Çal Deresi'nde
Karşı kıyıda, ayaklarını suya batırıp çıkararak kendi halinde oyun oynayan Hilmi koyunu tüylerinden yakaladı ve suya doğru sürükledi. Bu arada bir tutam yün elinde kalmıştı. Islanmayan bir yeri kalmamış gömleğini çıkardı, kıyıda bir taşın üstüne fırlattı ve kendini suyun içine bıraktı.
Sesi bu kez daha yakından, Ekrem amcanın incirli tarlasından geliyor, ama derenin uğultusunda yitip gidiyordu. Artık sesi kısılmaya başlamıştı, bir temel duvarını daha geçti, bir süre harman yerinde dikildi. Sonra saman yığınlarını kocaman, siyah bir kilime tıkıştırmaya çalışan Uzun Hasan’ın karısıyla derin bir söyleşiye koyuldu.
Selim, derin soluklar alarak üzerine doğru gelen kara koyunu bu sefer ayaklarıyla kovaladıktan sonra, haykırdı:
“Heey”, diye seslendi Hilmi. “Beni duymuyor musun?”.
Hilmi kızmış, ayağa kalkmıştı ve uzunca zamandır sesini duyurmaya çalıştığı anlaşılıyordu. Selim gözlerini ağaç kabuklarından ayırmadan;
“Biliyor musun?” dedi. “Ben bu derede doğmuşum.”
Hilmi, öfkeli, ayaklarını suya vurdu:;
“Dalga geçme oğlum!” diye haykırdı, “Sen koyuna bak!”
Kara koyun bir kez daha Selim’in ayakları dibine gelmişti. Artık kıyıya çıkmaya çabalamıyor, debelenmiyordu. Ölmüştü. Bir kömür torbası gibi ağır ağır sürüklendi, hemen az ötede bir ağaç köküne takılıp durdu. Selim donakalmıştı. Karşı kıyıda Hilmi olandan habersiz, beline kadar suyun içinde ellerini çırpıyor, bir yayla türküsü mırıldanıyordu:
“Yayla yollarında kaldım yalınııız!”
Hilmi sustu. Sırılsıklam gömleğini iki ucundan tutmuş sıkarken, pek oralı olmamış görünüyordu. Selim, anasına söyleyeceklerini bir bir sıralamaya başladı:
“Koyun kaçtı, kayboldu deriz. Çok aradık, bulamadık deriz. Onun için geç kaldık deriz.”
“Bana ne, bana ne?” diye bağırdı Hilmi.” “Koyunları dereye ben mi getirdim? Beni bu işe karıştırma!”
Selim yol üstünde bir taşın üstüne çöktü. Hilmi’nin duyarsızlığı üzüntüsünü bir kat daha arttırmıştı. Hıçkırıklara boğulmuş ağlıyor, bir yandan da Hilmi’ye yalvarıyordu. Birden ağlamayı bıraktı, derin bir iç çekişten sonra;
“Vadide hava iyiden iyiye kararmış, ağıllarına dönen keçi ve koyunların melemelerine uzaktan uzağa baykuş ötüşleri karışmaya başlamıştı.
Selim, anasının elinde hayıt çırpısıyla ağıla doluşturduğu keçilerin arasına koyunları karıştırırken, çekinerek;
“Kara koyun kaçtı ana”, dedi.
Ümmühan Yenge, hayıt sopası havada öylece kalakalmış, sordu:
“Nereye kaçtı, oğlum?”
“Balcı Büveti’nden yüzerek karşıya geçti. Kavakların arasında kayboldu.”
Ümmühan yenge son keçiyi de ağıla soktuktan sonra döndü, oğlunun başını okşadı:
“Yarın ararız” dedi, “Boduç Bayram’ın ağılına karışmıştır.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.