- 940 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
BİR YAZ HİKAYESİ: 2
Hiç akılda olmayan bu kiralama işinin bir çıkış noktası vardı tabi ki; Torun. Bizim küçük hanımefendi, Yaz aylarını anneannesinin Çeşme’de ki evinde geçiriyordu, doğduğundan beri. Hal böyle olunca da bize de özlemi kalıyordu. İşte o özleme itirazımız neticesinde alınmış bir karardı: Çeşme’de ev kiralamak.
Evin içinde bulunduğu site Çeşme’nin en eski sitelerinden birisiydi. Ve Çeşme koşullarına göre de denize sıfır konumundaydı. Yapıldığı günden bu güne epey zaman geçtiği için de yeşillikler içinde, tatil köyü havasında bir siteydi. Yaşayan insanlar birbirleriyle akraba gibi olmuşlardı.
Evler, birbirine yapışık ikiz villalar şeklinde inşa edilmişlerdi. Her ikiz villa, diğer ikize, ortak kullanıma açık bir bahçe ile bağlanıyordu. Bahçenin ortasında devasa bir kauçuk ağacı vardı. Annemin söylediğine göre kauçuk ağacı saksı bitkisiymiş. Her ne hikmetse bu sitede dev ağaç haline gelmiş. Bu ağacın kuruyan yapraklarının düşerken çıkarttığı sese alışmam zaman alacaktı. Aynı fırlatılmış kaya sesi gibiydi.
…/…
Evet, nerede kalmıştık? Tavan arası odasını keşfetmiştik.
Bizleri sevince boğan bu keşfin ardından, ortadaki bütün eşyaları, süratle yok ettik. En azından salon rahatlamıştı. Sonra, eksiklerimizin neler olduğunu tespite başladık. Elime kalem ve kâğıdı alarak mutfağa, annemin yanına gittim:
“ Evet, komutanım. Söyle bakalım eksiklerimiz neler? “
Annem bana döndüğünde elinde küçük bir çelik tencere vardı.
“ Bu ne? “ dedim.
“ Kullanılabilir diye ayırdığım tek şey.”
“ Yani, sadece bir tek tenceremiz mi var? Çaydanlık, cezveler, vs ne oldu? “
“ Temizlenemez durumda oldukları için yukarıya kalktılar.”
Şok, şok, şok…
Bir evin mutfak eşyası! Düşünebiliyor musunuz? Komple bir evin mutfak eşyası.
Ne yapalım? Başa gelen, çekilir. Zaten başka seçenek de yok.
Mutfağı böylece hallettikten sonra, odalara geçtik. Lekeli diye kaldırdığımız pamuk yatakların ardından bomboş kalan mobilyalarının üzgün halleri ile karşılaştık. İstem dışı bir “ Of “ çıktı, ağzımdan.
“ Aman canım oflayıp puflama kulağımın dibinde. Urla’da ki evinden getirirsin işte, ne lazımsa.”
“ Sağ ol anneciğim ya, nasıl da çözüverdin olayı. Bravo yani. Ben hiç düşünememiştim bu seçeneği.”
Neticede dediği oldu ve bütün ihtiyaçlar Urla evinden karşılandı.
Özel eşyalarımı toparladım. Annemin yardımcısı da benimle geleceği için gününü tespit ettik. Valizleri, çantaları ve askıları arabaya yükledim. Tam kontağı çevirdim telefonum çaldı:
“ Sakın yola çıkma. Burada yağmur, gök gürültüsü, kıyamet kopuyor. Bu havada gitmene izin vermiyorum. “
“ Tamam anneciğim. Ben hele bir geleyim, orada karar veririz “ dedim ve asla dinlemeyeceğini bildiğim için de telefonu kapatıverdim.
O kadar eşyayı toplamışım, arabaya yüklemişim. Geri dönülür mü artık? Ben, dönmem. Dönmedim de.
Giderken, annemin emektarını aradım. “ Geliyorum, sen yola çık ben seni oradan alayım. “ dedim.
Durumu anlayan annemi sakinleştirdikten sonra yola koyulduk. Otobana çıkmamızla kapkaranlık, sağanak yağmurun içinde bulduk kendimizi. Nasıl yağıyor, anlatamam size. Önünü görmenin imkânı yok. Sileceklerin yetişmesi, mümkün değil. Farları yaktım. Kendimi en sağa attım. “ Duaya başla bakalım “ dedim emektara.
Annemle yaptığımız, en az, otuz iki telefon konuşmasının ardından eve vardık. Sevgili kullarmışız ki; o an yağmur dindi ve biz eşyaları eve attık. Hemen kolileri açmaya başladık. Getirdiğim mutfak eşyalarını, bir kez daha yıkansınlar diye, bulaşık makinesine dizdim. Deterjanını koydum. Başlat düğmesine bastım. Ses yok. Bir daha kapağı açtım, kapattım. Düğmeye bastım. Yine ses yok. Bulaşık makinesi arızalı! Arkamdan bir ses geldi: “ Eser abla, buzdolabı çalışmıyor.”
Şaka gibi. Elm Sokağı’nın Kâbusu filmindeyim, sanki. Üstelik de başrol oyuncusuyum: Esas kadın.
.../...
Ev kiralanırken, ben sandım ki, hep beraber olacağız. Evi birlikte kullanacağız. Ailemizin tüm üyelerinin ortak kullanımına açık olacak. Zaman zaman beraber olacağız. Zaman zaman yalnız kalacağız. Öyle değilmiş meğer. Nasıl mıymış? Anlatayım hemen. Evin bir sabit elemanı olacakmış: Ben. Bu sabit eleman, yani ben, evde sürekli oturacakmış. Temizliği, bakımı, yemekleri, çamaşırları, aklınıza gelen - gelmeyen her şeyinden o sorumlu olacakmış. Kimin canı isterse ona, yani bana, katılacakmış.
Benim böyle bir kurgudan haberim bile yoktu. Bu karar ne zaman alındı? Bu kararı kimler verdiler? Hiç bilmiyorum. Netice mi? Karar uygulamaya kondu, tabi ki!
Yaşamaya başladıktan sonra tersliklerin, arızaların ardı, arkası kesilmedi. Ev, hiç durmadan mızıldanan huysuz bir çocuk gibiydi. Bir musluğu tamir ettiriyorum ertesi gün diğer musluk akmaya başlıyor. Mutfak lavabosunu açtırıyorum. Banyo lavabosu tıkanıyor. Delirmek üzereydim. Günler; keyfimi, neşemi, mutluluğumu yanlarına alarak geçiyorlardı.
Ev, sanki yaşıyordu ve bana “ Git. Seni burada istemiyorum “ diyordu.
Bir Cuma günü, akraba çocuğunun sünneti için, İzmir’e gelmek üzere arabama bindim. Sitenin kapısından çıkar çıkmaz fark ettim ki; şarkı söylüyorum. İki ay sonra, ilk defa şarkı söylüyordum. Mutluydum!
Takip eden Cumartesi günü, arkadaşımı da yanıma aldım ve Çeşme’ye döndüm. Sınıf arkadaşımızın oğlu evleniyordu. Düğüne katılacaktık. İki arkadaş keyifle sohbet ederek, şarkılar söyleyerek yola çıktık. Bütün yol boyunca güldük, eğlendik. Siteye geldik. Arabayı park edip eve girdik. Arkadaşım: “ Sendeki değişimi gözümle görmesem inanmazdım. Beş dakika önce ki mutlu kadın gitti yerine omuzları çökmüş, mutsuzluğu hücrelerinden fışkıran bir kadın geldi. Sen ne yapıyorsun kendine?” dedi.
Düğün bitti. Arkadaşım evine döndü. O sabah kalktım. Bir saatin içinde bütün eşyalarımı toparladım. Evime, İzmir’e döndüm.
…/…
Bir şeyin hayalini kurmakla o şeyi yaşamak arasında dağlar kadar fark varmış. Bu ev, bana bunu öğretti.
Sizin hayalleriniz ya da kurgularınız veya beklentileriniz size aittir. Tüm bunlara isim olan kişileri, nesneleri bağlamaz. O isimlerle ortak düşünceleriniz olmayabilir. Bu da onların suçu değildir. Çünkü siz, bütün o kurgulara, hayallere ve beklentilere onlara sormadan sahip olmuşsunuzdur. Bu ev, bana bunu öğretti.
Ev denilen şey; dört duvarı ve bir çatısı olan kerpiçten, betondan, tahtadan yapılmış barınaktan başka bir şey değildir. Ne kadar bedel ödendiğinin, nasıl döşendiğinin, hangi semtte olduğunun hiç önemi yoktur.
Ev, içinde yaşayan varsa evdir.
Ev, yaşayanları mutluysa evdir.
Ev, mutluysa evdir.
Bu ev, bana bunu öğretti.
…/…
İzmir, benim evim.
Urla, benim evim.
Çünkü ben, onlarla olduğum zaman mutluyum.
Çünkü bizler, birbirimizi çok seviyoruz.
BİTTİ.
Eser Akpınar
12.08.2010
İzmir.
YORUMLAR
İçinde çerçeveletilip asılası güzellikte sözler vardı. Bu güzel yazı için tebrikler usta kalem.
Eser Akpınar
Ev, içinde yaşayan varsa evdir.
Ev, yaşayanları mutluysa evdir.
Bu sözün üstüne söz yoktur. Ev saray olsa, içindeki mutsuzsa o ev bir işe yaramıyor demektir.
Eser çektiğin sıkıntıları görür gibi oldum. Çok geçmiş olsun arkadaşım.
sevgilerimle...
Eser Akpınar
Ev, içinde yaşayan varsa evdir.
Ev, yaşayanları mutluysa evdir.
Evet ötesi yok.
Haklisiniz birseyin hayalini kurmak ile yasamak arasinda daglar kadar fark vardir.
Onun icin insan bir cok seyin büyüsüne kapilip yalnisa adim atmasin.
Cok güzeldi sonunda verdiginiz mesajlar.
Yüreginize saglik
Sonsuz sevgimle
Eser Akpınar
Teşekkür ediyorum Serpil Hanım. Sevgilerimle.