- 1123 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMPARA KADIN (Cuma yazıları)
Şeffaf sarı kılıçlar kıpır kıpır tozlarıyla hare hare, iniyordu yosunlu kiremitlerin arasından, pastel kökboyaları soluk Anadolu kilimine. Ağustosun bir ikindisiydi. Buram buram sıcak, buram buram yorgun devriliyordu güneş.
Tahta sedirde Ökkeş nefesleniyor, serinliyor, kestiriyordu. Arada bir yaşmağın pullarına gözü ilişiyor, hanımın alnından süzülüp burun ucundan, çenesinden ter damlalarının galvaniz leğende yuyulan çocuk bezlerine ve yeşil sabun köpüklerine karıştığını düşünüyordu.
Yarı uyanık, ara ara laf yetiştiriyordu oflayıp puflayan, avluda çamaşırlarla boğuşan hatununa.
Çamaşırlara kendini kaptırmış oflayıp pufluyordu kadın. Ökkeşe laf yetiştiriyordu ara ara. Adam sadece başını görebiliyordu hatununun, çatlaklarından güneş sızan tahta kapının açıklığından.
Bisiklet üç tekerliydi.
Sıcak insanın tansiyonunu yükseltir, bazen de aklını başından alır.
Hatun dostuyla sevişiyormuş biryandan avluda.
Ne şarkılar vardı 60larda 70lerde. İçimizi kavuran Fransız aşk şarkıları.
Y. Montant, Ş. Aznavur. E. Konstantin, S. Vartan, M. Matü v.s. v.s….
Ve
Günahkar EDITH PIAF‘ın söylediği aşk şarkıları.
Fransızlar sevişme ile tutkuyu karıştırırlar, ya da harmanlarlar. Öyle sanıyorum ki; sevişirler, kaliteli hem de çok güzel sevişirler.
Paris’in adı aşk şehrine çıkmıştır. Oysa fransızların aşık olamadıklarını, gerçek aşkı yaşamadan hayata veda ettiklerini düşünen olmaz.
Bacağını bir erkeğin beline dolamadan uyuyamayan, erkek bulmak için olmadık yöntemlere başvuran, yattığı her erkekle bütünleşip sevişebilen bir kadının hiç aşık olmadığını söylemek ne kadar kolay.
Savaşın ürkek karartma gecelerinde son çare olarak lambaları açık bırakarak, devriyelerin fırça atmak için gelmesini bekleyen; aralarından birini gözüne kestirip, onu kandırarak bir geceyi, hiç olmazsa iki saati sevişerek geçirmeyi düşünen bir Fransız kadını gerçek aşkı hiç bilebilir mi?
Oysa Paris’in adı aşk şehrine çıkmıştır.
Terminoloji.
Sevgiyi, sevişmeyi, aşkı, tutkuyu, kösnüllüğü ayırt etmek.
Neyin daha değerli olduğunu sorgulamak.
Zor işler, bizim kaldırmayacağımız işler bunlar.
Benim işim düşünmek. Amacım insana düşünmenin değerini anlatmak,
başka bir deyişle insanı aramak.
Çapkın kadınlar olduğunu, zampara kadınlar olduğunu ve bunların aramızda yaşadığını düşündüm mesela.
Buna “olamaz” dediğimizi, inkar ettiğimizi, kabul edemeyeceğimizi düşündüm bir de. Öyle ya bizim kadınlarımız Fransızlara benzemez. Onlar bizimdir, bize aittir. Bize ait oldukları kadar değerleri vardır.
Bir zamanlar Anadolu’da bir kentte, Malatya olabilir bu kent. Bütün taviz ve uğraşmalara rağmen, kerhanedeki bayan, Amerikalı müşteriyle sevişmeyi kabul etmemişti. Milli kahraman ilan edilmişti bu vesikalı bayan.
Tarihimize geçmişti.
Banyosunu yapmış, cebine dolar tomarlarını koymuş bir Amerikalı yerine; teni ter-ağzı sarımsak kokan, parmaklarının arasından kir çakıldakları kabaran, kaç postaya kaç para vereceğinin pazarlığını yapan bizden müşterileri tercih etmişti ve ulusal kahraman olmuştu.
Demek ki, kahramanlık için ne yapılması gerektiğini söylemek zor. Birilerinin bir yerini okşarsanız kahramanı oluverirsiz.
Düşün düşün, ağırsın başın.
Kestirmeden söyle de kurtul:
TEOREM –I : Erkektekilerle dişidekiler benzerdir. Eşitlik var ya.
TEOREM-II: Zampara sevişir ama sevemez.
TEOREM-III: Aşk bir kişiliktir. Tekrarı yok.
Sonbahar yaprakları her yanda uçuşur, saçlarınıza bile dökülür. Oysa işlenmiş bir elmasa denk gelmek pek seyrektir ve büyük çaba ister.
Fırsatı kaçırma.
i.durmuş