Av
Kış en güzel anılarımın biriktiği zamanıdır ömrümün. Hayatını anlat dediklerinde, bazıları nasıl askerlik anılarından saatlerce çıkamazsa, ben de kış aylarında yaşadığım anılardan çıkamam. Günlerce anlatabilirim. Çocukluk ayrı, gençlik ayrı, her zaman farklı anılar attım gönül heybeme kış aylarında. Çocuklukta kardan adam yaparlardı büyükler benim için. Ben de elimi sürer bana ait olduğunu ilan ederdim etrafımdakilere, özellikle de akranlarıma.
Sonraki dönemde birazcık kış sporlarına kaydı eğlencelerimiz. İptidai kış sporları oldu tabi. Bizim zamanımızda imkânlar kısıtlı olduğundan kayak yapmak için ya çantalarımızı ya kalın gübre naylonlarını kullanırdık. Kartopu oynardık içlerine taş koyup sıkmadan. Kalleşçe değildi yani oyunlarımız. Çünkü arkadaşlarımıza bir zarar gelmesi ertesi günlerde oynayacağımız oyunlarda onlardan mahrum olmak, dolayısıyla eksik ve zevksiz oyunlar demekti bizim için.
Büyümekten her zaman korkardım. Büyüklerimi dinlerken üzülürdüm. Onlar daima ciddi konular üzerinde konuşur, tartışırlardı. Bizim gibi eğlenceli, komik konuşmaları yoktu dinlediğim kadarıyla. Ağızlarını açtıkları zaman Demirel, Ecevit, Kıbrıs sorunu, enflasyon, Türkeş, Sendika, Nümayiş, Deniz Gezmiş, Örfi İdare, Talat Paşa, mümkün değil, mütemadiyen gibi ağır ve ciddi kelimeler çıkar, bu hal beni ürkütürdü. Ben büyüdüğümde bu kadar ağır lafı nasıl taşıyacağım. Hiç gülmeden, ciddiyetle ve hatta bazen kızarak, hiddetlenerek… üfff ben ne yapacağım bilemiyorum der hayıflanırdım kendi kendime.
Keşke hiç büyümesem de bu kasvetli halden uzak kalsam diye dua ederdim daima.
Öyle olmadı tabi ki. Büyüdük, babamın o ciddi memleket meselelerini konuştuğu, arkadaşlarıyla pişti oynayıp hükümetler kurup kurup devirdikleri zamanlarına yetiştim ürkek bir halde. İstemediğim halde zaman beni de eskitti, yaşım ilerledi. Rakamlar büyüdükçe ciddileşti konuşmalarım, sorumluluklar artınca sıfatlarla beraber omuzlarıma ağır yükler eklenip durdu.
Fakat kış yine aynıydı benim için, daima merakla seyrettim karın aheste süzülüşünü, toprağı bembeyaz bir yorgan gibi örtüp, ruhumuzu sakinleştirmesini. Yine oyunlar oynadım, gübre naylonlarıyla kızaklar yapıp kaydım, yuvarlandım, ensemden içeriye düşen kar ile üşüdüm, hasta oldum. Birkaç sene önce çok fazla kar yağmıştı. Köy yolları kapanmış, evler çatılarına kadar kar yağmıştı. Her gün dört beş defa ıslanıp değiştirdim üzerimi. Kış giderken ben köyde kaldım. İlkbaharı köyde karşıladım. İlkbaharla birlikte tarlalar yeşillenmeye başladı. Ekinler daha çocuk zamanlarındayken tarlalara domuzlar dadandı. Ekilen ne varsa söküp çıkardılar. Evlerin saçaklarına kadar sokulup ne buldularsa talan etmeye başladılar. Yeni bir yeri kazıp bir şey ektiniz mi, ertesi gece hemen oraya damlıyor, büyük bir özenle ve gayretle eşeleyip toprağa gömülen ne varsa çıkarıp atıyorlardı. İşlerine yarasın yaramasın bozuyorlardı ekin ocaklarını. Köy ahalisi toplanıp ekinlerine zarar veren domuzlarla mücadele kararı aldılar.
Ben de bu kararla bir ekibe katıldım. Ekibimin başında genç yaşta olmasına rağmen sakal bıraktığı ve sofuluğu nedeniyle hacca gitmediği halde“Hacı” diye hitap ettiğimiz Mustafa abi vardı. Hem tecrübeli hem attığını düşüren vasıfları olduğundan onunla av yapmak müthiş heyecanlı ve bereketli olurdu. Her ekip ayrı bir bölgede av yapacak, en fazla domuz vuran ekibe köylü “aferin” diyecekti.
Bir gün amcaoğullarından oluşan Hacı Mustafa abi’nin emir ve komutasında oluşan ekiple yola çıktık. O tepe senin bu tepe benim dolaşırken sarp kayalıklardan oluşan arazide bir sürüye rastladık. En önde irice bir dişi, arkasında altı tane ufacık yavru sakin sessiz ilerliyorlardı. Ellerindeki tüfeklerin verdiği acıyı tatmamış avcılar olarak hemen siper alıp ateş etmeye başladık. İlk ateşle yerlerinden zıplayan yavrular öndeki büyük dişiyi takip ederek kaçmaya başladılar. Biz de arkalarından, heyecanla, hırsla takibe başladık. Bir süre sonra dik yamaç bir arazide sıkıştırdık yavruları ve (artık dişi değil de anne demeliyim) annelerini. Önlerinde kaçabilecekleri yol heyelan nedeniyle kopmuş, yok olmuştu. Gidecek yerleri yoktu. Artık bize sadece ateş edip birer birer uçurumdan aşağıya düşmelerini zevkle seyretmek kalmıştı. Tam o sırada anne domuz telaşla yavruların yanına doğru geriledi. Onları etrafına topladı. Biz öylece kaldık. Kaçamayacaklarını anladıklarından bir teslim olma seremonisi ile karşı karşıya olduğumuzu zannettik ilk önce. Fakat değilmiş. Yavrular da annelerine sokuldular hep beraber. Anne arka ayaklarından birini kaldırdı geriye yaslandı başını yavrularına çevirdi, gergin gözleriyle baktı. Yavrular annelerinin memelerini görünce aceleyle saldırdılar. Başladılar emmeye annelerinin süt dolu memelerini. Biz ellerimizde silahlar, nacaklar sadece bakıyorduk, konuşmadan, başımızı birbirimize döndüremeden. Anne domuz canını hiçe sayıp son dem yavrularını doyurmaya girişmişti. Ne olduğunu yeni yeni anlıyorduk. Anne olunca bir canlı bütün kâinat karşısına dikilse böyle oluyor, anne domuz için en önemli, canından daha kıymetli en değerli şey yavrularıymış demek. Başını çevirip ara sıra bize bakıyordu, sanki "daha öldürmeyin sütüm var daha, yavrularım doysun sonra ne yaparsanız yapın" der gibi. Onun için ölmek yavrularının aç kalmasından önemli değildi, sanki bize “benim en büyük derdim benim felaketim ölümüm değil, yavrularımın aç kalmasıdır” der gibi başını bir bize bir memelerine yapışan yavrularına çevirerek durdu sütü bitene kadar. Doyan yavrular birer birer ayrıldılar memelerden. Annelerinin çevresini sardılar, sımsıkı bir yumak halinde öylece kaldılar.
Hacı o sırada bir taraftan gözlerinden boşalan yaşları siliyor, bir taraftan da yüreğine kaçmış sesiyle “Bunlara kurşun sıkanı hem vallahi hem billahi ayağından vururum, herkes geriyeee” diye bağırıyordu.
Biz yani herkes dar patika yoldan sessizce geriye doğru yürüdük. Gözlerimizi birbirimizden kaçırarak, gözyaşlarımızı gizleyerek köye kadar yürüdük. Kimse bu olayı anlatmadı bir başkasına. Aramızda sanki ta içimizde yapılmış bir anlaşma varmış gibi, kimse söz açmadı bir daha o olaydan. Ta ki büyüyüp çoluk çocuğa karışıncaya kadar. Baba oluncaya kadar.
O gün orada anne ne demekmiş, nasıl yürek taşırmış seyrettim. Bütün anneleri, hangi ırktan, dinden, cinsten varlıktan olursa olsun selamlıyorum.
(1988 yılında Rize’de başımdan geçen olaydır ve hakikattir.)
YORUMLAR
Yazıda aralıklar bıraksan daha iyi olurdu.
İçerik olarak Bir Rizeli ne der?
Ben Rizeli olduğum için anlattıklarınıza şahidim.
Abartısız bir anlatım.
10 numara veriyor ve takdirlerimi bildiriyorum.
Baki selamlar.
erolabi
Aralılar konusunda haklısınız,ancak internet kafedede yazdım ve düzeltmeye bile fırsat bulamadan kalkmak zorunda kaldım.Alakanıza teşekkür eder, selamlarımı sunarım.