HERZEM İLE HAZAL
Gri bulutların hızla akıp gittiği lacivert gökyüzüne baktı bir süre ve hafif esen bir rüzgâr da zayıf bedenini okşar gibi esiyordu. “O kadar benimlesin ki ve o kadar içimdesin ki ben dışında kalmışım tüm bu olup bitenlerden” içinden söylenerek ve çokça da sitem ediyordu yalnızlığına. İlk işi hemen bir kalabalığa karışıp “Ben de buradayım ve görüyorsunuz ki ayaktayım” diye bilmenin sevinciyle irkildi ve işten çıkar çıkmaz bu istediğini de gerçekleştirecekti.
Güzel ve bahçeli bir caffe önüne gelmişti, insanlarla dolu bir büyükçe avlu içinde herkes mutlu görünüyordu. Kimi günlük gazete okuyor kimi de Televizyonda akşam haberlerini izliyordu ve kimisi de ikili, üçlü grup olarak tatlı bir muhabbete dalmışlardı. Kısa bir izlenimden sonra boş bir köşede kendisini bekleyen bir masa vardı hemencecik oraya oturdu. Garsona: “bir kahve ve varsa bir dergi” dedi. Garson buraya ilk gelmiş bu yabancı müşterisini kazanmak için –dergi yoktu- hemen ocağa bir kahve siparişi verdi ve caffenin az ilerisinde bulunan kitap-dergi satan dükkâna koşup bir dergi temin edip hemen ocağa koştu ve dergiyle beraber kahveyi alıp müşterisine sundu, garson “Başka bir arzunuz var mı efendim?”
“Teşekkür ederim, olursa söylerim… Sanırım sigara içmek serbest”
“Evet, efendim yalnız bahçede serbesttir.” Garson bir işi daha iyi yapmanın edasıyla ocağa döndü.
Herzem, uzun boylu, kara gözlü ve siyah saçları vardı; saçlarını hep dağınık bırakmayı severdi, yarım ciddi ve kırk yaşlarındaydı. Başka özeliği de insanları çok önemsiyordu. Çok konuşup saçmalamaktansa az ama öz konuşurdu.
Herzem önce bir sigara yaktı ve beraberinden kahvesinden de bir yudum aldı. Bir süre etrafı kolaçan etti, Caffe kalabalıktı ama fazla gürültü yoktu nerdeyse herkes fısıltı veya daha az volümlü konuşuyorlardı. Herzem “Tam ardağım bir yer, entelektüel bir ortama benziyor” içinden söylenerek. Sessiz ama anlaşılır sohbetler ediliyordu.
Akşamdan zaman ileriye doğru gittikçe gökyüzün rengi duru bir maviye döndü ve yıldızlar bir o kadar daha parlak ve ışıltılı görünmeye başlandı. Ay ise sarı bir altın tepsiye dönmüştü. Herzem “utanmasam sevinçten bir çığlık atardım bu büyülü gökyüzü karşısından; aman Allahım, bunca yıl nasıl fark edememişim” diye içinden söyledi. Ve kendini böyle kaptırmışken belki istem dışı gülümsüyordu ve şükür ediyordu bir yandan da.
“Affedersiniz… Bu sandalye boş mu?” Canlı ve ipeksi bir sesle irkildi.
“Evet… Evet, boş ve alabilirsiniz…”
Bayan tekrar:
“Ben sandalye derken masayı kastettim, gördüğün gibi her yer dolu”
“Tabii, buyurun…” gülümseyerek izin verdi. Herzem bir merhaba demeyi de ihmal etmedi. Sonra dergisine kaldığı yerden devam etti.
II
Bayan yirmibeş otuz yaşlarında, esmer ve orta boylu ama her halinde çok güngörmüş hali sezdiriyordu. Hal ve hareketlerinden sosyal bir bayan olduğunu gözlemleniyordu.
Bayan:
"Ben Hazal” dedi.”
“Ben de Herzem, memnun oldum sizinle tanışmaktan.” Hazal vakit kaybetmeden Herzem’in kahve fincanına baktı ve boşalmış olduğunu görünce,
“Bir kahve ısmarlayabilir miyim?” sonra “Bana yer verme nezaketinize karşılık…” Herzem telaşla:
“Olmaz… Aslında siz bana konuk geldiniz ve katiyen olmaz, haksız mıyım?”
“Anlaşılan bir ataerkil durum söz konusu, bayan ısmarlayınca yadırgadınız, haksız mıyım?”
“Peki… Öyle olsun.”
İki dakika olmamıştı ki sıcacık kahveler masadaydı. Bayan bir el hareketiyle siparişi vermişti. Herzem şaşırmıştı
“Gelirken mi sipariş vermiştiniz? Bu kadar çabuk kahveler gelince…”
“Çok şakacısınız…” Dedi. Ve sürdürdü “Ben buranın müdavimlerindenim. Onların gözleri hep üzerimde olur o yüzden her hareketim birer cümle olarak algılarlar.”
“Yani bir nevi cümle tasarrufu…”
“Söylemiştim, çok sakacı olduğunuzu…
“Sanırım, öyleyimdir. Oysa herkes bana çok ciddi ve biraz da somurtkan olduğumu söylerler” Hazal birden sordu:
“Evden mi kaçtınız? Sizi ilk kez buralarda görüyorum.” Aslında bu soru fırına hamur verilmiş gibi bir etki yaptı. Hazal’ın sosyal ve çok sempatik olduğunun anlamına geliyordu. Zaten Herzem de doluydu ve boşalmak istiyordu, sabaha kadar hata haftalarca konuşmak istiyordu. Hiç durmamacasına gülüp eğlenmek ve yalnızlıktan tamamen kurtulmak istiyordu. Evlendikten sonra kapana sıkışmış bir aslan gibiydi. Evden işe, işten eve bir rutin hayatı vardı. Son iki yıl ise dayanılmaz bir sıkıntı içindeydi. Ve bir iç çekerek…
“Siz bir ruh bilimci olmalısınız… Evet evden kaçtım ve nerdeyse hiçlik noktasındayım.”
“Öyleyse evlisiniz…”
“Evliyim ve çocuklarım da var, onu da bildiniz. Hemen gidip bir aynaya bakmalıyım yalnızlığım ve mutsuzluğum gözlerimden okunuyor mu diye.”
Her ikisi de beraberce gülüştüler.
III
Hazal o tatlı sohbetten hoşnut iken bile gözleri Televizyonda oynayan bir diziye takıldı, dizideki tema her zaman olduğu gibi bol klişeli aşk sahnesindeydi. Herzem bunu fark etti ve o güzellim sohbet nerdeyse son olacaktı bu kıytırık dizi yüzünden. Herzem
“Hazal Hanım, daldınız…”
“Ah, pardon”
“Sanırım siz de âşıksınız…”
“Haklısınız, kalbim boş ama unutamadığım biri var. Ne yaptıksa kavuşamadık. İmkânsızlık denen bir şeyler vardı sanki.”
“Tabii ki evlenmek istiyordunuz ve olmadı…”
“Başka ne için aşık olunur ki?”
Herzem:
“Çok şanslısınız ve bir hazineye sahipsiniz, kıskanmamak elden değil” Hazal şaşkın ve Herzemin nerdeyse deli olduğunu düşünecekti ve öyle aval aval bakıp durdu.
“Aşık olursunuz, ayaklarınız yerden kesilir ve gözleriniz hiç bir şey görmez, vücudun tir tir titrer ve o sonsuz hazdan gark olursunuz. Her şey anlamlaşır siz sevdikçe ve sevildikçe hayali kanatlarınızla uçarsınız ve böylelikle gökyüzünü tanırsınız ve bir de sörf yaparsınız o gizemli aşk dehlizlerinden mutlusunuz ama gene yaranmaz o mutluluk dolu anlar. Sonra hüngür hüngür ağlarsınız, “aman Allahım neydi suçum? Vuslat ne zaman” diye diye ruhunuzu karartırsınız. Hazal
“Öylede insanlar neden âşık olurlar birbirine?”
Âşıkların evlilikle noktalananların çoğu acı ve öfkeyle ayrılıkları olmuştur. Evliliklerin devam eden çoğu, mantık, kısa süreli flört ve ekonomi şartların dengeli olduğu evlilikleridir. Belki aşık olup da evlenenlerin olduğu da vardır ama azınlıktadır veya çocukları olmuş hatırına devam ediyordur. Aşık olan iki kişinin aynı evde olmasına rağmen birbirinden kilometrelerce uzakta olan evlilikler de vardır.”
Hazal:
“Tüm bunları anlayamadım doğrusu,”
“Anlayamazsın, anlamanız için yaşamanız gerekiyor. Bence önce hayatınızı yaşayın sonra evleniniz. Hayat derken her önüne gelenle de yatılması değildir kimileri hayatımızı yaşarım ve istediğimle yatarım ama sonra fuhuş bataklığından da kurtulamazlar. Unutulmamalı iki kişilik bir aşkta önemseme, sevgi, saygı ve en önemlisi anlayış olmalı ve dokunma, el ele dolaşma sevişmenin en güzelidir.”
Hazal:
“Haklı olabilirsiniz ama gene de kafam karıştı. Söyledikleriniz hakikaten yabana atılır cinsten değil.” Herzem devam etti.
“Evlilik alışkanlıkların başladığı ilk zemindir ve alışkanlıkla başlayan bıkmalar ve bıkmakla aşk ölür. İlk günler cicili, bicili söylemlerle hayat yaşanılır gibi gelir ama sonsuz değil tüm bu yapmacıklar. Sonra sözler kırıcılaşır, kısa ayrılıklar ve sert kapı kapamaların ardında sonra soğuk savaşlar başlar. Erkek; evden işe, işten eve bir rutin içinde debelenirken kadın evde kırılgan bardaklara, tabaklara baka baka mutfağa köle olur ve ayrıca çocukla uğraşımlar, kapı zili ve üç öğün yemeğin hazırlanması ve sıradan bir hayatın kurulu olduğu bir düzen içinde kaybolmaya yüz tutar.
Ve akşam ne kadının ne de erkeğin birbirine vereceği enerji de kalmıyor. Hele bir de ekonomik sorunlar varsa hiç çekilmez olur hayatları. O yüzden evlenirken karşımızdakini iyi analiz etmek lazım. Evlilik bir oyuncak malzemesi değil ki kırıp atasınız. Al sana aşk ve al meyvesini ye, yiyebilirsen!” Hazal gene söylendi:
“Birer kahve daha içelim mi?”
“Zamanımız varsa içelim…”
Hazal garsona “iki kahve daha alalım” deyince. Garson:
“Peki, efendim ama bu son kahve olsun, çünkü kapatıyoruz!” Hazal şaşırarak:
Nee… Bu kadar zamanın nasıl geçtiğine inanamıyorum…” Herzem:
“Saat gece bire geliyor, umarım bu kadar geç kalmışlık size bir sorun yaratmaz?”
“Hayır, zaten evim şuracıkta ve ailem benim geç kalmalarıma alışkınlar. Ve saat yediden beri konuşuyoruz, sanki daha yeni oturmuş gibiyim.”
Ve son kahveler içildi ve kırk yıllık dostluk muhabbetini tekrar sürdüreceklerini söyleyip kapanan Cafeyle beraber dışarı çıktılar ve iyi dileklerden bulunup her biri bir yöne kayıp gittiler…
YENİŞEHİR/ 2010
YORUMLAR
güzel değil şahaneydi.
kendimizi içinde bulduğumuz bir anlatım olmuş ve vurgulayarak söylüyorum bu yazının devamını
okumak isterim, devamında neler olacak arkadaşlıkları ne derece devam edecek.
gerçek bir dostluk mu yoksa boşluktan doğan bir aşk mı doğacak.
konunun içeriği hakkında mutsuz bir insan olduğumuzu fark etigimizde kabuğumuza çekilmek bana göre
yanlış. mutsuz isen al karşına eşini oturun konuşun monotonluk tek taraflı değildir monotonluk bizden kaynaklıdır.
biz insanlar tüketiciyiz o kadar büyük ki bu tüketiciliğimiz sevgilerimizi en önemlisi kendimizi tüketiyoruz.
malesef bu durumda kadına çok büyük rol düşüyor aşk ve evlilik olayında ben kadının gizemli olmasından yanayım.
kadın ve erkek birbirlerini çzmek için ugraşmamalılar, zamana yaymalılar bu gizi ve her insanda biraz çılgınlık olmalı
yaş kaç olursa olsun içlerinden geleni yapabilmeliler evliliğin aşkı öldürmesine izin verilmemelidir diyorum.
gerçekten devamını merakla bekliyorum
güzel bir konu teşekkürler