CAN'IM
Telefonun sesiyle irkilmişti Ömür, dünden kalma, şimdi ne için olduğunu hatırlamadığı bir şey yüzünden kocasıyla tartışmış, kendi odasında bütün gün kitap okumuştu.
Aslında çok kinciydi, hiçbir şeyi unutmazdı, unutmamak çok acı veriyor, içini kemiriyor, hatta uykularına mal oluyordu ama huyu böyleydi. Bir zaman bu durumunu aşmak için yardım almayı bile düşünmüş ama okuyarak bunun üstesinden gelmeye başlamıştı yavaş, yavaş.
Demek ki faydası olmuştu ki hatırlamıyordu kocasıyla neden dargın olduğunu.
Anneliği düşüncelerinden ve aklından önce davranarak, kocası daha telefonu açamadan, evin en uzak yerinden yanına gelmişti bile. Telefonun öbür ucundaki, cevap veren ses, bir kaza haberi veriyordu, Ömür, içindeki o huzursuzlukla,
‘ nerde, nasıl, ne olmuş, kötü bir şey mi var’ diye soru yağmuruna başlamıştı, bir tek kendi sesini duyarak.
Duştan yeni çıkmış, saçlarının ucundan sular damlayarak gelen güneş annesinin telaşından bir şey anlamamış, ama oda bu durumdan tedirgin olmuştu. Annesini tanırdı eğer bir şey hissetmese böyle davranmazdı.
Can, kendini bildi bileli, o küçücük aklıyla araba almak için para biriktiriyordu. Okul hayatı boyunca geniş çaplarda üç, beş yarışmaya katılıp, ikincilik, üçüncülük gibi dereceler yaparak aldığı ödülleri biriktirdiği paraya katıyordu. On sekiz yaşına geldiğinde ehliyetini almış, araba içinde babası ona, ‘üniversiteyi yanımızda okursan araba almana yardım ederim’ dediği için, sınav sonucunu bekliyordu.
Bütün hayali Atatürk’ ün okulu, mülkiyeli olmaktı. Kazanmıştı üniversiteyi ama. Çok az bir puan farkıyla mülkiyeli olamamış ve sevinememişti. Ömür ve kocası bu durumu iyiye çevirmek için cana katkıda bulunarak nihayet hayalini gerçekleştirmesine yardım edip araba almışlardı. Can’ın artık bir PUNTO’ su vardı ve adı PUNTOCAN’ dı. Dikkatli ve iyi sürücü olan anne babasından öğrenmişti, sürücülüğü iyiydi.
Telefon konuşması bitmeden daha telaşla yola vurmuşlardı bile. Akşam maç izlerken kocası bir bira içmişti ve bu yüzden Ömür sürücü koltuğuna oturmuş, kaygı ve panik içinde sürüyordu arabayı bilinmezliğe.
Ambulans ışığını görülebileceği uzaklığa gelince, ‘Tanrım ne olur Can’ımı koru’ diyerek ilerledi. Nihayet sağda durdu. Orta kaldırımdan yürüyerek karşıya geçmek zorundaydı ama nasıl? Çaresizdi yapabileceği tek şey iniltiyle karışık ağlamaktı. Güneş ve kocası çoktan arabadan inmiş ve karşıya geçmişlerdi ama onları da göremiyordu. Gece karanlığında, ambulans, polis ve sokak lambasının aydınlattığı ışıktan başka bir şey yoktu, birde kendine hiç yakışmayan şekilde paramparça duran PUNTOCAN.
Ömür, Can’ı göremedikçe ağlaması bağırtı ve haykırışa dönüştü. nasıl çıkacaktı şimdi bu arabadan, nasıl yürüyecekti, nasıl geçecekti karşıya, ya….
Titremesine engel olamıyor, susamıyordu.
‘Tanrım’ diye bağırıyordu büyük bir sitemle ‘o daha küçük, ne olur Canıma bir şey olmasın’.
Tanrıyla konuşurken, ne ara karşıya geçtiğini anlamadı bile.
Hatırladığı, son görüntü, oğlunun solgun yüzü ve soğuktan buz kesmiş bedeniydi.