Derviş ve Tango
Farklı kapılara açılan bir hayal dünyası vardı dervişin. Elinde asa, başında sarık menzile yol almaktı en ince hayali. Ne tropikal iklimlerde yetişen mango meyvesini görmüştü. Ne vals bilirdi ne tango. Şeyhinin çizdiği edep dairesinde bildiği cümle duaları ve zikirleri diline vird ederek yaşamaktan maada gayreti yok sayılırdı. Maziden kalan gönül yarası da küllenmişti zaten. Sabahtan akşama, akşamdan sabaha aynı minval üzere kaydı hayat eylerdi. Sükûn ona en yakışan hâllerdendi. Derununda hakkın bildiği hülyası, kendine özgü rüyası ve sade kıyafeti ile özgün biriydi derviş.
Şeyhinin Hac’dan getirdiği, imamesinde Kabe fotoğrafını gösteren mercek yerleştirilmiş tespihle ayrı bir ünsiyeti vardı. Beş vakitten sonra tespihini çekip bitirir. Sonra, Kabe’nin fotoğrafını görebilmek için tespihin imamesini sağ gözüne götürür,sol gözünü kapatırdı. Kabe’nin fotoğrafını görür görmez bir titreme alırdı dervişi. Düşüncelere dalardı. İçinden dualar ederdi. “Ey rahmeti mağfireti sonsuz Allah’ım.!Şu mübarek beytini dünya gözüyle de görebilmeyi bu garip kuluna da nasip eyle.” “Benim içimi dışımı bilirsin,sonsuz ilmiyin kuşatmadığı hiçbir şey olamaz.” Bazen rüyalarına da girerdi Kabe. Kabe’nin etrafında dönebilemk için hep selam kapısından girerdi rüyasında. Şeyhinin söylediğine göre, Allah resulü selam kapısından girermiş. Rüya da olsa iki cihan serverinin yaptığını yapmak, sünnete riayet olacaktı…
Her sabah namazından sonra, asmalı mesciti baştan başa süpürür. Pencereleri açar havalandırırdı. Sonra tek tek tekrar kapatır avluya geçer avluyu da süpürürdü. Bu yaptığı işlerin karşılığında hiç kimseden bir şey talep etmezdi. Camii imamı Cafer Hoca zaman zaman cematten hâli vakti yerinde olan cami müdavimlerinden birinin kulağına bir şeyler fısıldar. O da camiden çıkarken dervişin cebine çaktırmadan bir miktar para bırakırdı. Derviş o parayla kendinden ziyade, mahallede dolaşan kedilerle, mescitin avlusunun sakinleri güvercinlere bakardı. Onları beslerdi. Onların birbirleriyle yarışırcasına beslenmelerini seyretmekten haz alırdı. Güvercinlerin hu çekişi ruhunda izler bırakırdı.
Mescitin avlusunda cemaatin namazdan önce ve sonra oturup sohbet ettiği çay ocağına o da takılırdı. O hiç konuşmaz konuşulanlara kulak misafiri olurdu. Birde çay boşlarını toplamakta ocakçı Beşir Efendi’ye yardım ederdi.Sade kıyafetini de tertemiz kullanırdı. Görenler bilenler en çok da o yönünü takdir ederlerdi dervişin. Temizliğin imandan olduğuna şeksiz şüphesiz imanı vardı dervişin. Bu telkinin mucibince davranmak da her müminin boynunun borcu olmalıydı. Temizliğe önem vermek gerekti. Nefsini temiz tutmak da bedenin temiz tutmak da Hakk’ın hoşuna giderdi…
Derviş sade yaşantısını sürdürürken, kabe sevdası da gittikçe büyüyordu yüreğinde. Her vakit yöneldiği mubarek beyte bir de dünya gözüyle şahitlik edebilseydi daha ne isterdi… Derviş,mutad yaşantısını sürdürüyor ve hep hâline şükrediyordu. Birgün ikindi namzından sonra camiide temizlik yaparken içeriye ürkek adımlarla bir genç adam girdi. Derviş işiyle meşguldü gelene dikkatle bakmadı. Cemaate yetişemeyen bir mümin olsa gerek diye düşündü önce. Gelen adam hafif boğazını temizledi. Ürkek bir ses tonuyla “hoca efendi böyle izinsiz girdim; ama bir mahsuru var mı acep” dedi. Derviş, “estağfurullah efendim bendeniz hoca değilim. Garip bir dervişim. Hem, burası Allah’ın evi, kapısı herkese açık.” Yabancı şaşırmıştı. İçinde bir sıcaklık hissetti.gözleri nemlendi. “Ne yani ,buraya her isteyen gelebilir mi?”diye sordu. Derviş,-Elbette, dedi.
Derviş işine ara verdi. Dem ,seyrini kestiremeyeceği bir sohbete gebeydi artık. Önce derviş söze girdi. Bu kentte mi yaşıyorsun? Başka bir yerden mi geldin? Genç adam, bu şehirde yaşadığını, dans sanatçısı olduğunu kentin en lüks yerinde bir dans okulu açtığını ve yüzlerce genç kız ve erkekten oluşan öğrencileri olduğunu söyledi. İsteğe göre, vals,tango,flemenko vb. türde dans dersleri veriyordu. Annesi babası Avrupda yaşıyordu. Çocukluğunda dini bilgiler öğrenebileceği bir çevrede yaşamadığı için, cami,namaz ,cemaat gibi mevhumlara yabancı kalmıştı. O da Türkiye’ye bir yıl önce dönmüştü Avrupa’dan. Yaşadığı kenti zaman zaman dolaşmayı severdi. Bir ikindi vakti Asmalı mescitin önünden geçerken duyduğu ezan ruhunda izah edemeyeceği bir hâl yaşattı. O anda cesaret edememişti camiie girmeye. Ama bugün tüm cesaretini toplamış çekine çekine de olsa girivermişti camie. Ve dervişin “Burası Allah’ın evi, kapısı herkese açık.” Sözleri tarifsiz etkilemişti genci… O anda aralarında bir ünsiyet peyda olmuştu. Sanki yıllardır birbirlerini tanıyorlardı.
Genç adam, dervişe kendisine namaz kılmayı ve namaz kılmak için gerekli bilgileri öğretip öğretemeyeceğini sorduğunda, derviş, memnuniyetle öğretebileceğini söyledi. Gencin içi o ana kadar duymadığı bir huzurla dolmuştu. Derviş ona ilk önce temsili olarak abdest almayı öğretti. Sonra, şadırvanın serin sularında birlikte abdest aldılar. Şadırvanda şakırdıyan suyun sesi genç adama bugüne kadar duymadığı bir musiki gibi geldi.
Birlikte camie girdiler. Derviş, ona yaptığı hareketleri yapmasın söyledi. Yan yana durdular, derviş yüksek sesle niyet etti namaz kılmaya,genç adam da içinden tekrarladı dervişin sözlerini. Adını bilmediği ama daha sonra kıyam, rüku,secde diye adlandırılan safalar ve hareketlerdeki bütünlük hiç tatmadığı güzel duygular yaşattı gence. Aynı kentte yaşasalar da ayrı semtlerin insanıydılar. Ayrılık vakti gelip çattı. Ayrılırken adının ve adresinin yazılı olduğu bir kağıt bıraktı dervişe. Derviş Perşembe günleri ikindi mamazı vakt,i onu bu camide bekleyeceğini söyledi. Artık dans sanatçısı ve hocası Çağan Çağlar perşembeleri iple çekiyordu. Dervişle buluşma demleri ruhundaki açlığı gideriyordu adeta. Bu ziyaretler devam ettikçe genç yeni bilgiler öğreniyor, hayatında çevresinin yadırgadığı davranışlar meydana geliyordu
Devamı Gelecek....