- 962 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SANAYİ MAHALLESİ (6)– 12 EYLÜL 1980
SANAYİ MAHALLESİ (6)– 12 EYLÜL 1980
Bilecik’teki fabrikanın siparişlerinden 250 sandığı sabahleyin ambarlardan gelip aldılar.
Öğlen de Arif hareket etti Bilecek’e otobüsle.
Yolda çizilen olursa, rötuş yapacak sandıkların boyalarına.
Yanına boya, tiner, fırça, küçük canavar taşı makinesini de aldı.
Eh kaldı yarısı.
İnşallah salimen onları da göndeririz.
Ertesi gün öğlene doğru Meryem geldi Atölyeye.
Meryem Arif’in karısı.
Altı aylık da hamile.
—Hayrola Yenge.
Hoş geldin.
Bir şey mi var?
—Seninle özel görüşmek istiyorum Attila ağabey.
Buyur gel, otur hele şöyle.
Bir soluklan.
Sana demli bir de çay getirteyim.
Misafir iskemlelerinden birine oturdu.
Epey üzgün görünüyor
—Erdem, Arif ağabeyinin, karısı ile özel bir şey konuşacağım.
Ofise kimse gelmesin, lütfen söyle arkadaşlara.
—Tamam Attila abi.
Şimdi söylerim.
—Eee anlat Yenge.
Niye böyle üzgünsün.
Kavga mı ettiniz Arif’le, nedir, ne oluyor.
Bir ihtiyacın mı var?
—Attila abi.
Sana çok kırgınım.
Niye hiç para vermiyorsun Arif’e.
Bu ay adeta süründük.
Hastaneye kontrole bile gidemedim parasızlıktan.
Arife para bırak diyorum, Attila abi daha bana para vermedi.
Şirket sıkışık, idare ediver dedi, diyor.
Attila abi’ye ben telefon açayım dedim, kıyametleri kopardı Arif.
Benim aramı bozacaksın Attila abi ile diye.
Abi, ben hamileyim biliyorsun.
Bebeğe bir şey olacak gıdasızlıktan diye korkuyorum.
Niye para vermiyorsun Arife?
Ayıp değil mi sana?
Allah, Allah.
Yahu Arif ne zaman paraya ihtiyacı olduysa gelip aldı.
Bir iş var bu işin içinde.
Karı koca arasında kalmamak için yalan söylüyorum.
—Arif doğruyu söylemiş be Meryem.
Epeydir bayağı sıkışıktık inan.
Biliyorsun yüklü bir sipariş almıştık.
Bütün paramızı hammaddeye yatırdık.
Bu sabah bir kısmını gönderdik.
Zaten Arifte onun için gitti Bilecek’e
Yarım saat evvel geldi bankaya havalemiz.
Sıkma canını.
Kusura da bakma ne olursun.
Sen Arif’i dinleme.
Böyle sıkıntılara da düşme.
Ne zaman istersen, bana telefon açabilirsin.
Arife’de söyleyeceğim mani olma Meryem’e diye.
Sizler benim ailemsiniz.
Gerekirse, ceketimi satar sana para yollarım.
Merak etme ve çekinme, tamam mı?
Cebimde ne kadar para varsa veriyorum Meryem’e.
Al şu 600 lirayı acil ihtiyacını gör.
Erdem’i de yanına vereceğim.
Gitsin bir taksi alsın.
Önce doğruca Hastane’ye gidin.
İhtiyacın olan şeylerin listesini yapıp Erdem’e verirsin.
Ben onları da alıp sana akşam Erdem ile gönderirim.
Benim yeğenime de iyi bak.
Gıdasız bırakma bebeği.
—Erdem buraya gel.
—Evet abi.
Sultan Selimden bir taksi alıp gel.
Meryem Yengenle SSK Okmeydanı Hastanesine gideceksiniz.
Muayene olduktan sonra eve bırakırsın Yengeni.
Sana bir de, liste verecek.
Onları da Leventten alıp, gelirsin dönüşte.
Akşam, Ariflerin evine bırakırsın.
—Tamam Abi.
Meryem gittikten sonra kasa defterini açtım.
Bu ay Arif kaç para almış diye bakıyorum.
2000 Liraya yakın para çekmiş bu ay.
Genelde 800–900 lira ile geçinir.
Allah hayır etsin, bir iş var ya bu işin içinde.
Zaten, on gündür Arifin yüzünden düşen bin parça.
Sürekli düşünceli idi.
Bilecik’e de onun için gitmesini istedim.
Sıkıldı, yoruldu her halde çocuk.
Ortam değişmiş olur dedim.
Arif dönünce anlarız bakalım.
Çektim iş tulumunu üstüme, kalan sandıkların imalatına yardım etmek için atölyeye girdim.
Saat bire kadar kaynak yaptım.
Karnımda bayağı acıktı.
Levent’te Cambazın yeri diye bir et lokantası açılmış.
Sahibi bir zamanlar hakikaten ip cambazı imiş.
Bizim ilk atölyenin olduğu sokakta imalat yapan tirfon vidacı methetti.
—Abi bir biftek yapıyor adam, parmaklarını yersin.
Ben böyle kalın ve yumuşak biftek yemedim.
—Yunus, ara verelim biraz.
Yeni bir lokantadan bahsetti tirfoncu Metin.
Çok güzel eti varmış.
Kalk bir değişiklik olsun.
Bu öğlen orda yemek yiyelim.
Cambazın yeri küçük bir kulübe.
İçerde 4–5 masa var.
Etleri dışarı koyduğu bir mangalda kızartıyor.
Levent’in tam da merkezinde, ana caddeye yakın.
İçerdeki masaların hepsi dolu.
Cambaz, bembeyaz saçlı, pala bıyıklı Hulusi Kentmene benzeyen güler yüzlü bir bey.
Oturun şöyle çocuklar.
Şimdi birileri kalkar, sizi alırım içeri.
Izgaranın yanındaki iskemlelere oturuyoruz.
Soruyorum,
—Abi, sen hakikaten cambaz mıydın?
Tam tamına 40 sene.
40 senem ip üstünde geçti.
Türkiye de gösteri yapmadığım vilayet kalmadı.
Belki hatırlarsın.
Hani bir seneler Medrano sirki gelmişti Türkiye’ye.
Üç senede onlarla çalıştım.
Rusya dâhil bütün Avrupa’yı dolaştım.
Çok iyi de para kazandım.
—Eee ne oldu sonra?
Cambazlık nere, lokantacılık nere?
—Kader be kardeşim.
Bebekler kadar güzel Arjantinli bir sevgilim vardı sirkte.
Büyük bir aşk yaşadım Anna Maria ile.
O da at cambazlığı yapıyordu.
Milano da bir gösteride, atın üstünde ayağa kalkmış son sürat pisti turlarken, birden seyircilerin arasından bir çocuk piste fırladı.
At ürktü ve şaha kalktı.
Anna Maria kafa üstü çakıldı yere.
Boynu kırıldı ve anında öldü.
Bu hadiseden sonra, tadım kaçtı.
Bir sene daha idare ettim sirkte.
Ama bu ülke bizim kanımıza işlemiş.
Saçma sapan şeyleri özledim.
Hadi canım sende deme.
Her hangi bir kahveye gidip demli bir çay içmeyi, Galata Köprüsünde balık ekmek yemeği, Çiçek Pasajında kokoreç yemeği özledim.
Cumhuriyet meyhanesinde, bir duble rakı içip Topal’ın Udu’nu dinlemeyi özledim.
İstanbul sokaklarının pisliğini özledim be.
Özlenir mi bütün bunlar?
Vatan olunca özleniyor işte.
Döndüm Türkiye’ye.
Birkaç sene Adana, İskenderun, Mersin de gösteri yaptım.
Yaş 60’a dayanınca gözlerim bozuldu.
Hem miyop, hem hipermetrop oldum.
Yakını da uzağı da gözlüksüz doğru dürüst göremez olunca cambazlık da bitti.
Bilirsin, Arjantin et memleketi.
Anna Maria’dan öğrendim kalın bir bifteği nasıl yumuşatacağımı.
Bir tesadüf, bu kulübeyi de kiralık görünce, gördüğün gibi lokantacılığa başladım.
Et lezzetli olunca, müşteri tuttu burayı.
Şu içerde gördüklerin, hep banka, şirket müdürleri, gazete muhabirleri ve Leventteki mağaza sahipleridir.
Ara sıra, ta Şişliden bile gelenler olur.
Sağ olsun, sizin gibi işçi arkadaşlarda gelir dükkâna.
Fiyatlarım da makuldür.
Kimseyi kazıklamam.
Ulan bize neden işçi dedi bu adam?
E tabi yahu.
Biz o kadar alışmışız ki atölye düzenine, yemeğe de üstümüzdeki tulumlarla gelmişiz.
On dakika sonra birileri kalktı.
Bizde içeri girdik.
Cambaz’ın biftekleri hakikaten harika.
Ben bir daha böyle lezzetli ızgara et yemedim.
İki masa ilerimizde bir gurup yemek yiyor.
Takım elbiseli kravatlı üç bey ve Türk sarışını (boyalı sarışın) bir hanım.
Hararetli, hararetli konuşuyor.
Hanım arada bir bize bakıp yüzünü buruşturuyor.
Ne oluyor bu kadına be?
Cambaz içeri servise gelince, yanına çağırıp bir şeyler söyledi.
Cambaz da bize bakıp bakıp, kadına birazda sinirli bir yüz ile bir şeyler söylüyor.
Cambazı yanıma çağırıyorum.
Abi rica etsem bir dakika bakar mısın lütfen.
Masaya geliyor.
—Abi bu hanım bizimle ilgilimi bir şey söyledi sana.
Boş ver yahu.
Ukala karı işte.
Hayrola.
Derdi ne imiş ki?
Niye yemeğe işçi tulumu ile gelmişsiniz.
Midesi bulanıyormuş.
Rica ediyormuş.
Bir daha böyle insanları lokantaya almayayım diye.
Ağzının payını verdim tabi.
Beğenmiyorsan bir daha gelmezsin dedim.
Şımarık karı.
Zenginliğine güveniyor.
Kim abi bu?
Tanıyor musun?
…….. Gazetesinin sahibinin karısı.
Cambaz ne olur beni tanıştır, ne olur be abi.
Buraya bak hır çıkarma burada.
Yemin ederim hır çıkartmayacağım.
Masaya gittik beraber.
-Hanımefendi.
Arkadaş sizinle tanışmak istiyor.
—İyi günler efendim.
Benim ismim Attila Bozoğlu.
Sizinde kim olduğunuzu öğrendim.
Rahatsızlık verdiğimiz için özür dilerim.
Ankara Maarif Koleji mezunuyum.
Sanayi ve İşletme İdaresi dalında da üniversite mezunuyum.
Ana dilim gibi İngilizce ve İtalyanca bilirim.
Aklına gelen her türlü inşaat makinesini kullanabilirim.
Pilot ve paraşüt brövelerim var.
Sanayi Mahallesinde de atölyem var.
Acaba siz Sayın Hanımefendi?
Hangi üniversiteyi bitirdiniz?
Kaç lisan bilirsiniz?
Hiç kurşun yağmuru altında kaldınız mı?
Arabanıza ateş edildi mi?
Vücudunuza kurşun yediniz mi?
Gece yarılarına kadar, çalışıp da bu yorgunlukla eve nasıl gideceğim diye endişe ettiniz mi?
İş yerinize gidip gelirken, acaba sırtıma bir kurşun yer miyim diye korktunuz mu?
En önemlisi de, bu güne kadar işte bunu ben ürettim dediniz mi?
Ürettiğiniz bir şeye karşıdan bakıp gururlandınız mı?
Bizler üreten bir nesiliz.
68 kuşağıyız.
Bizlere alışsanız iyi olur.
Çünkü benim gibi yüz binlercesi var.
—Kalk Yunus gidelim.
Böyle insanlarla aynı yerde yemek yenmez.
Bu hanım arkadaş aynı ukalalıkla Türkiye’nin başına bela oldu ve hala
da olmaya devam ediyor.
Bu güne kadarda neyi savunduğunu anlayamadım.
Başım belaya girmesin diye de, daha fazlada yazmak istemiyorum.
Dört gün sonra Arif İstanbul’a döndü.
—Selamın aleyküm Attila ağabey.
—Hoş geldin Arif.
Nasıl geçti?
Var mı kelek bir durum?
—Yok abi.
Müşteri gayet memnun.
Üç tane sandığın boyası çizilmiş.
İki saatte onları da hallettim.
İyi haberlerim var sana.
Sekiz tanede şerit kapı siparişi aldım.
Aman çok iyi.
Değdi bari ta oralara gittiğine.
Tam Meryem den söz açacaktım ki telefon çaldı.
—Alo buyurun ben Attila.
—Abi ben İbrahim.
—Selam İbo, hayrola?
Vallahi nedir anlamadım.
Mecidiyeköy karakolundan aradılar.
Komiser İskender diye birisi.
—EEE?
-Kadir Attila Bozoğlu orada mı diye sordu.
—Atölyede imalatta dedim.
Oranın telefonunu istedi ama ben vermedim.
Arızalı dedim telefonlarımız.
—Ne istiyormuş peki?
—Sizde çalışan bir eleman ile ilgili dedi.
Bu gün mutlaka gitmen lazımmış.
Eyvah dedim içimden.
Her halde Doğan gene bir bok karıştırdı.
—Erdem, çağır Doğanı bana.
İki dakika sonra Erdem geldi.
—Abi, Doğan abim tam bir işin ortasındaymış.
Yarım saat müsaade etsin diyor.
—Söyle o eşeğe bıraksın her şeyi, derhal gelsin yanıma.
Doğan gelince sordum.
—Ne boklar karıştırdın gene?
Sana kefil olduğumu bilmiyor musun?
Ne diyeceğim ben şimdi?
—Ne var be Abi?
—Ne olsun, komiser İskender Bey aramış Mecidiyeköyü.
Biraz evvel, Karakol’dan telefon etmişler.
Beni istiyorlar.
Bir elemanınızla ilgili demiş İskender Bey.
—Kuran ekmek çarpsın o günden beri, bir vukuatım yok abi.
Sen bana babalık ettin kefil oldun.
Seni zor duruma düşürecek bir şey yapar mıyım?
Üç beş kere toplantıya gittim.
Onu da herkes yapıyor.
Toplantıya gittim diye suçlayamazlar ya?
Doğan’a inandım.
İnşallah başka bir bela çıkmaz başıma.
Elim mahkûm.
Erdem’i de yanıma alıp, karakola gittim.
Yolda Erdem’e tembih ediyorum.
—Lan bir şey olursa bana evin telefonunu biliyorsun.
Yengene haber ver hemen.
—İçeri mi atarlar seni abi?
Ne bileyim be Erdem.
Gidip göreceğiz.
—OOO hoş geldiniz Beyefendi.
—Hayrola Komiser Bey, bir vukuat mı var gene?
—Nedir bu Bozoğlu atölyesi ile bizim uğraştığımız?
Atölye mi yoksa anarşist yuvası mı orası?
—Yarım saat evvel Doğan ile konuştum.
O günden sonra hiçbir olaya karışmadığına yemin etti.
—Bu sefer Doğan değil.
—Kim peki.
Dün gece gene birini yakalamış bizim ekip.
Üstelik de tepeden tırnağa silahlı birisi.
Yıldırım hızıyla aklımdan bütün çalışanları geçiriyorum.
Doğan haricinde bu taraklarda bezi olan kimse yok bildiğim kadar.
—Ne yapıyormuş, nerde yakalanmış, kimmiş bu?
—Şişlide duvara slogan yazıyormuş.
—Ne yazmışlar gene?
PATRON AĞA DEVLETİ YIKILACAK, HALK İKTİDARI KURULACAK.
—Bak buraya kardeşim.
Geçen sefer ben seni ikaz etmiştim bir daha sefer gözünün yaşına bakmam diye.
Sen bu adamların başı olabilirsin.
Ama hiç mi vicdanın sızlamıyor?
Yazık değimli bu gençlere.
Yarın öbür gün bir çatışmada ölüp gidecekler.
Bak bu sefer kurtuluş yok.
Hem adamın silahlı.
Hem de devleti yıkma tehdidi ve teşviki var burada.
—Komiserim, açık konuşalım.
Yani ben komünist bir örgütün başıyım diyorsunuz.
Hem kim bu adam yahu?
Nereden çıkardınız benim adamım olduğunu?
— Murtaza Özenç, senin adamın değil mi?
İfadesinde senin atölyede çalıştığını söyledi.
İşte yazılı, imzalı ifadesi burada.
Seni suçüstü mahkemesine sevk ediyorum.
Allah kurtarsın.
Ulan Murtaza.
Öyle bir bok duruma soktun ki beni.
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.
Yalan söylüyorum.
—Bir dakika komiser bey.
Doğrudur.
Murtaza benim yanımda 15 gün kadar çalışmıştı iki üç ay evvel.
İşte o kadar.
Girip çıktı işe.
Sigortaya bile kayıt yaptıramadık.
Hem Allah’ını seversen, yanımda her çalışan adamı, gece ne yapıyor diye nasıl kontrol edebilirim?
Benimde ailem, çoluk çocuğum var.
10 kişi var benimle çalışan.
Hangi birini kontrol edeyim?
Siz karakolda çalışan bütün polislerin gece ne yaptığını biliyor musunuz?
Kontrol edebiliyor musunuz?
Gazetelerde okuduğumuz kadar, polisler de iki ye ayrılmış sağcı, solcu diye.
Karakoldakilerin hangisi sağcı hangisi solcu bilebilir misiniz?
Baktım Doğan’ın dosyası masasının üstünde duruyor.
—Birde bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum İskender Bey.
Doğan’ın dosyası önünüzde.
Abi ne olur bak dosyaya.
Doğan sağcı slogan yazarken yakalanmış.
Murataza solcu slogan yakarken yakalanmış.
Ben de bunların başıyım.
Abi sen karar ver.
Ya sağcıyım, ya da solcu.
İkisi birden olamam ya.
Keşke böyle bir şey olsam da bu gençleri durdurabilsem.
İnsanlar çatışmasa, ölmese, bu anarşi olmasa.
İskender Bey iki dosya’ya da uzun uzun baktı ve bana döndü.
—Şeytan tüyü var sende.
Bu sefer de yırttın.
İnşallah seni bir daha karşımda görmem.
Bas git bakalım.
Murtaza üç sene hapis yedi.
Hapisten çıkınca da köyüne geri dönmüş.
Bir daha da görmedim.
Atölye’ye dönünce Arifi çağırdım.
-Otur Arif, seninle özel bir şey konuşacağım.
Attila Bozoglu - Eski Foça
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.