- 823 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Hayat İki Final
“Buyurun yaş pastanız hazır Hüseyin Bey”
Yaş pastaya baktım harika görünüyordu. Üzerine de bugün iki yaşına girecek oğlum Berk’in geçen gün çektiğim gülen bir fotoğrafını resmetmişlerdi. Pastanın parasını ödeyerek içimde büyük bir sevinçle yola çıktım. Eve gitmeden önce kuru yemişçiye uğrayıp biraz çerez ve biraz da içecek aldım. Şu an evde minik oğlum, sevgili eşim, annem ve kardeşlerimin hepsi sabırsızlıkla beni bekliyorlardı. Bugün hep beraber oğlumun doğum gününü kutlayacaktık.
Aldıklarımı arabaya yerleştirip, yola koyuldum. Biraz yol aldıktan sonra kavşakta yanan kırmızı ışık nedeniyle durmak zorunda kaldım. Birkaç dakika sonra sarı ışık yandı. Daha yeşil ışık yanmadan arkamda duran şahin marka arabadaki adam sürekli olarak kornaya asılmaya başladı. Dikiz aynasından adama baktım, kornayla beraber bir de el kol hareketi yapıyordu bana. İçimden “le havle” dedim. Fakat adam hala kornaya basıyordu. O an öyle sinirlendim ki, çektim el frenini indim aşağıya. Sakin olmaya çalışarak arkamdaki arabaya doğru gittim.
“Ne oluyor arkadaşım? Niye basıp duruyorsun kornaya. Burada yatacak değiliz herhalde. Biz de ışık yandımı gideceğiz.” Dedim.
Tam bunları söylediğim sırada şahinde bulunan dört kişi kapıları açarak hışımla dışarı çıktılar! Arabayı süren kirli sakallı adam yakama yapışıp:
“Lan gavat akşama kadar seni mi bekleyeceğiz? Gazlayıp gitsene” dedi bağırarak.
Ben daha “Sen ne biçim konuşuyorsun arkadaşım demeden” adam o sırada yüzüme bir de yumruk attı. Bu arbedede tek hatırladığım diğer üç kişinin ellerinde sallama ve döner bıçaklarıyla bana saldırdıklarıydı. Sanki ben onların evlatlarını kesen bir düşmanmışım gibi acımasızca vuruyorlardı. İşte tam bu sırada, birisinin salladığı bıçak sağ gözüme geldi. Gözümden oluk oluk kan ve saydam bir şeylerin aktığını gördüm. Gözüm o bıçak darbesiyle akmış, kör olmuştum. O an delirmiş gibi ben de onlara yumruk atmaya başladım. Aldığım bıçak darbeleri nedeniyle bayılmadan önce son hatırladığım, gözüme bıçak sokan adama attığım sert yumruktu. Adam yumruğumdan dolayı yere düşerken başını sertçe kaldırıma vurmuştu.
Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Başımda doktor, hemşireler ve en acısı polisler vardı. Yumruğumla yere düşüp başını kaldırıma vuran adamın öldüğünü daha sonra öğrenmiştim. Tam bir şok yaşıyordum. “Aman Allah’ım bu yaşadıklarım bir kabus muydu?” diye sürekli acı içinde söylenip duruyordum. Neşe içinde oğlumun yaş gününü kutlamaya giderken, bir anda başıma neler gelmiş, hayatım birkaç pislik yüzünden nasılda kararmıştı.
Günler sonra iyileştim. Ama artık yeni evim, gözyaşları hiç dinmeyen eşim ve çocuğumun yanı değil, bu iğrenç hapishaneydi. Mahkemem görülmüş nefsi müdafaa olmasına rağmen uzunca yıllar demir parmaklıklar ardında olacak bir cezaya çarptırılmıştım.
Hapishanede biçare durumdaydım. Canım oğlum ve eşimin hasretinden mum gibi eriyip gitmiştim. Onlarsa dışarıda benden de beterdiler. Oğlum her gece “baba.. baba” deyip sayıklıyor, yemek yemeden yatıyormuş. Daha da acısı içinde bulunduğum bu bedbaht duruma daha fazla dayanamayan annem üzüntüsünden felç olmuştu.
***
“Buyurun yaş pastanız hazır Hüseyin Bey”
Yaş pastaya baktım harika görünüyordu. Üzerine de bugün iki yaşına girecek oğlum Berk’in geçen gün çektiğim gülen bir resmini koymuşlardı. Pastanın parasını ödeyerek içimde büyük bir sevinçle yola çıktım. Eve gitmeden kuru yemişçiye uğrayıp biraz çerez ve biraz da içecek aldım. Şu an evde minik oğlum, sevgili eşim, annem kardeşlerim hepsi sabırsızlıkla beni bekliyorlardı. Bugün oğlumun doğum gününü kutlayacaktık.
Aldıklarımı arabaya yerleştirip, yola koyuldum. Biraz yol aldıktan sonra kavşakta yanan kırmızı ışık nedeniyle durmak zorunda kaldım. Birkaç dakika sonra sarı ışık yandı, daha yeşil ışık yanmadan arkamda duran şahin marka arabadaki adam kornaya asılmaya başladı.
Dikiz aynasından adama baktım, kornayla beraber bir de el kol hareketi yapıyor bana. “Allah’ım” dedim “Sen bana sabır ver. Belli ki bu adam belasını arıyor.” Hiçbir tepki vermeden ısrarla yeşil ışığın yanmasını bekledim. Işık yanınca yoluma devam ettim.
Eve geldiğimde içeride inanılmaz bir coşku vardı. Boynuma ilk sarılan küçük oğlum oldu. Ardından eşim ve gelen misafirlerle merhabalaştık. Pastamıza güzelce mumlarımızı dizip, ardından oğlumun onları söndürüşünü alkışladık. O an gözlerim bu mutluluğa dahil olan anneme, kardeşlerime ve eşime kaydı. Hepsinin yüzlerinde derin bir sevincin yansıması vardı. İnsanın ailesiyle beraber olması ne de güzel şeydi…
YORUMLAR
Bu öyküyü hiç görmeden geçmişim...İyiki öğle tatilim bitmeden rastladım.
Çok orjinal..hem de çok...
Okuduğuma sevindim..
Mustafa Sakarya
Sevgili Mustafa
İnsanın bu devirde, hele, hele İstanbul da bırak trafiği, her hangi bir yerde, her hangi bir durumda bile başının belaya girmesi içten bile değil.
Hikâyeyi bilirsin, keramet sahibi iki veli çok candan arkadaşlarmış, velilerin kerametleri buya; yanlarında birer bohçaları var, bohçaların içinde devamlı vaziyette yanan bir tutam köz, köz içinde de erimeyen bir buz parçası dururmuş. Ne ateş bezi yakar, buzu eritirmiş. Ne buz erir ateşi söndürür bezi ıslatırmış. Lakin bu velilerin birisi dağ başında diğeri şehirde yaşarmış.
Günlerden bir gün şehirde yaşayan veli elinde bohçası ile dağ başında yaşayan arkadaşını ziyarete gitmiş. Yemişler, içmişler, sohbet etmişler. Dönüş vaktinde bu sefer şehirdeki veli dağ başındaki veliyi şehirde misafir etmek için davet etmiş.
Müsait bir zamanda elinde meşhur bohçası ile davete icabet eden dağ başındaki velinin şehirde gördüğü birçok şey kafasına takılır, kâh kızar, kâh söver. Bir bakar bohçasında közün içindeki buz erimeye başlar, buzun erimesi ile beraber köz sönüp bohçası ıslanmaya başlar. Bunu gören şehirli veli, “dostum dağ başında herkes velilik yapar, mühim olan şehirde bunu başarabilmektir” diye takılır.
Şimdi hikâyeni okuyunca bu misal aklıma geldi.
Heyhat, bizde velilik Mazhar Osman’dan tasdikname almış, kimimiz kereste tüccarı kimimiz bizatihi kerestenin kendisi. Koskoca veli, veli iken falso veriyorsa Allah bizim yardımcımız olsun, belalardan korusun. Hele, hele İstanbul’da
Selamlar
Mustafa Sakarya
Yazılarınızı okumak çok güzel Mustafa Bey.. Yine çok anlamlıydı. Tebrik ederim. Saygılarımla..
Mustafa Sakarya
Mustafa kardeşim, bir olayı usta kaleminle nasıl da iki finalle bitirdin. İşte, öfkeyle kalkanın nasıl zararla oturduğunu güzelce gözler önüne serdin.
Bir anlık öfkemize yenik düşüp hayatımızı karatmayalım. İki finali de göz önünde tutalım. Bence çok güzel. Güne gelecek ve ders verecek bir yazı tebrik ediyorum...
sevgilerimle...
Mustafa Sakarya
Çok güzel bir hayat dersi veriliyor öyküde. Sabır, her zaman kazandıracağı garanti olan tek seçenek...
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
Mükemmeldi kardeşim.
Günün yazısı olabilecek kadar gizli mana ifade ediyordu.
İlk finali düşünüp ikinciyi yaşayan olgun bir insan.
Anlatım harika.
Yurdumuzda herkes ama öncelikle sürücüler okumalı bu yazıyı.
10 Numara.
Selamlar.
Mustafa Sakarya
Aslında aynı olan iki olayın farklı şekilde geliştirilmesi "iyi bir buluş." Fakat "geçiş yeri" farklı olmalıydı. Adam bunların hepsini arkadaki sürücünün kornaya bastığı süre içinde zihin akışı şeklinde düşündüğüne göre geçiş "ya sabır" deyip dikiz aynasına baktığı yerden itibaren olmalıydı. öykünün ondan sonrası gerçek akışında bitmeliydi. Kanaatımca bu daha çarpıcı bir anlatı olurdu.
tebrikler..
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
Tebrikler Mustafa bey, trafik magandalarının her gün terör estirdiği günümüzde, eğitici nitelikte güzel bir yazı.
Diğer arkadaşlarım gibi elbette ben de ikinci final diyorum.
Yoğun sıcaklar, işsizlik, geçim sıkıntısı derken, insanlar saatli bomba gibi patlayacak yer arıyorlar.
En güzeli, kimseye bulaşmadan yaşamımıza devam etmek.
Her zamanki gibi anlamlı bir öykü, selam ve saygılar.
Mustafa Sakarya
Bir olay ve ikş ayrı final. Son yıllarda, insanlar stresten midir bilinmez bir agresif olup çıktı. Kimse kimseyi dinlemiyor, anlamaya çalışmıyor bence. Önce ben/lik söz konusu. Oysa hayatın içinde sadece ben/lik değil biz /lik kareler var. Bu manada başarılı ve ders verir nitelikte bir paylaşımdı. Tebrik ediyorum değerli arkadaşımı :)