- 637 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Kısmet
Güneşin ilk ışıkları mor dağlar ardından doğup Yakalı barajının sularını çoktan ışıl ışıl parlatmaya başlamıştı. Burası Toros dağlarının eteklerinde Seyfeli nehrinin beslediği, oldukça büyük ve eski bir yerdi.
Sabah namazının ardından kırk beş yıllık eşi Nazmiye teyzenin hayır dualarıyla bu baraja gelen Ali amca dün akşamdan attığı oltalara bakıyordu. Geçimini köydeki küçük bahçesinden başka, birde buradan tuttuğu balıkları satarak temin ediyordu.
Yalnız bu aralar oldukça sıkıntılıydı. Göldeki balık sayısı iyice azalmış, çoğu zaman eve balık tutamadan döner olmuştu. Şeker ve kalp rahatsızlığı bulunan eşi Nazmiye teyzeye ilaç almak için eşe dosta da bir yığın borcu birikmişti.
Ali amca oltaların yemini tazelemek için, makaralarını sararak onları yeniden tek tek kıyıya çekti. Her çektiği oltada yüzünde büyük bir üzüntü beliriyordu. Bu sabah buraya gelirken taşıdığı büyük umut, her bir oltada yerini hüsrana bırakıyordu.
Kıyıya çektiği oltaların bir kısmına yumurtalı hamur, bir kısmına da ay çekirdeği küspesi takarak yeniden baraja fırlattı. Kıyıya diktiği sopalara misinaların dışarıda kalan kısımlarını bağladı. Ucuna da balığın yakalanıp yakalanmadığını anlamak içi zil taktı.
Aradan saatler geçmiş, hava kararmaya başlamıştı. Bu saate kadar daha zillerin hiç biri “çın” bile dememişti. Göle baktı. Su oldukça bulanıktı. Birkaç gün önce aşırı şekilde yağmur yağmıştı. Göle su getiren nehir bu yağmurla daha da coşmuş, önüne kattığı her şeyi göle sürükleyip getirmişti.
“Bugünde kısmetsizim” diye düşündü. Buna alışıktı. Balık işi kısmet işi olduğunu çok iyi biliyordu. Bazen bu gölde çok büyük sazanlar, yayınlar yakalar, bazen de bir balık tutamadan geri döndüğü olurdu.
Akşam olmak üzereydi ama hala bir tek balık bile tutamamıştı. Derin bir iç çekti… Paraya oldukça ihtiyacı olduğu bir zamandı. Canı sıkkın bir şekilde oltaları toplamaya başladı. Tam son oltaya elini uzatmıştı ki, oltanın zili bir anda deli gibi çalmaya başladı!
Heyecanla yay gibi gerilmiş misinayı çekmeye koyuldu. Çektikçe kalp atışları daha da hızlanıyor, yerinden çıkacak gibi oluyordu. Misinanın ucunda çok büyük bir balık olduğu beliydi. Misinayı çekerken öyle zorlanıyordu ki, bir süre sonra misina ellerini kesmeye başladı.
Keyifle “ Ya büyük bir aynalı sazan, ya da babayiğit bir yayın” diye düşündü. Kıyıya aşağı yukarı on metre kala misinanın ucunda ne olduğunu bilemediği şey su üstüne çıktı.
Fakat Ali amca suyun üzerine dikkatlice bakınca büyük bir hayal kırıklığına uğradı! Oltanın ucunda balık sandığı şey kocaman bir su kaplumbağasıydı.
Kaplumbağa masum gözlerle bir süre Ali amcaya baktı ve yeniden suya daldı.
Ali amca canı sıkılmış bir şekilde misinayı yavaş yavaş kıyıya doğru çekmeye başladı. Amacı kaplumbağayı kancadan kurtarıp yeniden suya bırakmaktı. Fakat bir süre sonra misina bir yere takıldı. Asıldığı halde bir türlü gelmiyordu! Telaşlandı. Kaplumbağanın suyun altında bir yerlere dolandığını anladı. Çaresizlikle ne yapacağını düşündü. Şu an derdine düştüğü şey oltası değildi, yoksa misinayı çeker koparır geri kalan kısmını gene kullanırdı. Şu an onu telaşlandıran suyun altındaki kaplumbağaydı. Bu sevimli hayvanlar sadece avlanmak için suya girer ve burada ancak bir süre kalabilirlerdi. Eğer şimdi o masum kaplumbağa takıldığı yerden suyun üstüne çıkıp hava almazsa muhakkak boğulup ölecekti..
Vicdanı sızlamaya başladı. Bir an önce bir şey yapmazsa sayılı dakikalar sonra kaplumbağanın nefesi tükenip can verecekti.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü. Yüzmeyi çok iyi bilmiyordu. Güneş çoktan batmış hava da iyice kararmıştı. Karar verdi; yaşlı bedeni ve yüzmedeki acemiliğine rağmen üzerinde ki elbiseleri çıkarmaya başladı.
Köyde akşam ezanı okunurken Nazmiye teyzenin içini büyük bir telaş kapladı. Bey’i hiç bu kadar geç kalmazdı. Pencereden dışarı bakan gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Eşi, onun, atası, arkadaşı, yaşama sevinci her şeyiydi. Evlendiklerinden bugüne herkesin gıpta ettikler bir yaşamları olmuştu. Bir müddet daha bekledi. İçindeki kötü vesveselere daha fazla dayanamadı.
Hasta haline aldırmadan o karanlıkta köye çok yakın olan ve Ali Amcanın hep aynı yerde balık tuttuğu koya doğru yürümeye başladı.
Ali amca elinde ki misinayı takip ederek barajın sularına girmeye başladı. Bu arada suyun dibini görebilmek için el fenerini naylon bir poşete sararak onu da yanına aldı. Ayakları dipteki balçığa saplanıyor, yürümekte zorlanıyordu. Bir an durdu. Eşini düşündü. “Ya bu suya girişin dönüşü olmazsa.”diye içinden geçirdi. Sonra gözlerinin önüne, kendisine çaresizlik içinde bakan kaplumbağanın hali geldi. Yeniden barajın karanlık sularına doğru adım atmaya başladı. Fakat birkaç adım sonra su boğazını aşar oldu. Artık bu şekilde yürüyemezdi. Misinayı eline aldı ve onu takip ederek bu kez kaplumbağanın olduğu yere doğru yüzmeye başladı.
Nazmiye teyze keder içinde dua ediyor ve karanlıkta eşinin olduğu yere doğru hızlı hızlı yürüyordu. Kafasında kahredici bir sürü ihtimal vardı..
Ali amca bir süre kulaç attıktan sonra misinanın takıldığı yere geldi. Önce biraz soluklandı. Ardından derin bir nefes çekip, başına neler geleceğini bilmeden suyun derinliklerine daldı. Karanlıkta yaktığı fenerin loş ışığı altında kaplumbağayı aramaya koyuldu. Ama bir süre sonra nefesi tükenmeye başladı. Daha kaplumbağaya ulaşamadan kendini zorlukla suyun üstüne çıkardı. Nefessiz kalmıştı! Bir süre soluklandıktan sonra kıyıya geri düşünmeyi düşündü. Vazgeçti. Yeniden derin bir nefes alıp bu kez daha bir hırsla suyun dibine daldı. Misinayı takip ederek ilerlemeye başladı. Birkaç saniye sonra Ali amcanın gözlerinde büyük bir mutluluk oldu. Kaplumbağa mahsur kaldığı yerden “kurtar” beni dercesine onun gözlerine bakıyordu.
Ali amca kalan son nefesiyle ona doğru yüzmeye başladı, fakat yanına geldiğinde büyük bir dehşete düştü! Kaplumbağa bu seferde nehrin sürükleyip getirdiği başıboş bir ağa takılmıştı. Son bir gayretle kaplumbağayı ağdan ve ağzında ki kancadan kurtardı. Nefesi artık bitmek üzereydi. Bu seferde aklı ağda kaldı. Ağı böyle bıraksa bir sürü balık ve kaplumbağa buraya takılır ölürdü.
Bir gayret daha gösterip kaplumbağanın ağzından çıkardığı kancayı ağa doladı. Ciğerleri tam patlamak üzereyken kendini son anda suyun üstüne attı.
Kıyıya geldiğinde perişan haldeydi artık. Bütün gücü tükenmişti. Olduğu yere uzanıp kendine gelmeye çalıştı.
Birkaç dakika sonra yerinden doğrulup bu kez de ucunda ağ olan son oltayı çekmeye başladı. Fakat ağ öyle ağırdı ki çekmek için çok çaba sarf etmesi gerekiyordu.
“Ya ağ çok uzundu ya da çekerken bir yerlere takılıyor.”diye düşündü. Ama zorlukla çektiği ağ kıyıya çıkmaya başladıkça Ali amcanın gözleri ışıldamaya başladı. Ağın bütün gözleri neredeyse küçük büyük bir sürü balıkla doluydu.
En sonunda ağın tamamını güçlükle de olsa kıyıya çekti. Bir an gözlerinin önüne kurtardığı kaplumbağanın bakışları geldi. Olduğu yere diz çöktü. Ellerine açtı. Gökyüzüne bakıp bir şeyler mırıldandı. Tam o esnada omuzlarına iki el dokundu. Ali amcanın yüzünde bu kez tarifsiz bir tebessüm oluştu. Şimdi de en büyük kısmeti gelmişti….
YORUMLAR
BİR İYİLİK YAP DENİZE AT BALIK BİLMEZSE HALİK BİLR DERLER.... YAZIN YİNE MUHTEŞEMDİ KUTLUYORUM SAYGILART
Mustafa Sakarya
Muhteşem bir öyküydü. Güçlü kaleminizi kutlarım. Saygı ve selamlarımla..
Mustafa Sakarya
Duygulanmadan okumak imkansız.Bir canlıya yapılan çok insani bir yardım, hiç zaman geçmeden buna mükafat olarak Rabbimin gönderdiği bir ağ dolusu balık.
İki kişinin birbirlerine bağlılığı..
Nermin kardeşimin dediği gibi, içinde o kadar güzel mesajlar var ki!
Usta kalemden çıktığı belli.
Tebrikler Mustafa bey harika bir öykü.
Duygular öyle güzel anlatılmış ki, sanki kaplumbağa ile ben karşı karşıya gibi hissettim.
Selam ve saygılar...
Mustafa Sakarya
Hikayeyi okurken, önce bir düşündüm, düşünürken gözlerimin önüne yaşlılığım geldi. Vefa duygusu bu olmalı dedim içimden. Hikayenin içinde de çok ince mesajlar var aslında. Tabiatı öldüren insanoğluna. Ekmek teknezsi olan tabiatın yokoluşuna, seyir kalan insanoğluna isyan var aslında ama anlayana tabii . Tebrik ediyuorum Mustafa Bey. Her zaman ki gibi okunası bir öyküydü ustadan.