- 896 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İTE DÖKÜLEN HANGEL/ ARDAHAN ÖYK: 122 (kitap)
Çocuk defteri kırmızı kalemle domates tarlası gibi renklerle yazdı. Otuz yaprak altmış sayfayı bir kelimeyle tekraren doldurmuştu.
" Hayın ne oğlum? " dedi babası.
Ortaokul ikiye geçmişti. Ergenliğin içindeydi ve tatilde de derslerine çalışıyordu.
İlköğretim yedinci sınıfa takdirle geçmişti. Başarılıydı. Kendini fazla göstermiyordu. Bunu ilke edinmişti. Birkaç defa asıl tarzını göstereyim dediğinde tepki almıştı. Ortadan yürümeği köyde kim aklına sokmuştuysa prensibini benimsemişti.
" Oğul; ne arkada kal, ne öne geç, ortadan yürü!"
Defteri yazıp doldurmuştu; Comuşlara hitap nidası var ya hani ineklere "OHO!" deriz. Comuşlara:
"OTTORUUPHHHHP!" diye seslenirize.
Veteriner, İloş’un Türkçe dersine giriyordu. Baytar Bey yaratıcı, zihin açıcı şeyleri seven biriydi. Sınıfa ve ona sormuştu:
"Comuşa seslendiğimiz kelimeyi... İloş sen oğlum! Kusursuz yaz yavrum. Sana bir takım elbise alacağım."
İloş kırmızı tükenmezle al-kana buladığı deftere OTTUOHOOTRUPOUUURUPH’u beceripte yazamamıştı.
Comuşa bu gütme seslenimi aslında yazılamaz. Ancak üstünde anlaşılan bir si mgeyle makulü geçerli addedilir. Konunun ileri akademik disiplini fonetikdir ki o da nal toplatır adama Allahvekil.
Her kelime doğru yazılıp, doğru sesleniliyor mu? Hayır. Kabülen anlaştığımız şekilde yazarız ve konuşuruz. Girift ve karmaşa örneklerde ise çuvallarız. İloş gibi cin çocuklar paradigmaların dünyasında yaşadığımızı bildiklerinden zekiliklerini konuştururlar arasıra. Sistem virüs yemiş gibi şamrel patlamasına benzeyen bir gümbültüyle "PATTTT!.." patlar.
Baytarı sesli ve sessiz harfler konusunda sınıfta üç öğrenci sıkıştırmıştılar bu defa. Baytar A harfi sesli harf deyip direniyordu. Çocuklar: Zerişan Abla’nın İloş, Sülbiye Hala’nın Koço, Tontoş Bacı’nın Kelo. Ölürüm Allah ikna olmuyorlardı. A Harfi sessizdir inadında direniyorlardı. "BE harfi sesli öğretmenim" dedi Tontoş’un Kelo:
"BEEEEEEEEEEEEEE uzun ve uzadıkça sesi artmıyor mu öğretmenim?" Yaradan Allah hakkı için bu nasıl uşak el alemin baytarına görüşünü savunup duruyor!
Baytar ikna oldu. Adamcağız sesli denilenlerin:
" A,O,U gibi harflerin bir küme oluştururken tek defa ağızdan çıkmalarını ayırt edici unsur olarak kabul edersek şayet." dedi.
"Bu doğru ama kavram ismi verilirken sessiz dense daha doğru olmaz mıydı?" diye bir kerre daha düşündü... kafası karışmıştı.
"İloş, Kelo, Koço haklıdır." dedi. Matematikte de yanlış isimlendirmelere rastlamıştı. Mesala. Bayağı kesir’in bütününe pay demek lazımken payda denmişti. Onu da Sivas’ta lise öğrencileri inat- ısrar ispat etmişlerdi. Hatta Fen Fakültesine yazmışlardı. Oradan gelen cevabi mesaj da ispatınız bilimsel olarak geçerlidir, denmişti.
1
----
4
Bayağı kesirde parçayı ( 1 ) yukarıda gösteririz. Aşağıya ise bütünü (4 ) yazarız. Bunları isimlendirirken yanlış isimlendirmişiz. Yukardaki ufak rakama pay, aşağıdaki büyük rakkama payda demişiz. Oysa Türkçe anlambilimde büyükler her zaman önce gelir: Çok- çokluk, tam- tamlık gibi.
Bir bölü dördün yeri zaten bilimsel olarak değiştirilemez ama verilen yanlış ve ufak rakama payda, büyük rakama pay denilmesi dil mantığınca lüzum eder.
Baytar Şemsi Bey: " Ulan çocuklar yazalım bunu da Dil Enstitüsüne" dedi.
Sınıf, Kelo, İloş, Koço çocuklar gibi şendi, diyeceğim. Zaten çocuktular. Koca profesörlere icatlarını tasarımlarını yolllayacaklardı. Tirim tirim neşe içindeydiler... çiçekler gibi gülümsüyordular.
" Yegen hangel meseli n’oldu?"
" Dayı onu anlatacağım, Zerişan Abla İloş’un anası... Mehe Dayı’da Zerişan Abla’nın kocası, hangel de bunların hangeli... bağlıyacam."
" Birez çabuk yegencan..."
Zerişan Abla hangeli ite dün dökmüştü. Kapıda saltaşın önünde it aynı it, salda. Hangel yerinde yeller esiyordu. İtle mahallenin diğer itleri onu, LUP iki dakikada yediler. Hangeli Zerişan Abla harika pişirirdi. Anası Tiflis tarafında öğrenmişti. Buna da öğretmişti. Mehe, çocuk küsen gibi küser, aylarca ekmek yemezdi.
" Zerişan bir ay etmek yersem it oğli it olem." diye ant içmişti. Mehe’nin lakabı "Sofrada Küsen"di.
Ocakta ateşin üstünde hangeli suya dökmüştü kadıncağız. Buharıdan düz çıkıyordu duman; baca yalnız eğriydi. Akşam serinliği koktu! Allah’a nece ayandır ki!
Buharı erkeklendi. Kışın üşümüştü. Onun acısı vardı. Fırsantı eyyamı yakaladım havasıyla serinliği: Hazır punduna getirmişim Sahgbaralı Kamber Pehlivan gibi yere çalem." dedi.
Ateşin taşlarla çevrintisi tencereyi ısıttı. Meşe odunu vurmuştu ocağın altına kadın. Ufaktan dürüm-kebapta olura öyle çıra kokusu... herhalde hangele de sinecekti bu koku. Genize geçiyor. Gegirdikçe insan genzine yayılan çıra meşe orman kokusu... hoşlanmıyanını tanımam ben.
Mehmet Ali Erbil Çarkı Felek’te sesli, sessiz harfleri yarışmacılara soruyor. Yarışmacılar çoklukla karıştırıyorlar. İloş ve arkadaşları haklı mıydı? Sesli harflere, sessiz diğerini de sesli demek mi lazım? Çocukların delil olarak sundukları ’BEEE’ harfinin uzadıkça çıkardığı sesin sesliliğe yorulması tezi akla ırak bir tez değildi.
Çomuşların OTTOOHU’su da ilginç bir yaklaşımdı.
İloş kafayı kullansa okusa, liseyi bitirse, fakültede linguistiği ardından Lyotard üzerine yüksek lisans yapsa hepsine cevap bulabilirdi.
İloş’un kafasının çalıştığı şeyler Lyotard’ın üst anlatım dediği şeylere giriyordu.
İloş daha da antika bir iş yapıp Lyotard’ı aşmalıydı.
Sen mi, iyi anladın ben mi? Bu tekrar; yaratıcılık sayılmaz. Ya ne önerilir?
Bizde AŞMA kavramı bilinir mi, bilinmez mi? Bilinir niçin bilinmesin. İyi anlamak yerine tekrar etmek tembelliği tercih edilirse de. Adamı Almanya’ya bursla göndermişler. Fizik’te eğitim almış, geri geldiğinde İzafiyet Teorisini üşengençlikten söylememiş. Bu Türkiye’ye tam 27 yıla mal olmuş. İzafiyet teorisini bilmek bir şey değil. Onu aşmak marifet ve ilke olmalıydı.
Şu iyi değil vesaire gibi önerimler de bulunuruz. O iyi değil dediğimiz şeyi iyi olsun kötü olsun aşacağız. Aşmak yenisini yapmaktır. Daha başka şekillisini yapmaktır. AŞMAK fikri ve olgusu, tasarım yapmaktan, icat fikrinden de etkili bir nüanstır. Hafife almamak muhaldır.
Cep telefonu iyi mi, kötü mü? demektense o’nu aşan yeni bir tasarım yapmak daha gerçekçi ve akıllıca bir stratejidir. Gençler de aşmak fikrini bir idrak haline getirmeli.
Sabgara deresinde palaklı kayalık vardı. İloş orada Ardahan’ı; yalnız Karadeniz’e doğru seyre dalardı. Gözlerini beyni ve başının altına çitediği ellerini koordineli bağlamıştı. Ben: "Derin düşünce..."diyeyim. Siz tefekkür yahut içe bakış deyin. Bu yaşam alanı ona yeterdi. Vücudu psiko motorize vaziyette kurumuş gibi yaprakların kıpraşmasına bile karışmazdı.
O dalmıştı. Bir balık deryayı bilmezmiş o mahiler ki demişti; Hayali.
Çocuk canıyla, düşünerek teoriler bulmalıyım derdi. Ne bileyim teorisinin ismi Yaylacık’la anılsın, Ardahan’la anılsın; evet bunları içinden geçirirdi...Öğrenme teorilerini. Mesala Pavlov Teorisini: Köpeklerde şartlı refleksle kurmuştu. Onu geçemez miyim? derdi.
Lise ikinci sınıfa geziyordu. Felsefe dersinden ışık varsa vardır ona. Bunu çakmıştı. Umudu oydu. Pavlov’u öğrenme felsefelerinde sollamak niyetiyle; tefekkür etmeğe gene aynı palaklığa gitti.
Uzandı... sonsuzluk ve düz Ardahan ahana karşıdaydı.
Ola! Allahıma kitabıma buluş buldu. Helal olsun, İloş sana. Seni veren Allah’a kurban oğlum; sen bir tanesin. Ben de senin kadar olmasa Ardahan’ı ve Yaylacığı çok seviyorum.
De haydi ne buldun?
Sabgara’ya taraf küçük kalmış ağzıyla, neredeyse Sabgara yekelikte, Sabgara irilikte:
"Neden öğrencilerin öğrenmeleri için canlı hayvanlar örnek alınıyor? Neden dahileri örnek almıyoruz." diye bağırdı.
Mesala: Dehalardan Atatürk, Leonardo da Vinci, Adnan Kahveci’yi inceleyerek onların zihinsel davranışlarını çerçeveleyip, açıklayıp çocuklara model ve yöntem olarak uygulamıyoruz. "Dehalardan daha iyi, yol yolak olmaz ki." dedi. İloş haklıydı. Çok haklıydı. Dehaların zihinsel usullerini çözüp benim gibi, senin gibi ortalama insanların eğitimi için kullanmamız insan olarak en doğal eğitim tekniğiydi.
Dehalar gibi okuduğumuz kitapta, sayfaları resimle karalayacaktık, zihin haritası olacaktı. Kavram haritası yapacaktık. ’Varsayım’ kelimesini unutmamak için farz-ı muhalle çeteleyeceğiz. Muhal kelimesinin sayılır anlamına geldiğini ekleyip. Farz-ı mahal ile varsayılırı çiteleyerek yoksayılırı, farzımuhalle de genişletebilirdik tıpkı dehaların bu usulune göre.
Yaylacığın adını yüceltemeyecekti İloş. Zira bu eğitim sistemini Amerikalılar 1950’lerde bulup ve geliştirmiştiler. Yapılandırmacı Eğitim Sistemi’ni dehaların öğrenme usullerini öğrenim tekniği olarak geliştirmiştiler.
İloş yüksek lisans yaparken bunu öğrendi. O şimdi bunu aşan bir model üstünde çalışıyorsa bile...
Hangelin ite döküldüğü seneler; seneler evveline müteakip bir iş olsa da. O saltaş yerinde hala. O hangelin seyrine matuf koku ve hangel taneleri dağılıyor gibi görseniyor bilirsin.
Zerişan Abla soğan anığı dökmüştü. Sarmısağlı yoğurtta vermişti üzerine... hangel de hangeldi hani!
yalçıner yılmaz 11-08-2010 çanakkale
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.