başladığım ilk günden itibaren adım attığım bahçe kapısından girerken, gene aynı çocuğu oynuyordum.
Ve uzak iklimler
Ve kuşlar
Ve dağlar
Ve çiçekler
Ve bütün bir evren
Döngülerde sallanırken
Ve
Yeni sesler
Yükselirken beşiklerde.
Okul bahçesinin pırıl pırıl aydınlığında geçip gidiyordum kendimden kendime. Gezegenimiz, ayaklarımızın altında ara vermeden dönmeye devam ediyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.