- 651 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Toplumsal Siyasetimiz
“ Yeni, henüz doğuyorken, eski, bir zaman için ondan daha güçlüdür”
İnsanoğlu kendisine dünyaya hakim olmak gibi bir hedef koymuş; ama hakim olma sürecinde ruhunu kaybetmiştir. Hayatın yaşamsal sorularını cevaplayamaz, düşünsel bir kaosa itilmiş durumdayız.
Toplumun içinde bulunduğu bu durumda, aydınların sorumluluğu halkın sorumluluğundan daha derindir. Aydın sorumluluğu denince onların” toplumu çözümleme ve ideoloji yaratma”’ daki rolleri gelir. Bu bir ahlaki inançlar dizinidir ki, bu “dizin” toplumsal manevelaya dönüşür, halkın “hayat tarzını” değiştirmeye yönelir.
Günümüz küreselleşmeleri, bütün ideolojilere hükmeder halde toplumu tek kutuplu bir dünyaya sürüklemektedir.Bu yeknesaklık endişe verici bir boyuta taşındı. Şirket kapitalleri, küresel politikaları etkiler oldu. Şirket kapitalizmi çeşitlilikten hoşlanmıyor, sahip olmak, kontrol etmek ve standardize etmek istiyor. Genleri patent altına almak, medyayı kontrol altında tutmak, sorgulanmaya izin vermemeye çalışıyorlar. Hukuk sistemlerine hakimler, hükümetlerde güçlü lobileri mevcut.Bu nedenle de istedikleri kanunları çıkartmakta pekte zorlanmıyorlar.
Bu nedenle ülkemizde büyük bir kesim; sağlık, eğitim ve hukuk sistemi çökmüş sefalet içinde yaşarken; bir tarafımızda küresel gücü oluşturan yada temsil eden milli gelirin yüzde ellisinden fazlasına sahip % 2 gibi bir kesimi oluşturur ki; bunlar Londra’da, Florida’da evler alan, çocuklarını Amerika’da okutan tiplerdir.
Bu etkileşim son zamanlarda İslam’da reform tartışmalarını da yeniden alevlendirir oldu. Bu konuda söz sahibi olan İslam aydınlarımız bile fikir ayrılıkları içine düştü. Abant’ta yapılan küreselleşme toplantılarında Kuran’dan ayet okuyup Allah’ın küreselleşmeyi emrettiğini bile söyleyenler oldu. Son zamanlarda ise İslamı kendi hayat biçimlerine göre yorumlayarak bir nevi “Calvenizm” türü bir yaşam formu geliştirdiler.
Bu küreselleşme süreci Aydınlara, bilim adamlarına, köşe yazarlarına ve en nihayetinde toplumun bir çok kesimine sirayet etti. Bunların gölgesinde toplumumuz bütün bu yaşananların karşısında demokratik tercihini yaptı ve muhafazakar demokrat bir söylemi iktidara taşıdı. Bazılarımız bundan ürktü, kimimiz sevindi. Türkiye tutuculaşıyor diyenler oldu. Avrupa Birliği muhafazakar demokrat İslamcı bir hükümetle AB İlişkilerini nasıl yürüteceğini kendi içinde sorgularken.
Bu konuda endişesi olmayan tek Ülke ise ABD’yiydi. Seçimden önce AKP Parti kurmayları yaptıkları ABD gezisiyle, ABD Politikalarını yönlendiren Şahinler kanadıyla Partinin ideolojisi, uygulayacakları politika konusunda bilgi vermişler ve antak kalmışlar olacak ki, Başkan George Bush, AKP Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan’ı Beyaz Sarayda kabul etmiş ve tüm dünyaya bizden önce Türkiye’nin Başbakanını kabul etmiş gibi “Muhafazakar Demokrat” bir anlayışın öyle korkulacak bir yanı olmadığını deklare etmek istercesine de birlikte bir Basın toplantısı düzenlemişlerdi.
Sonuç olarak, muhafazakarlık ne demek, muhafaza edilen ne buda tam olarak bilinememektedir. Ve en nihayetinde bizim “Muhafazakar Demokratlarımız” kendilerini AB Parlamentosunda Hristiyan Demokrat grubun içinde oturur buldu.
Buradan Muhafazakarlık kişiye göre değişir mi? Hristiyan demokratların tutuculuğuyla, AKP’nin yani bizim hükümetimizin “Muhafazakar Demokrat” anlayışı bir uyum içerisinde mi ? Yoksa bu bir çelişki midir?
Bu sorulardan yola çıkarak; hem AKP’ nin muhafazakarlığına hem de muhafazakarlığı siyasi sözlüğe de bakarak bir tanımlama yapmaya çalışalım.
“ Muhafazakarlık: siyaset biliminde var olan düzeni sürdürmek ya da devam ettirmek isteği” diyor, siyaset bilimi. Peki “AKP’ mi” var olan düzeni sürdürmek ya da muhafaza etmek istiyor? “Muhafazakarlar ‘geleneğin hikmetine değer verirler ve genel olarak geniş çaplı reformlara karşıdırlar. AKP geniş çaplı, neredeyse radikal reformlar gerçekleştirdi. AKP ve muhafazakarlık tanımı birbirine uyuyor mu? bunu da sizlerin takdirine sunuyorum.
Geleneğin hikmetine değer vermek’e gelince, bu ifade hangi sorusunu da beraberinde getiriyor. “Hangi geleneğin”? AKP’ nin; ne Cumhuriyet’i altı okta ifadesi bulunan kuruluş günlerini, ne imparatorluk düzenini, ne de teokratik/şeriat devlet biçimini özlediğine ilişkin veri var! Ne ki muhafazakarların hikmetin kaynağı olarak geleneği vurgulamaları, ne elle tutulur ne de sarih bir veri olabilir.Yani işleri yürümesini kolaylaştıran bir alışkanlık, inanç ve davranış biçimlerinden oluşan ağı kullanır, çatışmaya ve başarısızlığa yol açacak uygulamalardan kaçınırlar.
Geleneği izlemekle düşünmeyi reddetmek arasında ne fark vardır?
Muhafazakarlar doğruyu olduğu kadarıyla, ulaşabildikleri kadarıyla kabul etmeye razıdırlar. Bu bağlamda meseleleri en başından planlamaya, model kurmaya “titizlik” göstermezler. Bu bağlamda AKP’ nin seçim beyannamesine koydukları ile bugünkü uygulamalarını da bir bakmak gerekmektedir.
“Ülkemizde, bazı siyasetçilerin kısa hedefli çıkarlara yönelik tutumları yüzünden, halkın siyaset kurumuna ve politikacılara güveni sarsılmıştır” tespitini hatırlardım.1
“Siyasette ilkeli yaklaşımların yerini günübirlik çıkar ilişkilerine bıraktığı bir dönemde “ahlak” en önemli değer olarak öne çıkmıştır”.
Yönetme ve siyaset yapma yetkisinin topluma ait bir hak olduğunu herkesin hatırlaması ve halk bu yetkisini hür ve serbest seçimlerde yöneticilere devrederler.
Demokrasi, millete hizmet için yapılan siyasi bir yarış ve hoşgörü rejimidir. Bu rejimde, kimsenin diğerlerine göre daha üstün hak ve imtiyazı yoktur.
Bu vurguyu yaptıktan sonra;
İktidar imtiyazını kullanmaktan imtina etmek gerekmez mi ?
İktidarın İmtiyazları ve hoşgörü konusunda ne durumdayız bunu da düşünmek gerekiyor.
Bir ikinci husus olarak toplumda ön plana çıkan “muhafazakarlık” akımını gözden geçirelim.
“AK PARTİ”, muhafazakardır” ve “ Milletimizin tarihsel tecrübe ve birikimini geleceğimiz için sağlam bir zemin olarak2 görmektedir.dedikten sonra
Partinin kendi için ön gördüğü “Muhafazakar” tanımını bir kez daha gözden geçirmesi gerekir.
Muhafazakar “her yasal hakkın ‘helal’ olmadığını” idrak edendir.
Muhafazakar, “Erdemin ideolojilerinde, demokrasinin fevkinde olduğunu, “ahlak” ’ın örfi yasaların üzerinde tutulması gerektiğini bilendir.
Muhafazakar, “Sadece şeriatın değil, örfi yasaların kestiği parmağın da acımadığını, “vicdan’ a ya da vicdan’ın örfi yasalara yenik düşmediği toplum düzenini hedefleyendir.
Muhafazakar, “Yegane terazisi örfi yasaların harfinden ibaret olan bir toplumun insanoğluna layık bir toplum olmadığını bilendir.
Muhafazakar, “Kurallar esnetilip mezhepler ve tarikatlar genişletildikçe, kuralları ihlal edenlerin pohpohlanmalarının, hatta cezasız kalma ihtimalinin arttığının bilincindedir.
Muhafazakar, “İnsan yaşamının nihai hedefinin ne serbest piyasa ekonomisini, ne de genel refah seviyesinden çok, manevi yaşamın seviyesine bağlı olduğunu bilendir.
Muhafazakar, “İster en mükemmel yönetim sistemi, ister sanayi kalkınma gerçekleştirilsin, bir milletin manevi enerjisi tükenmişse, o millet çökmekten kurtulmaz” tecrübesi uyarınca önceliği manevi enerjiyi yükseltmeye verendir.
Muhafazakar, “İster küresel ister yerel olsunlar, ideolojilere başrol verildiğinde, yönetenlerin “tanrılaşma” hezeyanına kapılmalarının kolay olduğunu bilen “ trendy” akımların peşinden sürüklenmeyendir.
Muhafazakar, “ Millet yararına olabilecek ideolojilere ilişkin problemlerle yüz yüze geldiğinde, geriye çekilip bir daha düşünmesini bilendir.
Muhafazakar, “Anlık yararların heyecanına kapılmayandır.” Evet, mer-i kanunlarla siyasal tüzüklerle çelişmese de milletvekili transferleri “helal” değildir.
Merkezi hükümet çok büyük reformlar yaptığını ilan etti; aslında ne reform var ortada nede bütünlüklü bir program yok. ‘Reform’ dedikleri ulusal mirasımızın gasp edilme sürecidir.Yani hükümetin bu çıkmaz sokaktan kurtulmak için bir planı yok. Bütün yaptıkları, iktidarda kalmalarını sağlayacak başka başka çözümler üretebilmek.
Oysa, nasıl bir yol izlenebileceğine, ülkenin bu durumdan nasıl çıkabileceğine dair siyasi ya da değil, fikir üreten insanlar var. Kafası karışık olmayan insanlar var. Plan proje üretecek insanlar var.
Bu nedenle bir daha tekrar etmekte yarar var ki, “en iyi savunma hücumdur teziyle”, kendi başımıza düşünüp, kendi çözümlerimizi üretme zamanı gelmiştir.
Yolun çetin olduğunu biliyoruz. Ama toplumumuzun daha öncede başardığı gibi bu çetin yolları da aşacak inanç ve onu uygulayacak kudrete sahip olduğunu da biliyoruz. Tarihin çeşitli dönemlerinde müthiş virajlar alabildiğini, "u" dönüşleri de yapabildiğini biliyoruz.
İnsanlar okumak yerine, sayfalara şöyle bir göz atarak yetiniyorlar.Gelişmeler karşısında sessiz ve tarafsız kalanlarımız, sorumluluklarını bir kez daha değerlendirmelidirler.
Dünya siyaset güçleri ideolejileri değil, kendisine hizmet eden siyasetleri destekliyor... Bizler ise olan bitenin farkında değilmiş gibi, bölünmüş ideoljilerin kurbanı olarak birbirimizi suçlayarak ülkeyi kutuplaşmaya terk ediliyoruz.
Doğan ORMANKIRAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.