- 1052 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÇAĞLAYAN SEBEBİM
Öyle bir ayrılıktı ki; vücuddan yürek koparcasına acısı sıcak. Gidişlerinden varışa köprülerimde, yarısı kalmış acılarımın konakladığı bir yolculuktu adı. Tarifini hangi başka özne bilirdi ki bu ayrılık cümlesinin. Hangi yaşamayan bilirdi canımın, cebimde sakladığımın, iliklerime vuran kokusunu. Can düşürmüştüm yollarımın kenarlarına. Ezelden ebed kapılarını, aralamıştım bu sebebi boğulmuş düşüncelerimde. Veda vakti ilk ışıklarını bilmem kaç kez vururken duvar saatime, perde başında günü terk etmiş aydınlığa karşı, iki damla yaş dökülüyordu ağlamaktan kirlenmiş yanaklarımdan ve en ağlamamam gereken zamandı tüm zamanlarım içinde. Tutamıyorum hasretin damlalarını içimde, yaradana cılız yakarışlarım boğuldu hasretle kaynayan yaşlarımda. Canımı, candan ötemi, kim koydu benden ayrı... Kıvılcımı düşmüştü kucağıma sebebi can yangınların. Alevlere verdim bu adı ayrılık, tadı zehir hasreti. Yıllanmış, tozlu defterimdeki eski resimler düştü gözlerimin çukurlarına. ’Hepsine veda’ ydı bu ayrılık bestemin adı. Kokusunda yılları vardı bu şehrin sessiz akşamlarını izlediğim. Terketmekle, gitmenin farkı düştü zihnimin tenha köşelerine. Çare yokmuydu bu yanlış sona. Elimde olsa yeryüzünde ki güzelliklerin tüm sonlarını üşenmeden tek tek yıkar, temizlerdim yeni bir başlangıca doğru. Sonlardan değildi korkularım. Canlaraydı özlemim, özlemimdi yangınım, yangınımdı ayrılık ve ’hiç sönmeyecek bu özlem yangınlarım’ damgasıydı, zihnime yapışan korkularımın en büyüğü. Hasret sebebim her düşünce fikrime, şakaklarıma kadar varan derin bir of dayanır dudaklarımın eşiklerine. Yollarına düşmüştüm artık yeni eksik şehrimin, yarım basacağım ayağını bu bedenin. Bir deniz kıyısında olcağım zamanlarımın cana boğulduğu sıralarda. Karadenizin hırçın lacivert tonu vurcak seni arayan gözlerime... Dağlarının binler tonda yeşilide gözlerini bana dikmiş olacak karşı yamaçlardan, hasretin perdelerini çekmişti gözüme çok öncesinden. Tek başıma gittiğim bu yol ise karaların en karasıydı bakınca boğulduğum. Bir uzak kehanet belirdi umut vadeden, adı Sürmene... Bir an düştü dudaklarımdan hasret kelimeleri usulca, ve yine gözlerimi doldurdum kekremsi yaşlarla, beni anlatan en az ben kadar yorgun bu harabede. Evet, ben değildi Sürmene, ama benim gibi çok ayrılık resmi vardı duvarlarında gizlediği ve hasretlere boğulan binlerce hüznü vardı bu ilçenin. Biliyordum, her akşam buraya gelip, bu denize nazır belde ayaklarımın altına serecek, buradan canımın şehrine bir rüzgar şarkısı mırıldanacağım. Her günün akşamında başlayacak günüm, yalnızlığımın icraları geceleri gelecek götürecek umutlarımı. Seni düşüneceğim bu maviyi, yeşili, yüreğime gem vurarak ve belki beni duyarsın umuduyla bir an olsun uyanacağım ıssız uykularımdan. Döküldü hasretin dağlardan denize, çağlayanlar bile durdu izledi. Gözbebeklerimde acının resmi ve gereksiz ayrılığın ağır ağır hissedilen hasreti… Hal değiştiriyor gözlerime düşen yaşlar yokluğunda. Islak, tuzlu bir kıvam alıyor ve yolunu biliyor yanaklarımın ezberlemiş tüm hatlarını. Bir nafile yakarış ki bu hasrete, beynimin en ücra tenhalarında yankılanır. Defalarca yaşarım senli hatıraları, en az eskisi kadar gerçek vefa kokan bir okadar da kırılgan. Bir kelam düşecek dudaklarımdan hain ayrılığa. Beni ayırdın canımdan, canımı bulduğum varlıktan, ömrümü yollarına serdiğim yıllarımdan. Sen değilsin acıtan, kekremsi bir hasrettir, çağlayan sebebim benim...
Ayser ÖZBAKIR
YORUMLAR
Kaleminize sağlık, güzel yazmışsınız.