- 1245 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
298 - EL ADL
Onur BİLGE
Geçen yaz bir sabah okula giderken Nurhal Abla’yla karşılaştım. Yurtta, bir süre aynı odada kalmıştık. Coğrafya öğretmeniydi. Yurtta da etüt öğretmenliği yapıyor, böylece oraya para ödemekten kurtulmuş oluyordu.
Bir ara özel oda istedi ve arzusu hemen gerçekleştirildi. Fakat o oda iki kişilikti. Yanına birisini alması gerekiyordu. O da beni seçmişti.
İlk zamanlar gayet iyi anlaşıyorduk. Sonra sudan sebeplerle beni oradan uzaklaştırma yollarını aramaya başladı. Bazı geceler, halasının oğlu olduğunu söylediği bir avukatla çıkıyor, geç dönüyordu. Kapıyı kilitlettirmiyor, geç saatlere kadar onu bekliyordum. Sabahları erken çıkıyordu. Onun uyanması gerekiyordu ama benim o saatte uyanmam için sebep yoktu. Yarım saat daha uyumak istediğimden: “Günaydın! ” ına, gözlerimi açmadan karşılık veriyor, çıkardığı tıkırtılara rağmen uyumaya devam ediyordum. Bu duruma alışmış olması gerekirken bir sabah bana:
“Ben giderken neden benimle konuşmuyorsun? Sen de çalışmaya gideceksin. Kalksan, güne beraber başlasak olmaz mı? Yoksa seni rahatsız ettiğim için bana içten içe kızıyor musun? ” gibi sözler söylemeye başladı.
Her ne kadar öyle bir şey olmadığını söylediysem de bu tür gereksiz sorularla ara bozmaya çalıştığını anladım. Yine böyle saçmalamaya başladığı bir sabah:
“Her sabah beni neden uyandırdığını anlayamıyorum. Her gün seni uğurlamak zorunda değilim. Lütfen bırak da uyuyayım.” dedim.
Böyle bir söz bekliyormuş, hemen ağzındaki baklayı çıkardı:
“Aslında, ben yurt müdüründen özel bir oda istemiştim. Zaten küçücük bir oda verdi. Onda da yalnız kalamayacağımı, yanıma mutlaka birisini almam gerektiğini söyledi. Ben de içlerinde en kafa dengisin diye seni seçtim. Senin suçun yok, aslında. Ben sana değil, ona kızıyorum. Yalnız kalmak istiyorum. Bu, benim hakkım değil mi? ”
“Ya! Öyle mi? Demek yalnız kalmak istiyorsun. Hemen bugün altı kişilik odaya geçiyorum. Müsaade ederlerse yalnız kalırsın, etmezlerse birisini verirler yanına, canına okur! Geldiğinde beni burada bulamayacaksın! ”
O gitti. Uykum dağıldı. Kalktım, doğru aşağıya… Müdürü buldum, anlattım durumu ve diğer odaya geçtim. Daha sonra ne kadar özür dilediyse, onu affetmedim, yanına dönmeyi kabul etmedim.
Çok geçmedi, geç gelişleri nedeniyle yurttan uzaklaştırıldı. Epeydir ondan haber alamamıştık.
Yüzü gülüyor, sol üst çenesindeki altın kaplı azı dişi görünüyordu. Ayaküstü konuştuk. Halasının oğlu Selçuk’la evlenmiş. Zaten aralarında uyduruk bir nişanlılık durumları ve sağ ellerinin yüzük parmaklarında incecik altın halkaları vardı. İkisi de Balıkesirliydi. Geçen yaz evlenmişler. Hamileymiş. Heykel’e yakın bir apartmanın ikinci katında oturuyorlarmış. Eşi, solcu gençlerin avukatlığını alıyormuş. Can güvenliği yokmuş. Dualarla uğurluyormuş. Mutluluğunu gölgeleyen tek olumsuzluk oymuş. Her sabah helalleşerek ayrılıyorlar, akşamüstleri buluşunca, birbirlerine yeniden kavuşmuşlar gibi sarılıyorlarmış.
“Her gün ölüp ölüp diriliyorum, Semiray! Diken üstündeyiz. Çok tehdit alıyoruz.” dedi, çantasından çıkardığı bloknotundan kopardığı bir kâğıt parçasına alelacele adresini ve telefon numarasını yazıp, elime tutuşturdu ve mutlaka bir gün çaya beklediğini söyledi.
“İnşallah! ” dedim ama içimde hâlâ bana yaptığı haksızlığın soğuk kalıntısı vardı. Hiç de gitmek istemiyordum. Hissetmiş miydi acaba? Belki…
Bugün, öğleden sonra bir gazetede resmini gördüm. Elinde bebeğiyle, bir kalabalığa sol yumruğunu kaldırmış, bağırıp ağlarken çekilmiş. O resmin sağ üst köşesinde de Selçuk Ağabey’in resmi… Avukat cüppesi ile... Hayatının baharında öldürülmüş olduğuna dair bir manşetin altında olay anlatılmakta… Gözlerim Nurhal Abla ile Selçuk Ağabey arasında mekik dokumaya başladı. Daha sonra, Bursa Barosu’nun başarılı genç avukatının, altı ay önce vurularak öldürülen sağ görüşlü bir öğrencinin katil zanlısının davasından çıktığında, adliye binasının önünde, bir tabancayla iki el yakından ateş edilerek tam kalbine isabet eden kurşunlarla öldüğünü, genç yaşta elinde bebeğiyle dul kalan öğretmenin isyan etmekte olduğunu okudum. Donup kaldım.
Bu durumda ona taziyeye gitmek şart oldu. O dönemde o yurtta olan iki kız arkadaşımla gittiğimizde boynumuza sarıldı, dakikalarca ağladı. Bir taraftan da söyleniyor, intikam yeminleri ediyordu. Fatma:
“Nurhal Abla, bu kadar ağlama! İsyana girer. Allah adalet sahibidir. Olanı biteni görüyor, duyuyor, biliyor. Yapma Allah aşkına! Kendini harap ediyorsun! ” dediyse de:
“Eşim de adalet peşindeydi. Gerçek suçlunun bulunması için görevini yapıyordu. Sadece ekmek parası için çalışıyordu. Hangi olaya karışmış? Hangi yürüyüşte görülmüş? Ne yapmış? Yazık değil mi? O mu öldürdü? Bu kin ne? Neden ona? Haklı veya haksız, müvekkilini savunuyordu sadece. İşini yapıyordu. Suçlu muydu? Adalet bu mu? Görecek onlar! Kocamın kanı yerde kalmayacak! Ben sağ oldukça, bu boynunu büktükleri bebek adına onlardan hakkımı alacağım! Canım pahasına! Ant içerim! ..”
Orada kayınvalidesi de vardı. O da ağlıyordu. O da anaydı ve yavrusunun acısı ciğerine oturmuştu ama isyan etmiyor, onu teselli etmeye çalışıyordu:
“Yapma kızım! Kendini yedin bitirdin! Sakin olmaya çalış! Hüküm, Allah’ın! Vade gelmiş. Kader… Önüne hiçbir kuvvet geçemez! Böyle olacakmış. Takdir-i İlahi…” dedikçe, gelini daha da köpürüyor, art arda yeminler ederek tehditler savuruyordu. Yüreğine kin çöreklenmiş, içini intikam ateşi sarmıştı. Ayla Hanım boyuna yatıştırmaya çalışıyor, bir yandan da elindeki sırılsıklam mendille gözyaşlarını siliyordu:
“Allah’ın adaletinden şüphen mi var? O’nun bir adı da Adl’dir. El Adl! Yarattığı her yaratık üstünde her an değişen sonsuz iş ve fiiller üzerinde adaletini gösterir, zalimleri cezalandırır, hak sahibine hakkını verir. Merak etme! Hakkınızı onda bırakmaz! ”
“Kocam onlara ne yaptı? Merhametsizler, zalimler! Kimse kimsenin yaşama hakkına tecavüz edemez! ”
“Allah, her yarattığının yaşama hakkını elinden alandan hesap soracaktır. Biz ahiretin varlığına, kesin olarak inanan insanlarız. İlahi adalet diye bir şey var. Zulüm haramdır, nefret edilen, tiksinilen bir sıfattır. Onlar zalimse, biz de mi zalim olacağız? Kıyamet gününde adalet terazileri kurulacak. O gün kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmeyecek. Yapılan iş hardal tanesi kadar bile olsa, adalet terazisine konulacak. Allah, hesap gören olarak hepimize yeter.”
“Yuvamı yıktılar! Ayça’mı yetim koydular. Genç yaşımda dul kaldım! Ben Selçuk’a doymadım daha anne! Anlıyor musun? Ben Selçuk’a doyamadım! Ne hakla aldılar onu elimden* Ne hakla? Sorarım sana, ne hakla? ”
Haklıydı. Kimse bir şey diyemiyordu. Ben de ağzımı açmıyordum. Son derece üzgün bakışlarla birbirimize bakıyorduk. Adaletin ne olduğunu beynimde döndürüp duruyordum.
Güneş gibiydi Allah’ın adaleti. Herkese eşit dağılıyordu. Peygamberlerini dahi hesaba çekecekti. Kâfire zulmü bile yasaklamışken, Müslüman Müslüman’a nasıl zulmeder, nasıl kıyardı?
İlk katili, Hazreti Âdem’in, kardeşini öldüren oğlunu anımsadım. Allah’ın, yeryüzünde fitne çıkmaması ve huzur içinde yaşamamız için koyduğu kuralları, gönderdiği peygamberleri düşündüm. En büyük zulümler onlara yapılmıştı.
Allah, herkese hakkını verendi. Gönderdiği kitaplarla, zulmü ve zâlimi sevmediğini bildiriyor, hüküm verenlerin en hayırlısı olduğunu söylüyor, cenneti de cehennemi de ağzına kadar dolduracağını ant ile bildiriyordu. O’ndan âdil olmak mümkün müydü? Ayla Hanım, kendi acısı yetmezmiş gibi bir de geliniyle uğraşıyor:
“Adalet, Rabbim! Adalet! ..” diye krizlere giren genç kadının yüzünü, saçlarını kolonya ile ıslatıyor, onu ferahlatmaya çalışıyordu.
“Benim de içim yanıyor! Ben anayım! Allah versin cezalarını! Allah; Azîz’dir, Cebbâr’dır, Celîl’dir, Kahhâr’dır. Her şeyi yapmaya Kadîr ve Muktedir’dir. Bir adı da Muntakîm’dir. İntikamımızı alacak, merak etme! Kimsenin hakkı kimsede kalmaz! ”
“Anne, Selçuk her zaman derdi ki: “Nurhal, bir ayet var. Ben o ayeti sumenimde tutar, sık sık okurum. Artık ezberledim: “Ey iman edenler, âdil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.” Maide Suresi’nin sekizinci ayeti… Hissiyatıma kapılıp, taraf tutmaya yelteneceğimde hemen aklıma gelir, vazgeçerim. Allah’tan ve Hesap Günü’nden korkarım.” O hep adaleti sağlamaya çalıştı. Hak sahibinin hakkını almasını istedi. Adaletin yerine gelmesi için bazı müvekkillerinden para bile almadı. “Allah zekâtıma, sadakama saysın! ” dedi. Muhtaçlara yardım ederdi. Gerçekten örnek bir insandı. Nasıl dayanacağım anneciğim, nasıl? ”
“Hiçbir şey yanmış, yok olmuş değil, yavrum. Zerre kadar hayır da şer de zayi olmaz. Her şey Mizan’a konacak. Merak etme! İyi ki bizim haklarımızı alacak Rabbimiz var! İyi ki sahipsiz değiliz! Boynuzsuz koç, boynuzlu koçtan; alttaki yaprak, üstteki yapraktan hakkını alacak! ”
İyi ki taziye kısa oluyor. O kadar fena oldum ki az daha bayılacaktım! Zaten ben ölü evine falan gitmeye alışık değilim. Annem babam, dedem ve babaannem öldükleri zaman bile beni oraya götürmediler. Onlardan önce bitişiğimizde boğularak, birkaç sokak ötede yanarak ölen arkadaşlarımı aylarca unutamadım. Öyle daha birkaçının acısı ruhumda yer etti. Uzun süre tesirinden kurtulamadım. En son Neşe’nin annesi ve şimdi de Selçuk Ağabey…
Ne demek sağcı solcu? Hepsi arkadaşımız, her biri bir can! Genç, fidan! Her biri bir değer, ideolojisi ne olursa olsun, insan! Hepsi Vatan evladı!
Sanki bir parçam daha koptu! Bir parçam daha girdi toprağa! Kolay kolay kendime gelemem bir süre daha.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ -298
YORUMLAR
Güneş gibiydi Allah’ın adaleti. Herkese eşit dağılıyordu. Peygamberlerini dahi hesaba çekecekti. Kâfire zulmü bile yasaklamışken, Müslüman Müslüman’a nasıl zulmeder, nasıl kıyardı?
Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın
Zerre kadar hayır da şer de zayi olmaz.
Mükemmel bir yazi evet kafire bile zulüm yasaklanmisken bu dünyada nedir bu müslümanin müslümana yaptigi bilinmez
Insanlar sasirmis artik.intikam almaya bile yemin edenleri düsününce sasirmisliklari tam belirginlesiyor.
Iyi olmak kolaydir zor olan adil olmaktir evet.Kindarlik zaten her kötülügün basi.
En güzel öykülerinden biriydi yine.
Yüregine emegine saglik sevgili Onur Bilge.
Sonsuz sevgimle
_ “Hiçbir şey yanmış, yok olmuş değil, yavrum. Zerre kadar hayır da şer de zayi olmaz. Her şey Mizan’a konacak. Merak etme! İyi ki bizim haklarımızı alacak Rabbimiz var! İyi ki sahipsiz değiliz! Boynuzsuz koç, boynuzlu koçtan; alttaki yaprak, üstteki yapraktan hakkını alacak! ”
bu müstesna kalem......bu siteye çok yakışıyor.....saygılar usta kalem......