- 889 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
O'nu Çok Sevmişti
O’NU ÇOK SEVDİ.
---------------------------------------------
Günün yarısındaydı. İstanbul yer altı treninden inip havalanın kapısından içeri girerken, telefonu çaldı Remzi’nin. Telefonunu açtı, tanımadığı bir kadın sesi ile irkildi. Ramazan bayramıydı, Telefondaki kadın sesini tanımamıştı, merhabalaştılar, havalanın anonsu arasında konuşmaya başladılar. Konuşmaları beş on dakika devam etti, birbirlerini tanıştılar. Bayan telefonu başkasından almıştı, Konuşmaları bittikten sonra Remzi telefonu kapattı. Aklı telefonda ki bayanda kalmıştı... İstanbul Mardin uçak biletini kesti. Remzi Mardinliydi. Evli, çocukları olan, sevgi hasretini çeken kara yağız 1.75 boyunda, kaşı gözü yerinde; yakışıklı, saçlarına kırlar düşmüş, elli yaşlarında vücudu daha çökmemiş olgun sınıfına girmiş, yılların ızdırab ve sevgisi içinde mutluluğu eşinden görmemiş orta yaşta bir adamdı. Yörenin geleneklerine göre evlenmiş, yuva kurmuştu. Mutluluk, yemek içmek değildi ki... Evlilik yılları içinde, yuvasında sevgi, ilgi arıyordu. Evet, çocukları olmuştu, büyümüşlerdi. Hatta çocuklarından torunları bile vardı, Remzi yılların mutsuzluğu içinde yaşamını sürdürmeye çalışıyordu... Eşinden göremediği sevgiyi, içersine hapsetmiş öylece yaşıyordu. Evet… Eşi belki her isteğini yerine getiriyordu ancak, ruh yoktu, sevgi, ilgi yoktu kendisine. Robotlaşmış bir eş... Çekiç gibi beynine vuruluyordu evindeki her hizmet... Zevksiz ve sevgisiz, ruhsuz... Bu halet’i ruh içersinde, telefonda konuştuğu kadını düşündüğünü fark etti birden. Mardin’e--memleketine--- uçakla döndükten sonra, günlerce telefondaki kadını aklından çıkaramadı. İşlerinin yoğunluğu içersinde, günler haftalar gelip geçti. Remzi, iş yoğunluğuyla günleri kovalarken, bir yandan da şiir yazıyordu. Çevresinin, bu duygularından, yazdığı şiirlerinden haberleri dahi yoktu. Remzi aklı fikri zikri telefonda ki kadında kalmıştı. İsminin yaşar olduğunu öğrendiği kadının bir kız çocuğu olduğunu. Eşinden ayrılmış, dul, inançları güçlü bir İstanbul hanımefendisiydi... Onu bi şekilde tanımıştı... Endamı çok güzel, mavi gözlü, kumral saçlı, kaşı gözü yerinde çok-çok güzel bir bayandı... Cimcime mi cimcime çok güzel nur topu gibi kızı vardı, ilkokula giden. Eğitimi ile bire bir ilgileniyordu. Cimcimenin adı İlknur. Bir çırpıda sorulan sorulara cevap veren, su perisi gibi nurdan tatlı bir kız çocuğuydu. Remzi iş yoğunluğu içersinde aklı ve zikrinde olan Yaşar’a telefon açtı. Telefonu açan Yaşar hanımla saatlerce konuştuktan sonra, kendisine daha yakın hissediyordu artık Yaşar hanımı, bir başka alemdeydi sanki....Aradan bir aydan fazla zaman geçmişti... Remzi Emekliği ile birlikte Mardin de ayaküstü işlerle uğraşıyordu. Geliri iyiydi, gönlü sevgi özlemi ile çileliydi. Evet, yıllardır evliydi, kâğıt üzerine olan bir evlilikti bu. Beraber olmasına rağmen yıllardır ayrı yerlerde yatıyorlardı... Aralarındaki sevgi bağı kopmuştu. İnsandı, bir insan olarak ruhunun gıdası olan sevgi meyvesini istiyordu. Eşi, bu meyveyi zakkum ağacındaki meyveden veriyordu. Remzi sessiz sedasız meyveyi yutuyor, yutuyordu...
Çocuklarının yüzünden yıllarca bu böyle devam etmişti. Ruhundaki sevgiyi yeşertebilmek için, Yaşar hanımın can suyuna ihtiyacı vardı.
Bir hafta sonu uçakla İstanbul hava alanına indi. İstanbul da dostları, akrabaları anne babası vardı. Taksiye bindi ve akraba ve anne babasının olduğu semte yola çıktı. Yolda aklı hep Yaşar hanımla geçireceği her saniyenin gül bahçesindeki her zerresinde nasıl can suyunu vereceğini ve narin olan güllerinin her yaprağının kokusunu, içersine nasıl sindirip çekeceğini düşünüyordu. Gençlik yıllarında yaptığı bilinçsiz evliği, olgunluk yaşında daha da onu yıpratmıştı. Evde her dediği olmasına rağmen, eşinden dolayı sıkıntısı çok büyüktü. Toplum kendisini yadırgayabilirdi, olsun, yadırgayanlarda onun gibi aynı sancı içinde yaşıyorlardı. Ama dışa vuramıyorlardı, bu yörenin kaderiydi. Kaderi olmuştu... Bu düşünce içinde taksi, babasının kapısının önünde durdu. Büyük özlemle Yaşar hanımla buluşacağı anı düşünüyordu. O gün, akşam oldu... Uyuyarak sabahın ilk ışıkları ile Yaşar hanımla buluşmak için, telefona sarıldı. Yaşar hanımı aradı. Telefonda Taksimde buluşacaklarını söyledi... Taksimde bir kahvede buluştular. Havadan sudan konuşmalarla birlikte, Remzi’nin arkadaşının gelmesini beklediler. Remzi’nin arkadaşı gelmiyordu. Arkadaşı Remzi ve Yaşar hanımı evinde ağırlayacaktı... Birkaç telefon görüşmesinden sonra, her ne kadar Remzi İstanbul’a geliş gidişli olsa da, İstanbul’u çok iyi tanımıyor, bilmiyordu. Arkadaşının onu yalnız bırakması canını sıkmıştı... Kendisini çok kötü hissediyordu...İşte, insanın parası da olsa, dostları olmayınca o paranın kıymeti kalmıyordu..Bu üzüntü içinde Yaşar hanıma,---Kalk, dedi, kalabileceğimiz bir yer bulalım!Taksim’de Bir hayli arandıktan sonra, müsait bir yer bulabildiler...Bu arada, akrabaları onun İstanbul’ da olduğunu bildiklerinden, devamlı telefonla arıyorlardı. Yemeğe, sohbete çağırıyorlardı. Bu hengâmenin içinde Remzi bir hayli hüzün ve sıkıntı içinde Yaşar hanımın yanında eziliyordu. Elbet de Yaşar hanımda üzülüyordu bu duruma. Üzdüğü içinde ezildikçe eziliyordu. Arada Remzinin telefonu çalıyor akrabalarının kendisi ile buluşmalarını istiyorlardı. Yazlıkta beklediklerini söylüyorlardı. Remzi yerini akrabalarına söylemiyordu, söylemiş olsa, araba ile gelip, bulup alacaklarını biliyordu. O gün öylece geçti... Yaşar hanımı eve bırakıp, babasının evine döndü Remzi. Babası annesi ile ilgilendi, gerekli ihtiyaçlarını giderdi. Atalarıyla gündelik konuşmaların içinde zaman geçirirken Yaşar hanımı telefonla aradı. Konuşmaları espri içersinde bir saatten fazla sürdü. Remzi, İstanbul da bir hafta kaldı. Kaldığı bir hafta boyunca, Yaşar hanımla her gün görüşüyordu. Kaldığı bir haftanın her gününde Yaşar hanımla beraberken geç vakitlere kadar dertleşiyorlardı... Haftanın bir gününde o kadar çok konuları konuşmuşlardı ki, konuşmaları sabaha yakın bir saatte kadar sürmüştü. Yaşar hanıma bu gece otelde kalalım, dedi Remzi. Pastahanenin yakınında ki bir otel yerleştiler. İki ayrı oda tutmuştu Remzi. Daha sonra dışarı çıkıp, yemek yiyebilmek için lokanta aradılar. Yolda konuşuyorlardı. Remzi’nin aklında Yaşar hanımın hangi yemekleri sevdiği vardı...Akşam olmakta, ortalık kararmaya başlamıştı bile.... Bir lokanta buldular... Remzi’nin aklı, Yaşarın beğeneceği lokantaya gitmekti. Yaşar hanımın olgun, engin, gözü tok biri olduğunu hissediyordu... Buldukları lokantaya girdiler. İkinci kata çıkıp masaya oturdular, şef garson geldi. Aslında Remzi lokantayı beğenmemişti, daha uygun ve sakin yer istiyordu. Ama İstanbul’u bilmeyen olan Remzi öyle kabulleniyordu. Yemek çeşitleri şef garsona söylendi. Hafif yemeklerdi. Remzi anladı ki Yaşar Hanım ruh yapısı ile hakikaten toktu. Remzi ezildikçe eziliyordu, içersinden konuşarak işte yar budur diyordu. Yemekler geldi, Yaşar hanım fazla yemek de yemedi...Remzi yine şaşırdı, içersinden ’’Allah Allah,. Dedi. Yoksa aç mı kaldı!? Ruh sıkıntısı içersinde Remzi bunları düşünerek hesabı ödeyip dışarı çıktılar. Tarihi değeri olan bir iş hanında çay ocağında oturup çay içmeye başladılar. Bu arada yemek konusunda konuşmak için Remzi konuyu açtı. Yaşar Hanım Helva ekmek yemeği çok sevdiğini söyledi, Remzi de aynısın çok seviyordu. İşte ortak noktaları, ne hoş ya. Saatler geceyi kovalıyordu. Bir hayli zaman geçtikten sonra otele gidebilmek için yola çıktılar. Herkes kendi odasına çekildi. Ve öylece uyudular, ama Remzinin gece birkaç defa telefonu çaldı uykusuz kalacağının düşünerek telefonu kapadı. Uyudu. Sabah telefonunu açar açmaz, kendisini akrabaları aradı, çağırıyorlardı... Gitmesi gerektiğini düşündü... Siz gelmeyin ben geliyorum dedi. Yaşar hanımla sabah kahvaltısın yaptılar. Ama Yaşar Hanım üç günlüğüne gelmişti. Remzi içersinden diyordu ki; Allah’ım al canımı öleyim.
Ruh susmuştu dil lâl Ağu kusmuştu Kaşla göz hüzünlü çor yağdırmıştı Saçla baş sancılı kor, korlanmıştı Hengâmede gönül burgulanmıştı
Bir dost şairin söylediği dizeler, ağzından döktü. Sabah kahvaltısından sonra otelden ayrıldılar. Yolda beraberce yürürken sakin bir kahveye girdiler, kahvenin ikinci katına çıkıp boş olan bir masaya oturdular. Remzi Akrabalarının kendisini aradığını gitmese gelip onun alacağının söyledi Yaşar hanıma. Yaşar hanımın morali çok bozuldu, çok. Remzinin içeri ezim/ezim eziliyordu. Kendinde değildi. Başka dünyanın içinde ruhunu ateşe atmış yakıyordu, öyle bir yakış ki her türlü mahlûkatında onu yağmalamasını bırakmış, lime/lime etmelerini istiyordu. Yaşarın mavi gözlerini ilk gördüğünden beri aklı başından giden Remzi, gözlerine baktıkça içersinde ki hiddeti yutup yok etmek istiyordu. Yok, etmek mümkün değildi. Gücü tükenmiş yok olmuş olan Remzi, sessiz sakin ama, dünyasında ki yıldırım çakmalarının ateşi, tenin her zerresini yakıyor, ruhunu da mengenede çakal çıyanlar sıkıp eziyordu. Remzi ilk defa sevdiği bu güzelim tanrıça gibi gördüğü sevdiğinin karşısın da yıkılmıştı. Ki Remzi ne Tüfekten ne toptan nede... Korkusuzdu... Tek dileği vardı ölmek. Ölmek. Remzi Yaşar hanımı arabaya bindirip eve gitmesini sağladıktan sonra, bedenini, ruhunu ateş sarmıştı, yanıyordu Remzi için/için... Ruhuyla savaşıp yürürken, akrabasından telefon geldi. ---Nerdesin Remzi? Diyordu telefondaki ses.--- Yürüyorum dedi.---- O zaman hemen gel bize, istersen kaldığın yerde bekle seni alalım, dedi telefondaki ses...---. Hayır! Dedi Remzi.---- Ben geliyorum... Arabaya bindi. Akrabasının olduğu yazlığa doğru yola çıktı. Yolda Yaşar hanımı telefonuyla aradı, Yaşar hanım ses tonunda hüzün akıyordu. Hüzünde Remzi’yi yakıyor, yakıyor yakıyordu. Remzi sustu. Yüreği haykırdı kustu.
Sustum… !
Sustum güzelim, lâlım…
Emrindeyim, ölümüne.
Sustum. !
Sustum canımın içi,
Sustum…
Emrin, başım gözüm üzerine.
Emrindeyim ölümüne.
Gözümde gönlümde sen…
Zerremde sen.
Kanımda dolaşan…
Sen, sen…
Sustum,
Emrin baş göz üzerine.
Ömrümle sustum. …
Derinden okuyarak iç geçirdi, o yiğit insanın ki korkusuz soğukkanlı olan Remzi’nin gözlerinde hafifte olsa gözyaşı belirdi. Artık, kendi sininde bilmediği bir duyguyla dolmuş, ağlıyor, ağlıyordu…
Günler aylar salise, salise geçiyordu. Remzi ve Yaşar Hanım telefon görüşmeleri ile sevgilerini saygılarını, aynı zamanda da telefonda kaygılarını, kavgalarını dile getiriyorlardı. Günler günleri kovalayan dakikalar içinde; zaman, sevgilerinden bir şey kayıp etmemişti. Yaşar hanımın ruhundaki sıkıntı, Remzi’nin evli olmasıydı. Remzi her konuşmasında ne olur dert etme demesine rağmen, bir türlü Yaşar hanım zihninden sökemiyordu. Aylar yılları kovaladı. Yıllar içinde birkaç defa daha bir araya geldiler. Remzi Yaşar hanımı o kadar çok seviyordu ki ondan çocuk istiyordu. Yaşar hanım kabul etmiyordu. Remzi’nin çocuk istemesinin sebebi, Yaşar hanımı resmi nikâhına almak için istiyordu. Eşinden boşanmak için Remzi bir bahane oluşturmak istiyordu. Yaşar hanım bunun farkında değildi, hissetmiyordu. Remzi iç dünyasını anlatamıyordu Yaşar hanıma. Anlatamadığından her gün dirhem, dirhem eriyordu. Yaşar hanıma olan sevgisinden, yanı başında hiç konuşamıyordu. Öyle ki konuşacaklarını da unutuyordu. Remzinin kanına akmıştı Yaşar Hanım. Yaşar hanım bunu farkında bile değildi. Değildi. ..Günler içinde Remzi eşi ile olan kavgasını Yaşar hanıma anlattı. Yaşar hanımın psikolojik ani tepkisine bulaştı. O an Remzi’nin dili tutuldu, konuşamadı. Ayrılık Remzi ve Yaşar hanımda başladı. Susmuştu Remzi. Çünkü sevgisini suskunluğuna hapsetmişti. Suskunluğunda içersinden akan şırıl, şırıl şiiri okumaya başladı.
DEĞİŞMEM SENİ DÜNYA MALINA.
Açtım kalbimin kapılarını Ardına kadar sana!
Güneşim, Senle doğdu, Hayatım anlam buldu,
En önemlisi, Kalbim, sevgiye doydu.
Hayal kurmayı unutmuştum,
Korkuyordum!
Ama şimdi,
Şimdi, seni düşlüyor,
Özlüyor, özlüyorum...
Öylece uykulara dalıyorum...
Hayalinle, Sarmaş dolaş...
Sesini duymak isterim
Kimi zaman, Telefonda,
Yoksun...
Duramıyorum ki odamda
Ruhumdasın sen, Sen, hep aklımda...
Hayalin hep, Yanı başımda...
Yoksun!
Amma;
Bilirim ruhun nöbet tutuyor,
Koruyacak beni daima.
Sana bağlanmışken
Kopamam...
Vazgeçemem.
Değişmem seni,
Damarımdaki kana,
Çoluk çocuğa...
Dünyanın tek bir malına...
Anlasana!
Remzi’yi sıkıntıya bulaştıran çocuklarıydı, eşiyle olan kavgalarında çocukları devreye giriyor ortamı yumuşatıyordu. Ortam yumuşasa da, Remzi, sesiz kalıyor ama kendi bildiğini yapıyordu. Yıllardır ayrı yatakta yatıyorlardı. Remzi eşine ısınmıyordu, ısınamıyordu. Bu ölünceye kadar da devam edecekti. Binlercesi Remzi gibi. Yalnızlık kafesine kilitlemişler kendilerini. Suskun ve sessizdiler... Sevgi saf Berrak dupduru bir şelaledir. Berrak şelaleden her kişi içemez. O şelaleden Remzi’nin eşi içmemişti. İçmesini bilmiyordu, onun içtiği bulaşık suyu, yörenin şartları içersinde günlük işlerine bakıyor, hayatın bundan ibaret olduğunu biliyordu. Remzi’nin her gün başlayan hayat içinde günü zehir içerek geçiyordu. Ölünceye kadar da içecekti. Ona biçilen kaftan buydu. Artık sevgisizlik kaftanını Remzi’ ye giydirmişlerdi. Öyle ki, Yaşar Hanımda ikinci kaftanı ruhuna giydirdi. Ruhu artık bu âlemde değildi. Deli divane, suskun hayat onun arkadaşı oldu. O muhteşem insan artık sustu. Remzi sokaklarda geziyor, yatıyordu. Yarenleri kedi köpek sinek çöplüktü. Mardin’in dolambaç sokaklarında çocukların maskarası olarak yaşamaya başladı. O Allah sevgisi ile sevdi.
YORUMLAR
baştan sona harika anlatım güzelliği kelamınızı kutluyorum Rıfat bey