BİR ŞİZOFRENİN YOLCULUK VAKASI
Vedalar sıkıcıdır, canını sıkar çoğu zaman insanın…
İçim titriyor, soğuk bir otobüs terminalinde giden arabanın ardından bakarken. Yoksa arabanın içinden terminale mi bakıyorum şu anda... Arabanın içinde miyim, dışında mı? Hayatta mıyım, rüyada mı? Gerçekler mi sarmış etrafımı, yalanlar mı? Gidiyor muyum yoksa kalıyor muyum?
Daha önceden tanışmış olabilme ihtimalimin yüksek olduğu, iyi giyimli bir bey kibar sesiyle irkilmeme sebep oluyor:
—Allah kavuştursun efendim, bir yakınınızı mı yolculadınız?
—Efendim?
—El sallıyordunuz ya giden otobüsün ardından, giden çok mu yakınınızdı diye soruyorum…
—Yoo, tanıdığım kimse yoktu otobüste, ben kendim gideceğim birazdan…
Yüzündeki garip bakışa engel olmayı başaramayan ve halen nereden tanıdığımı hatırlayamadığım kişi uzaklaşıyor yanımdan usulca… Ardından bakmıyorum bile… İçinde barındırdığı insan kalabalığı dolayısıyla pazaryerine benzemiş olan otogara yeni bir otobüs yaklaşıyor o anda. Otobüs insanlara yaklaşıyor, ben otobüse yaklaşıyorum, otobüs yaklaşıyor, ben yaklaşıyorum… Orta yolda buluşuyoruz en nihayetinde.
Otobüs görevlisinin eline bıraktığım siyah bir bavula bakmaktayken geçmişe kısa bir yolculuk yapmaktan kime ne zarar gelir ki benden başka… Aynı sözlerle başlayan bundan önceki birkaç veda sahnesinde inatla bir araya gelmek istemeyen sözcükler acaba bu sefer birleşme başarısı gösterebilecekler mi diye düşünmekteyim aynı şehre bilmem kaçıncı veda sahnemde… Muavinin yanına yaklaşıyorum:
—Ankara’ya gidiyor mu bu?
—Hayır abla İzmir’e giden otobüs bu, Ankara arabamız diğeri…
—Teyze de bana…
—Pardon, anlayamadım…
—Teyze de diyorum bana… Ruhum teyze denilmeyi hak edecek kadar yorgun…
İşte muavinin yüzünde de aynı şaşkın ifade oluşuyor… Seviyorum bu ifadeyi… Tam otobüse binerken tüm şaşkınlığına rağmen tekrardan sesleniyor arkamdan kırmızı papyonlu muavin:
—Teyzeeeee, Ankara arabası değil bu dedim ya, İzmir’e gidiyor bu araba…
—Ben de İzmir’e gideceğim zaten…
—Peki o zaman niye Ankara otobüsünü… Neyse boşver, geç otur hadi yerine.
Güneşin insanlığa tam tepeden baktığı bu saatte, çabuk pes ediyor zaten onlarca insanla uğraşmak zorunda kalan papyonlu muavin… Otobüse biniyorum, elimdeki bilete bakarak koridor tarafında oturmakta olan bir bayana yaklaşıyorum:
—Affedersiniz, yanınızdaki koltuk 13 numara mı acaba?
—Evet, buyurun…
Koltuğa oturmam için oturduğu yerden kalkıp kenara çekiliyor beyaz tenli vücuduna gereğinden fazla yakışmış olan pembe elbiseli ve hoş sesli bayan… Hiçbir şey söylemeden dönüp yürümeye devam ediyorum koltuklar arasında, arkamdan sesleniyor:
—Pardon bayan, oturmayacak mıydınız yerinize?
—Orası benim yerim değil ki, benim biletim 25 numara…
İşte yine aynı şaşkın ifade… Nasıl beceriyorlar aynı ifadeye sahip olmayı, gerçekten merak ediyorum… Gidip yerime yerleşiyorum… Otobüsün içi soğuk ama benim ruhumda ateşler yanıyor, oturduğum koltuk gereğinden fazla rahat ama benim içimde garip bir rahatsızlık var, bir de üzerine ekleniyor mu yanımdaki yolcunun gizemli sessizliğine karşı beynimde kopan fırtınalı çığlıklar…
Nefes alamadığım bir zamanda duyuyorum mikrofondan anons edilen veda sözcüklerini… Hayırlı yolculuklar herkese diyor derinden gelen ses, hayırlı, hayır-lı… Gerçekten hayır mı? Hayır… Yanımdaki orta yaşlı, iyi giyimli bayana doğru eğiliyorum ve fısıltıyla konuşmaya başlıyorum:
—Çaktırmadan penceren dışarıya bakın, ağaçların hareket ettiklerini göreceksiniz…
—Neden çaktırmadan bakıyorum acaba?
—Çünkü diğer yolcular, otobüsün hareket ettiğini, ağaçların ise yerinde durduğunu savunuyorlar, bizi deli zannedebilirler…
Bir dışarıya bakıyor, bir benim suratıma… Yüzünde aynı şaşkın ifade… Yazık anlamında başını sallıyor, konuşmuyor… Çevremi incelemeye başladığım zaman fark ediyorum yukarıda duran ikaz düğmesini. Basmamla birlikte bu sefer daha kısa boylu ancak yine kırmızı papyonlu bir muavin geliyor hemen yanıma:
—Buyurun efendim, ne arzu etmiştiniz…
—Bu araba Van’a gidiyor değil mi?
—Hayır efendim, İzmir’e gidiyor bu araba, sanırım yanlış bindiniz, biletinizi kontrol edebilir miyim acaba…
Uzatıyorum biletimi kırmızı papyona, inceliyor iyice bileti, bir yandan da benim yüzüme bakıyor belli etmemeye çalışarak:
—İyi de siz zaten İzmir’e almışsınız biletinizi…
—Evet, ben İzmir’e gidiyorum zaten…
İşte beklediğim şaşkın yüz ifadesinin eşliğinde biletimi bana geri uzatıp uzaklaşıyor gözden yavaşça… Şimdiki gençler lafı uzatmıyorlar, konuşmaları öylece yarım bırakıp gidiyorlar… Pencereden dışarıyı izlemeye başlıyorum ilk mola yerine kadar…
Mola yerinde sebepsizce iniyorum otobüsten. Yıkanmakta olan otobüsler arasında dolaşmaya başlıyorum. Yaklaşıyorum birisinin yanına ve mavi kravatlı muavinle konuşmaya başlıyorum:
—Pardon, molada inmiştim, arabamı kaybettim, Samsun’a giden araba bu muydu?
—Hayır efendim, İstanbul’a gidiyor bu araba…
—Peki…
Ben ve bilmediğim bir şehirde ruhuma kamp kurmuş olan şizofreni vakası, arkamızdan “Samsun’a gitmiyor bu araba” diye seslenmekte olan mavi kravatlı muavine aldırmadan İstanbul’a giden otobüsüne biniyoruz, kendimize oturmak için boş bir yer buluyoruz ve birisinin gelip nereye gittiğimizi sormasını bekliyoruz…
Pelin…
2010
BİR ŞİZOFRENİN YOLCULUK VAKASI Yazısına Yorum Yap
"BİR ŞİZOFRENİN YOLCULUK VAKASI" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
pelin
@pelin35
Evet haklısınız, siz söylemeden önce dikkat etmemiştim açıkçası, teşekkür ederim uyarınız için, gözümden kaçmış olmalı, düzelttim hemen...