- 850 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SANAYİ MAHALLESİ (4)– 12 EYLÜL 1980
SANAYİ MAHALLESİ (4)– 12 EYLÜL 1980
Çatışmayı takip eden bir hafta boyunca sakin geçti.
Bu arada bende Bilecik’te bir döküm fabrikasına ölçü almaya gittim.
500 tane değişik ebatlarda madeni sandık istiyorlar.
Bizim için bayağı yüklü bir iş.
Ölçüleri aldım ve İstanbul’a döndüm.
Yolda başıma bir şey gelmesin diye tiren ile gidip geldim.
Döndüğümün akşamı, bizim ekip ofiste toplandık.
Sipariş mektubunu gösterince her kez sevindi.
Arif;
—Allaha şükür be abi.
Bu iş bizi 3 ay idare eder vallahi.
Ancak böyle bir siparişi kaldıracak hammadde paramız yok.
—Arif,
Yunus’la bir hesaplayın bakalım.
Ne kadar sürede bu imalatı tamamlarız.
Ayrıca, birde almamız gereken malzemenin bir listesini çıkaralım.
Yarım saat sonra malzeme listesini getirdiler.
Yunus;
—Geceleri de saat 11’e kadar çalışır isek bu işi 60 günde imal ederiz.
—Çocuklar, her kez tanıdığı demirciye sorsun.
70 gün vadeli çek, senet ile lüzumlu malzemeyi temin edebilir miyiz bir araştırın bakalım.
Bayağı yüklü bir liste bu.
1200 plaka 2mm saç ve 600 boy 40’lık köşebent almamız lazım.
40 teneke kadarda gri boya ve tiner gerekli.
Boya, tineri Turan’dan alabilirim.
Ancak, bu kadar yüklü saç ve köşebent’i tek firma karşılayamaz zannediyorum.
Sanayi mahallesinde, bunları temin edebileceğimiz büyüklükte bir demirci yok.
Her halde 3–4 ayrı firmadan almamız gerekecek.
O gece, saat 10 gibi dağıldık.
Neyse yarın ola hayrola.
Eve dönmeye üşendim.
Bu saatte bile Boğaz köprüsü tıklım tıklımdır.
Günseli’ye telefon açtım.
—Seli ben bu gece Yunus’larda yatıyorum.
Beni merak etme.
Eve de haber verdikten sonra Yunus’la Behçet’in kahvede birer çay içip, öyle gitmeğe karar verdik.
Yunus;
—Bir kaç elde, pişti oynayalım abi.
Sokağa çıkma yasağına daha iki saat var.
Ne dersin?
—Seni mi kıracağım be Yunus.
Tamam.
Bende özledim pişpirik oynamayı.
Blöflü pişti oynarım bir.
Yalnız öyle bedava oynamam iki.
Kaybeden çay paralarını öder.
En dipte bir masa boşmuş.
Önlerde, kapıya yakın bir yerde otursa idik daha iyi idi.
Kapıdan hava geliyor hiç olmaz ise biraz.
Ama başka hiç boş masa yok.
Kahve tıklım tıklım dolu.
Her kez eve gitmeden önce yorgunluk atmak ve biraz da kafa dağıtmak için doldurmuş kahveyi.
Mecburen, dipteki masaya oturduk bizde.
Coco’da bizimle beraber geldi.
O da masanın altında yerini aldı.
Kader işte.
—Behçet, iki demli çay, birde 52 ver lütfen.
Çaylarımızı büyük bir zevkle yudumluyoruz.
Yunus kâğıtları dağıttı.
Şansa bak be.
İlk elden elimde iki vale var.
Oooh.
Yedim seni Yunus.
Tam o sırada kapı açıldı.
Üç kişi ellerinde makinelilerle içeri girdi.
İçime doğmuş sanki.
Karşıma uzandım ve Yunus’un yakasından olanca gücümle çekerek,
İkimizi de yere yuvarladım.
Aynı anda da birisi ‘’Yaşasın Türk Halk Kurtuluş Ordusu’’ diye nara attı ve ardından da makineliler ateşe başladı.
Sağ böğrümde bir yanma hissettim.
—Allah, Yunus vuruldum.
Makinelinin takırtısı her halde 30 saniye sürmüştür.
Ama bana saatlerce sürdü gibi geldi.
Birden, aslan kükremesi gibi bir sesle Coco kapıya doğru fırladı.
İnşallah Coco’yu da vurmazlar diye dua ediyorum.
Silah sesleri kesilince başımı kaldırdım.
Masanın bir bacağını, kafama siper ederek etrafıma baktım.
Bütün kahve yere serili.
Etraf, kan gölüne dönmüş.
Cam çerçeve paramparça.
Her yer cam kırığı kaplı.
—Sende bir şey var mı Yunus?
Yunus vücudunu yokluyor.
—Allaha şükür yok abi.
Sen nerenden vuruldun?
Yürüyebilecek misin?
İyi misin?
Ayağa kalktım.
İş tulumumun sağ tarafında, etrafı kan ile kaplı, boylu boyunca 2 yırtık var.
Tulumu aşağı çekip baktık.
Böğrümde, üst üste 2 derin sıyrık.
Anlaşılan kurşunlar sıyırıp geçmiş.
—Bir bok yok bende.
Kurşun sıyırmış.
Diğerlerine yardım edelim.
Koştur atölyeye, bizim ecza çantasını kap gel.
Yardım gelene kadar, hiç olmazsa faydamız dokunsun arkadaşlara.
5 kişi ağır yaralı.
Çoğu göğsünden vurulmuş.
Nabızlarına baktım, atıyor.
Üç kişi başından yemiş kurşunu ve ölmüş.
12’nin üzerinde de elinden, ayağından vurulan yaralı var.
Yarım saat sonra Jandarma ve üç tane ambülâns geldi.
Yaralıları ve hayatlarını kaybedenleri aldıktan sonra gittiler.
Yunus ısrar etti.
Bizde gidelim sarsınlar yaranı diye ama Behçet müdahale etti.
—Attila abi.
Fazla bir şeyin yok.
Eğer hastaneye gidersen, sorgu sual iki günden önce kurtulamazsın.
Bence, bas tentürdiyotu gitsin.
Gerekirse, yarın Eczanede pansuman yaptırırsın.
Atölyede, yarama oksijen ve tentürdiyot sürüp gazlı bez ile sardık.
Tam kapıdan çıkar iken Coco geldi.
Çenesinde kan var.
Yaralımı diye baktım.
Allaha şükür bir şeyi yok.
Ya herifleri ısırdı ya da bir yerden kan bulaştı ağzına.
—Yunus;
Bu gece Coco’yu da götürelim senin eve.
Ne olur ne olmaz.
Hayvanı öldürmesinler.
Anne bir şey der mi?
Bir şey demez abi.
Annemde çok seviyor Coco’yu.
Ertesi sabah Jandarma’dan geldiler.
Leventteki karakola gittik.
İfadelerimizin alınması 3–4 saat sürdü.
Atölye ye dönünce, bizim personeli topladım ve Behçet’e yardıma gittik.
Etrafı temizledikten sonra, Sultan Selim Caddesindeki camcıyı alıp getirdim.
Camları da akşama kadar taktılar.
O akşam, kahvemiz tekrar hizmete girdi.
Akşam TRT de haberleri izliyorum.
Bizim tarandığımız gün istanbul da 30’un üzerinde kahve taranmış.
Bir Bankanın önünde nöbet bekleyen 2 asker öldürülmüş.
Zile’de mezhep çatışması çıkmış ve bir ölü de orda.
Demirel’le Ecevit hala zıtlaşıyor.
Yazar Ümit Kaftancıoğlunu da öldürdüler.
Bütün bu anarşi içinde bizde ekmek kovalıyoruz.
Türkiye gittikçe uçuruma kaymaya başladı.
Sultan Selim Caddesi girişinde, çok ağır gitmeme rağmen 7 kere ateş açtılar arabaya.
Sağ kapımda 3 tane kurşun deliği var.
Bütün bu hercümerç içinde, Bilecik işimizi kovalıyorum.
Sanayideki demirciler, %30 unu peşin ödersek bakiye borca karşılık 70 gün vade yapabileceklerini bildirdiler.
Bende firmaya durumu anlattım.
Teminat senedi karşılığı kaparo verebileceklerini söylediler.
Beş gün sonra da Bankaya havalemiz geldi.
Hepimiz çok sevindik.
Demircilerden, malzemeyi kendimiz yükledik kamyona.
Atölyede de yerleştirdikten sonra, hep beraber yorgunluk çayı için kahveye gittik.
Bir ara Behçet yanıma geldi.
—Abi, tam arkandaki masada kasketli biri var.
Kaçak viski getirmiş.
Rakı fiyatına veriyor.
İster misin?
—Tamam Behçet.
Söyle getirsin iki şişe.
Adamı alıp geldi yanımıza.
—Attila abi iki şişe alacak.
Bak yalnız kapağı açıp alırız.
Viski ise bizim.
Dandik ise senin.
Sonra bozuk atma.
—Hayrola Behçet ne iş?
Abi bir kere aldım ben.
Nasıl becermişler bilmiyorum.
Renk viski.
Şişe orijinal.
Kapak kapalı.
Ama açtık ki içine çay doldurmuşlar.
Adam gülerek şişeleri çıkardı.
Yahu Johny Walker bunlar.
Hem de Black Label.
Viski’nin kıralı.
Kapakları açtı.
Oh be mis gibi viski kokuyor.
Behçet’i alıp bizim ofise geçtik.
Erdem’ de leblebi fıstık almış bakkaldan.
Behçet’in getirdiği çay bardaklarına viskiyi doldurduk.
Başladık demlenmeye.
Bir yandan da sandıkları nasıl imal edeceğimizi tartışıyoruz.
Gece saat 9 olmuş, kimsenin umurunda değil.
Kir pas, yağ içindeyiz ama mutluyuz.
Arif,
-Attila abi be.
Viskiyi çekince biz anarşiyi filan unuttuk.
İster misin gelsinler tahsilâta?
-Siktir et be Arif, gelirlerse gelsinler.
Ben kahvedeki taramada şerbetlendim oğlum.
Sen kendine bak.
Demiştim ki, kapı açıldı.
Üç erkek bir kız.
Erkeklerin yüzleri kar maskeli.
Kızınki açık.
Kalın mercekli bir gözlük gözünde.
Her halde ileri derece miyop.
Bana filmlerde gördüğüm Sovyet kadın görevlileri hatırlattı.
Karşı duvara bakarak önce bildiriyi okudular.
Viski den de cesareti almışım ki sorma gitsin.
—Yeni broşür mü bu?
—Kalın mercek bana döndü.
—Ne broşüründen bahsediyorsun sen?
Son bildirimiz bu.
—Bir suret versene bana.
Aylardır koleksiyon yapıyorum sizin broşürlerden.
Bende bizim broşürden vereyim size.
Hem bizimki renkli.
Öyle asarım keserimi de yok içinde.
Hep el arabası resimleri var.
Arif beni dürtüp duruyor.
-Abi kaşınıyor musun sen?
Tarasınlar mı hepimizi.
Kapat çeneni otur be.
—Kalın mercek soruyor.
—İçkimi içiyorsunuz siz?
Viski şişelerini görüyor.
—Bunlar küçük burjuva olmuş yahu.
Utanmıyor musunuz Viski içmeye.
—Neden utanalım yahu.
İyi bir sipariş aldık.
Bütün atölye bunu kutluyoruz.
—Nerede patronunuz sizin?
Çocuklar beni işaret ediyor.
Kız bana aşağılayan gözlerle şöyle bir bakıyor.
—Dalgamı geçiyorsunuz siz bizimle?
Bu heriften patron mu olur.
Yağ pas içinde, işçi tulumlu patron nerede görülmüş.
—Tamam, siz haklısınız.
Ben ustabaşıyım.
Patron Almanya’ya fuara gitti.
Biz de üzendik patronun viskisine.
Sorunca kırıldı diyeceğiz.
Kırk yılda bir keyiflendik bütün arkadaşlar.
Onu da piç etmeyin ne olur.
—Ha şöyle.
Doğruyu söyleyin.
Zıkkımlanın viskinizi bakalım.
Bizde sizin için mücadele veriyoruz.
Utanın kendinizden.
Kapıyı vurup gidiyorlar.
Mecidiyeköy ofise de gidip geliyorum sürekli.
Orada mehter marşları, Sanayide bildiriler artık gına geldi bana.
Bu arada cinayetlerin önü arkası kesilmiyor.
Tümgeneral Sabri Demirağ vuruluyor, MHP, CHP ilçe başkanları ve Çorumda 26 kişi öldürülüyor.
Sağ, sol çatışmalarında ölen talebeler ve sair insanlarda cabası.
Kahvede aramızda konuşuluyor.
Tek parti iktidarı gerekli bu ülkeye.
Yeni bir parti lazım.
Koalisyonlar, anarşi doğuruyor.
Ordu neden harekete geçmiyor.
Her gün gazetelerde, televizyonda cinayet haberleri.
Bizi kurtarırsa bir tek Paşa babam kurtarır.
—Paşa babam kim lan?
—Ordu ihtilal yapınca başa geçecek olan paşa.
Pazartesi sabahı, atölye’ye Murtaza geldi.
Arif, Yunus, ben ve Erdem hesap kitap yapıyoruz.
—Attila abi seninle özel konuşmak istiyorum.
Murtazayı tanıyorum.
Bizim mahallenin delikanlısı.
Efendi bir çocuktur.
—Çocuklar, bize bir beş dakika müsaade edin.
Murtaza’nın bir derdi var herhalde.
Yalnız kalınca Murtaza anlatmaya başlıyor.
—Bak abi.
Bizim sokak… Gurubunun kontrolünde.
Ben… Gurubuna katıldım.
Bu guruptakilerin çoğunluğu Sanayi mahallesinden.
Bize yardım edersen burayı tekrar ele geçireceğiz.
Seni hepimiz tanıyoruz.
Biz kontrolde olursak, canınız emniyette olur.
Hem de biliyorsun; sen ne kadar istersen o kadar bağış veriyordun.
—Peki, istediğin nedir.
Örgüte Ümraniye’den malzeme getirmemiz lazım.
Onun içinde dikkat çekmeyecek bir araba gerekli bize.
Senin arabayı her gün gördüklerinden, diğer gurupların dikkatini çekmez.
—Ne zaman lazım araba?
—Perşembe gününe.
—Tamam Murtaza.
Ben bir düşüneyim.
Erdem ile sana haber gönderirim olur olmaz diye.
Bir süredir Coco adet edindi.
Sabahları beni Sultan Selim Caddesinin girişinde bekliyor.
Caddeye girince yattığı kaldırımdan kalkıp arabanın üstüne çıkıyor.
Tavana yatıp atölyeye kadar benimle geliyor.
Eğer Coco’yu göremez isem, arabayı kenara çekip iki üç kere korna çalıyorum.
O da saklandığı yerden çıkıp arabaya geliyor.
Sanayide tanımayan kalmadı.
Arabasının tavanında köpek ile gezen adam diye meşhur olduk.
Sokak başlarındaki gurupların hepsine de teker teker uğradım.
Yeter artık, beni tanımamanıza imkân yok.
Ateş açmayın.
Sorgulama için durdurmayın.
Her halde bütün İstanbul’da araba tavanında köpekle gezen başka birisi yoktur.
O Çarşamba günü Cadde girişinde yavaşladım.
Coco fırlayıp tavana yattı.
Birinci sokağı geçtiydim ki, tam Musevi nalburun dükkânı önünde, karşı kaldırımdan iki kişi ateş açtı.
Coco fırladığı gibi üstlerine doğru koşmaya başladı.
Öldürecekler köpeğimi diye bir an delirdim.
Kapıyı açıp kendimi yere attım.
Kaldırım kenarına tuğla yığmışlar.
Uzana bildiğimi alıp bende kendime arabayı siper ederek ateş açanlara tuğla atıyorum.
Bir yandan da bağırıyormuşum.
Yetti ulan yetti artık be.
Bıktık ulan sizden.
Arkamdan birisi şiddetle çekiştiriyor.
Baktım bizim Musevi nalbur Habib ağabey.
—Üşüttün mü sen Attila?
Geberip gideceksin.
Lan kurşuna tuğlamı atılır.
Beni çekiştire çekiştire dükkâna soktu.
Elim ayağım zangır zangır titriyor.
—Bıktım artık be Habib Abi.
Çekilir mi bu bok?
Ne olacak ise olsun artık.
Yetti be.
Yarım saat bekledikten sonra atölyeye gidiyorum.
Arabanın her yeri delik deşik.
—Yunus kapat şu delikleri çelik macun ile.
Birde polise hesap vermeyelim.
Erdem gel buraya.
—Geçmiş olsun Attila Abi.
Yaralanmadın ya?
—Allaha şükür yok bir şeyim.
Habib Bey kurtardı beni.
Bak bakalım Coco’yu bulabilecek misin?
İnşallah bir şey olmamıştır hayvana.
Ha birde Murtazaya haber sal.
Bu akşam saat sekiz gibi bana gelsin.
Attila Bozoglu-Eski Foça
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.