- 643 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLDÜRTEN SEVGİ !
Gazetelere, halkı derinden etkileyecek bir cinayet haberi daha düşmüştü : Seksen yaşındaki Ahmet dede , yetmiş yedi yaşındaki eşi Ayşe nine’yi, başına tek kurşun sıkarak öldürmüş !
Olayın Doğu Bölgemiz’de geçiyor olması, yine çok değişik yorumlara neden oluyordu. Oysa olayın iç yüzü kimsenin tahmin edemeyeceği şekildeydi.
Ahmet dede, iki gözü iki çeşme, ağlayarak anlatıyordu savcıya..
’ Yirmi yaşlarında gencecik bir kızdı köyümüze geldiğinde. Yeni öğretmen olmuş, ailesi İstanbul’da yaşayan, hali vakti yerinde zengin bir ailenin kızıydı. Ailesini de karşısına alıp, gönüllü olarak gelmiş bizim köye.’
Koyu renkli kasketini elleriyle apışarasında tutuyor, diğer elindeki beyaz mendille sık sık terini silme gereği duyuyordu. Pamuk gibi de olsa halâ biraz saçları vardı başında. Gençlikteki görüntüsünden, Ayşe öğretmeni etkileyen yakışıklılığından fazla bir şey kaybetmemiş gibiydi. Yüzü bile fazla buruşuk değildi. Esmer, yağız , iri bir adamdı Ahmet dede. Fakat o heybetli, iri adam, bir bebek gibi ağlıyordu şimdi savcının karşısında.
’ Ben çobanıydım köyün. Çok kişi gibi ben de okuma yazma bilmezdim. Çoğumuz Türkçe konuşmayı da bilmezdik zaten. Eski okul diye bildiğimiz ahırdan bozma yer de kapalıydı o köye geldiğinde. Daha ilk gördüğümde çarpıldım ona. Uzun, kumral saçları vardı, omuzlarından sarkan. Gözlerinin yeşili, zümrüt gibi parlıyordu. Pek kısa boylu da değildi hani. Bizimkiler gibi kapalı giyinmemişti ama, yakışıyordu ona giydikleri. Söylediklerinden fazla bir şey anlamayan o insanlara bir bakışı vardı ki, ateş gibi, sıcacık. Anne gibi, bacı gibi sevecen.’
Savcı , bütün gününü ona ayırmaktan çekinmemeye kararlıydı. Olayın aslını o da çok merak ediyor ve can kulağıyla dinliyordu. Her beş dakikada bir terini ve gözyaşlarını silmesine rağmen, destansı bir aşk masalını anlatır gibi, tane tane anlatıyordu Ahmet dede.
’O ahırdan bozma yeri, onun da desteğiyle yeniden okula çevirdik. Boş zamanlarımın hepsini ona yardım ederek geçirdim ben de. Gördüğümde, en yakınımı görmüş gibi oluyor, hayran hayran bakışlarımı ondan gizleyemiyordum. O da bana çok yakın davranıyordu. Korkmuyor, çekinmiyor, bizden biri , çok sevdiğimiz bir yakınımız gibiydi sanki. Hepimiz çok sevdik onu ama ben biraz da başka türlü sevmeye, âşık olmaya başlamıştım. İşe bakın şimdi. Ben çoban, o öğretmen.
Kısa süre sonra derslere başladı. Köyü ev ev birlikte dolaşıp, çocukların okula gelmesini sağladık. Kız çocuklarını göndermeye bile zor da olsa razı ettik insanları. O ailesinden gönderilen paralarla ve maaşıyla hep yardım etti, hem çocuklara hem de okula. Bir ara annesi, babası, kardeşleri bile köye geldiler. Kitaplar, dergiler , okul araçları getirdiler. Onlar başka türlü insanlar. Bizim burada, özellikle İstanbul’lulara karşı kötü düşünceler hâkimdi. Onlar hepsini değiştirdiler. Dostluğun, insanlığın, insanları sevmenin ne demek olduğunu öğrettiler.
Size inanamayacağınız bir şey daha söyleyeyim mi ; sonunda bu öğretmen kız, benim aşkıma karşılık verdi. Beni dünyanın en mutlu insanı etti. Okuma yazma bile öğretti. Evlendik onunla. Dünyanın en mutlu çiftlerinden biri olduk. El birliğiyle köyün çocuklarının okuması için yıllarca çırpındık. Ben de dışarıdan, orta okulu, liseyi bitirdim. Hatta açık öğretime girerek üniversite mezunu bile oldum. Köyden, onun öğrencilerinden, nice okumuş insan yetişti. Doğu’nun örnek köylerinden biri oldu köyümüz. ’
Birden yeniden hüzünlendi Ahmet dede. Bu defaki hüznünün başka bir anlamı vardı.
- Ne oldu şimdi, ne güzel işte, ne kadar güzel işler yapmışsınız, mutlu olmuşsunuz , diye sordu savcı.
’ Ne kadar severdi çocukları. Ama Allah ona çocuk doğurmayı nasip etmedi bir türlü. O da daha çok sevdi öğrencilerini. Kafasına takmamaya çalıştı. Ama içine atmış belli ki..’
- Peki Ahmet dede, böyle bir insana nasıl ve niçin kurşun sıktın ? Delirdin mi, aklını mı oynattın sen ?
’ Hasta oldu Ayşe’m. Kan kanseri. Aylarca sürdü acısı. Gözüne bir damla uyku girmiyor, acı çekiyor ve bağırmak, inlemek zorunda kalıyordu. Bana sürekli yalvarıyordu, onu acılarından kurtarmam için, öldürmem için. Nasıl yapardım, bunca yıllık hayat arkadaşıma, Ayşe’me nasıl kıyardım , kendi ellerimle hayatına nasıl son verirdim ? Bana insanlara kıyılmaması gerektiğini en çok o öğretmişti. Yalnız bana değil, bütün köylüye de öğretmişti. O geldikten sonra, özellikle bizim köyden dağa çıkmaz olmuştu kimse. Şimdi ben kendi ellerimle böyle bir işi nasıl yapardım ?
- Ama yapmak zorunda kaldınız değil mi ?
’ Maalesef öyle ’dedi, göz yaşlarındaki kalanların hemen tamamını, kuruyuncaya kadar akıtmaya kararlı bir şekilde. ’ O gün yine çok ağrısı varmış. İlâçlar falan kâr etmiyor. Hiçbir şey acılarını dindirmiyordu. Ağlıyor, yalvarıyordu. Bir anda karar verdim. Son defa sarıldım ona ve öperek tetiği çektim.
Çünkü ben onu, öldürebilecek kadar çok seviyordum !’
Fikret TEZAL