- 2510 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİRİN DERVİŞİ OLCAY YAZICI HAKKA YÜRÜDÜ
“Çatallı yol ağzında şaşırıp kaldım Derviş!
Söyle hangi patika gül dağına gidermiş”
( O.Olcay Yazıcı)
12 Eylül sabahı Samsun’dan İstanbul’a gelirken yolculuğu esnasında kalp krizi sonucu vefat eden şair ve yazar, dost insan Osman Olcay Yazıcı’yı, 13 Eylül 2010’da öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazından sonra Eski Topkapı Mezarlığı’nda toprağa verdik. Ruhu şad, mekanı cennet olsun…
Osman Olcay Yazıcı, 1953’te Trabzon’un Sürmene ilçesine bağlı Küçükdere Nahiyesinin Yukarıovalı(Vizara) köyünde doğdu. Babası Molla Temel’in oğlu Ahmet Yazıcı, annesi Ali Efendi’nin kızı Ayşe Yazıcı’dır. Küçükken geçirdiği bir hastalık yüzünden okul hayatına geç başladı. Ailesi hastalığını bahane ederek onu okula göndermek istemiyordu. Bir gün bir yakını ile ailesinden gizli Aşağıovalı İlkokulu’na gitti ve okuma-yazmayı bildiği için, doğrudan ikinci sınıf öğrencisi olarak okula başladı.
Şiir hayatına ilkokulda başladı ve ilk şiirlerini burada yazdı. Daha sonra ortaokulu okumak üzere İstanbul’a geldi. Ortaokulu Zeytinburnu’nda okudu ve bu sırada İstanbul Orta Dereceli Okullar Arasında düzenlenen” Cumhuriyetin 50. Yılı Şiir Yarışması”nda, “Bu Çatı Altında” adlı şiiriyle birinci seçildi. Artık ona herkes “şair” gözüyle bakıyordu.
Ortaokuldan sonra liseyi okumak üzere bu sefer de Zonguldak’taki ablasının yanına gitti ve liseyi oradaki Fener Lisesi’nde okudu. Bu sıralarda şiirinde hayli yol almış ve kendi üslubunu bulmuştu. Öyle ki, kendinden on, on beş yaş büyük şairlerin bile yer alamadığı “Hisar” dergisinde ilk önemli şiiri sayılan “Anamın Elleri” yayınlanmıştı. O artık kararını vermiş, yolunu seçmişti: Şair olacaktı.
Yüksek öğrenimine devam edebilmek için tekrar İstanbul’a döndü. Arzu ettiği, Basın Yayın Yüksekokulu’nu ve Sosyal Bilimler’i kazanamadığı için, çaresiz Kocaeli Meslek Yüksekokulu Sevk ve İdare Bölümüne kaydını yaptırdı ve 1979 yılında buradan mezun oldu.
Bu yıllarda, Olcay Yazıcı ismi edebiyat dergilerinde sık sık görülüyordu. Hisar dergisinden sonra Töre ve Türk Edebiyatı gibi yine seçkin dergilerde şiirleri yayınlanıyordu. “Bir Mavi Türküdür Deniz” isimli şiiri 1978’de Türkiye Radyolarından kemençe fon müziği ile defalarca okundu. Artık özgün, farklı ve derin şiiri ile Olcay Yazıcı’yı kültür ve edebiyat çevresi ilgi ile takip ediyordu.
Yüksekokulu bitirdikten sonra, büyük şehre gelmeyen ve yalnız olan anasına arkadaşlık edebilmek, ruhunu tabiatın sükuneti içende dinlendirebilmek için Sürmene’deki köyüne döndü. Burada yaşadığı dört hüzünlü yılın acı hatıralarını daha sonra “Hüzün Yazıları” başlığında kitaplaştıracaktı.
Hassas, kırılgan ve içe dönük kişiliği sebebiyle münzevi yaşamaktan hoşlanıyordu. Fakat onuruyla tek başına ayakta kalabilmek ve edebî hayallerini gerçekleştirebilmek için bir iş tutmak zorundaydı. Çantasında şiir taslakları ve yazı denemeleri olarak, 1983 sonbaharında yeniden bunalarak kaçtığı şehre, İstanbul’a sığınmak zorunda kaldı.
Burada, Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı, gazeteci-yazar Ahmet Kabaklı ile tanıştı. İş talebinde bulundu. Daha önce, Türk Edebiyatı Vakfı’nın 1982 yılında açtığı Çocuk Edebiyatı Yarışmasında “Çocuklar Vatanında Büyüsün” isimli çalışmasıyla 130 eser arasından birinci seçilmişti ve Türk Edebiyatı Dergisi’nde şiirleri yayınlanıyordu. 1983 Kışında Türk Edebiyatı Dergisinde editör olarak göreve başladı. Kültür dünyasının birçok siması ile burada yakından tanışma fırsatı buldu. Yazdıkları edebî çevrede yankı uyandırıyordu. Bir süre sonra Türk Edebiyatı Derginin Yazıişleri Müdürlüğüne getirildi. 1984 baharında dergiden ayrılarak, Türkiye Gazetesinde gazeteciliğe başladı.
Başta Hisar, Töre, Meşale, Pınar, Türk Edebiyatı, Boğaziçi, Dolunay, Ufuk Çizgisi, Milli Kültür, İnsan ve Kâinat, Cemre, Güneysu, Çağrışım, Tepe Edebiyat, Kırağı, Kültür Dünyası, Tarih ve Düşünce olmak üzere, birçok dergide şiir, hikâye, deneme, kültür-edebiyat ve felsefe yazıları yayınlanan Yazıcı Türk Edebiyatı Vakfı’nın yayınladığı Türk Edebiyatı Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürlüğünü(1983-84), İhlas Holding’in dergiler grubundan olan bilim ve teknoloji dergisi İnsan ve Kâinat’ ın editörlüğünü (1988-94) yaptı.
1984’te gazeteciliğe de başladı. On üç yıl çalıştığı Türkiye Gazetesi’nde dizi yazı, mülâkat ve köşe yazarlığı; kültür-sanat sayfası yöneticiliği, hayatım roman sayfasının editörlüğü ile yazı işleri ve Avrupa baskıları servisinde redaktörlük görevlerinde bulundu
16-20 Eylül 1991 tarihinde İstanbul’da yapılan 12. Dünya Şairleri Kongresi ve Yunus Emre’ye Saygı Kurultayı’na (X11. World Congress Of Poets, In Homage To Yunus Emre) “Derviş” isimli şiiri ve “Yunus Emre’nin Rüzgârıyla” konulu tebliği ile katıldı.
1997’de Türkiye Gazetesi’nden ayrılarak, edebiyat çevrelerince”Bütün zamanların en iyisi” diye değerlendirilen Kültür Dünyası Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlendi(1997-98, 16 sayı.)
1999’da Kültür eski Bakanı Namık Kemal Zeybek’in sahipliğini ve başyazarlığını yaptığı Ayyıldız Gazetesi’nin Kültür-Sanat sayfasını yönetti.
Bir süre, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği MÜSİAD’ın Süreli Yayınlar Editörlüğünü yürüttü.
İLESAM ve Gazeteciler Cemiyeti ve Eskader üyesi olan şair ve yazar Olcay Yazıcı’nın, Arif Nazım ve Mehmet Yılmaz tarafından bestelenmiş şiirleri de var.
İki kız, bir erkek çocuğu bulunan şairimiz, kullandığı sembol ve imajlarla özgün bir üsluba sahipti…Düşünce sistemini “ Gök bilgiden kök bilgiye” özdeyişiyle ifade eden Yazıcı’ya göre şiir, en basit tarifiyle disipline edilmiş sözdü. Şiirin serbesti, rast gelesi, şaire göresi olmaz” derdi.
Ona göre, serbest şiire övgü dizenler, geleneksel şiirin büyük çilesine katlanamayanlar ve bu sahada ikna edici ürünler ve azabı çekilmiş eserler meydana getiremeyenlerdi. Yine de serbest şiir yazanlara önyargılı yaklaşmaz,” Tamam, şiiriniz ölçülü, kafiyeli olmasın ,mısra değil belki ama uzun-kısa cümlelerinde edebî, estetik, sembolik ve özgün çağrışım zenginliği bulunsun, mücerret söyleme gücüne sahip olsun, felsefî, tasavvufî, fikrî ve lirik yoğunluk taşısın,aleladenin, gündelik konuşma dilinin, mektup cümlesinin üzerine taşsın, aşkın olanın esrarını, edebî rayihasını taşısın, kalbe nüfuz etsin. Bunu başaramayan bir metne, şiir adı vermekle o metin şiir olmaz/şiir sayılmaz, edebî bir eser kabul edilemez” derdi.
Çileli, zorlu bir hayatın, sosyal-mistik bir öfkenin entelektüel şairidir Olcay Yazıcı, ferdin ve toplumun,“kendisi olmasını/kendisi kalmasını” biricik onur ve erdem sayar, tasavvufî, felsefî kaynaklardan beslenen, düşünce ve duygu yoğunluğu taşıyan; sembolik imajlarla okuyucuyu şaşırtan sürpriz--kafiyeler kullanır, beylik söylemlere pek iltifat etmezdi.
O hep trajik-ben’in şiirini yazan bir şair olarak tanındı. Şiirlerinin ilk yazılışı ile son hali arasında büyük farlılıklar bulunur, bu oluşma sürecinde, baş döndürücü, çıldırtıcı bir değiştirme, ekleme, çıkarma çiles yaşardı ve bu durumunu şöyle açıklardı: “Güzeli, güzel olmayandan ayıracak mümeyyiz bir makamın, ilmî-objektif/âdil bir münekkit müessesesinin olmadığı; göz nûru akıtılıp çilesi çekilenle, seri imalatı yapılanın birbirinden ayrıt edilmediği bir ülkede; kelimelerin beynimi ve ruhumu aşındıran büyük azabını neden çektiğimi doğrusu ben de bilmiyorum. Herhalde, sanatta estetik mükemmeliyet endişesinin, karşı durulmaz bir tezahürü bu. Yani bir tür delilik. Fakat unutmayalım ki, rahmetli psikiyatr Recep Doksat’ın ifadesiyle, ‘dünyanın delilere olan borcu, delilerin dünyaya olan borcundan çok daha fazladır!”
Bu büyük sabır ve çile neticesindedir ki, Olcay Yazıcı’nın şiirlerinde yoğun ve hikmetli söyleyişler sıkça yer alır.
Şairimiz kendini Türk ve İslam medeniyetinin kalıcı, değişmez ögelerinden hareketle yarının bilgisini, yarının tefekkürünü, yarının ileri teknolojisini inşa etmeye adamış gibiydi. KÖK BİLGİDEN örf ve gelenekleri, bütünüyle Türk harsının özgün verimlerini, GÖK BİLGİDEN de, semâvî olanı, fizik ötesi kalıcılığı, kutsal metinlerin en seçkini kabul ettiği Kuran’ı ve ondan kaynaklanan İslam ahlakını anlıyordu. Bu temel düne ait olduğu kadar, belki ondan daha çok yarın demekti.
Başka bir açıdan, bütün bunların bileşkesindeki kalıcılığı KÖK BİLGİ kabul edersek, evren kitabının anahtar şifresine sahip Kuran ile varlıkları doğru okumak ve keşfetmek sürecini GÖK BİLGİ hedefine oturtabiliriz. İşte bu hedefin ekseninde mutlak sevgi vardır. Şair “Gül Titreşimi” şiirinde bu olguyu işler :
Bir gül titreşimi canlar içinde
Sevgi en sonsuzluk, en gök eğilim.
“Beyza” şiirinde ise bu sevginin ilâhîliğini vurgular :
Nâzenin-i dil-rûba, aşk sultanı ey Nigar
Sırrın sırrı Hümeyra, Rab hükmüsün aşikar.
“Âfet-i Suzan” şiirinden bu sır hükmün aşkınlıkta gizli olduğunu öğreniyoruz:
Gönül çeken nevnihal
Neden ki yasaklıdır
Aşkın bütün esrârı
Aşkınlıkta saklıdır.
Olcay Yazıcı “kök bilgiden gök bilgiye” anlayışını düşünce ve duygu dünyasında birebir uygulamaya gayret gösterdi… İnsanları, somuttan soyuta, ezelden ebede algımıza değecek tüm varlıklar ve olaylardaki hikmet şiirini okumaya, anlamaya, anlatmaya, yazmaya, yaşamaya çağırırken, kendisi de elinden geldiğince sözünün ve davetinin eri olmaya çalışdı. Bu yüzden olsa gerek, Ona göre şiir sanatların sanatı, en üstün sanattı.
“Su İlâhisi”ndeki
Buz kılıcı elifler
Batında gizli “bir”dir
Say ki, Mesih nefesi
Su en güzel şiirdir
dizeleriyle “Aşkın Şiiri”n deki
Efsunlanmış susuyor, söz erbabının pîri
Kar değil gök yüzünden yağan aşkın şiiri
dizeleri, Şairimizin tabiattaki varlıkları ve olayları nasıl birer şiir olarak gördüğünün delilidir. Şiirlerindeki sanatlı deyişleri ve anlam yoğunluğunu tahlile girişecek olursak ciltler dolusu kitap yazmak icap eder. Her şiiri bir tez konusu olacak güzellikte ve dolgunluktadır.
Ona kısaca, sûfî iklimin aydınlık yüzü diyebiliriz. Şiirlerini, “Erguvan Uğultusu”, “Eylülün Kırdığı Gül”, hikâyelerini “ Çocuklar Vatanında Büyüsün”, “Papatyalar Üşümesin”, “Yaralı Küheylan”, deneme ve kültür yazılarını “Tartışmayı Tartışmak”, “Kitapsız Toplum”, özgün düşüncelerini “Hüzün Yazıları”, “Nemrut Ateşi”, çözümleme ve araştırmalarını “Büyük Gün/Bir Kıyâmet Alâmeti Olarak Hazreti İsâ’nın Dönüşü”, “Eğitim ve Kültür Trajedimiz/Kendimiz Olmaktan Nasıl Çıktık” başlıklarıyla kitaplaştıran Olcay Yazıcı, bazı düşünürlerle kültür sohbetlerini de“Irmaklar Sonsuza Akar” eseriyle yayın dünyamıza kazandırdı.
Onunla ilk karşılaşmamız, ikibinyedinin mart ayında, Kubbealtı Cemiyeti’nde, Mehmet Nuri Yardım Beyefendi’nin makamında oldu. Aynı iklimin insanlarıydık. Sanki ezelden tanışıyormuşuz gibi çar çabucak kaynaşıverdik. Fikir ve imgeleriyle müsemma, bir şiir insandı Olcay Yazıcı. Gaflet, dalalet ve ihanete bulaşmamış herkese dosttu. Aşk ilminin kelâmı, esenliğin yeryüzüne selâmı, özden özgün kişiliğiyle adam gibi bir adamdı.
Görevini tamamlamış, imtihanını başarıyla vermiş bu yürekli dost, mustarip aydınlarımızdan biriydi ama ıstırabı hiç bir zaman asla şahsi ve nefsanî değildi. Milleti için didinen, ümmeti için çırpınan sağlam bir aydındı. Onun, özel sohbetlerimizdeki derinlikli çözümlemelerini çok özleyeceğiz.
Sevenlerinin ve edebiyatımızın başı sağ olsun.
YUSUF BİLGE
ŞİİRİN DERVİŞİ OLCAY YAZICI HAKKA YÜRÜDÜ Yazısına Yorum Yap
"ŞİİRİN DERVİŞİ OLCAY YAZICI HAKKA YÜRÜDÜ" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
15 Eylül 2010 Çarşamba 20:28:15
Üstat bir şairdi.
Aziz bir dost, çok iyi bir insandı.
Yüzü de yüreği de tertemizdi.
Şiir yazardı gerçek manada şiir olan.
Dili çok etkiliydi.
Hece onun elinde yeniden yeşerirdi adeta.
Sesi pürüzsüz, özü doğruydu.
Güzel yaşadı, güzel şiirler, güzel denemeler, güzel eserler yazdı.
Onun yazdıklarını okumak benim için gerçekten de büyük bir hazdı.
Allah'ına kavuştu.
Şiirlerinde çok dillendirdiği öteki âleme ulaştı.
Allah yakınlarına, dostlarına, sevenlerine sabırlar versin.
Allah rahmet eylesin.
Mekânı cennet olsun.
Âmin!