Kemale Ermek
Talebenin biri hocasına der ki; "Artık şiirlerimin altına imzamı atmak istiyorum."
"Hayır, olmaz!"
"Neden?"
"Ezberinde bin şiir var mı?"
"Hayır yok."
"Bin şiir ezberle gel."
Öğrenci oradan ayrılır. Kitaplarca araştırma yapıp bin şiir ezberler.
Hocasına gelir,"Hocam artık imzamı kullanabilirim."
"Neden?"
"Dediniz ya..."
"Neyi dedim?"
"Bin şiir ezberlememi..."
"Ee n’olmuş yani."
"Bin şiir ezberledikten sonra imzamı kullanabileceğimi söylemiştiniz."
"Ben ’Bin şiir ezberle gel.’ dedim. Bin şiir ezberledikten sonra imzanı kullanabileceğini söylemedim ki."
"Hocam senelerce kapınızda talebelik yaptım. Onca şey öğrendim. Edebiyatın ince hatlarından geçtim. Kabiliyetime kat kat emeğiniz geçti. Şu işin meyvesini görmek sizi memnun etmez mi? Şu imzamı neden çok görürsün?"
"Kaç şiir ezberledim demiştin?"
"Bin şiir hocam; belki daha fazla."
"Şimdi git o bin şiiri unut gel."
"Hocam anlamadım. Kafamı karıştırıp duruyorsun. Güzel yazamıyor muyum? Yoksa içi boş şeyler mi? Namelerimin bereketi mi yok? Sözlerimin hikmeti mi? Kaleme layık değil mi eserlerim? İçeriden dışarı taşamıyor muyum da kova kova su mu döküyorum? Hissiz mi geldi yoksa? Bir imza için o kadar emeğe sokturdun şimdi heba mı ettireceksin?"
"Oğlum, öğrenciliğine bir şey dedim mi? Şiirlerine kem söz söyledim mi? Beğenmezlik hiç etmedim. İfadelerinin her birinde hikmetten eser de vardır bereketi de..."
"İyi de hocam neden?"
"Sen kendi şiirlerini yazmıyorsun hala. Öğrendiklerinin tesirinden çıkamadığın için başkasının tarlasında saplanıyorsun. Başka şairlerin, ediplerin dolmuş kuyularından taşıyorsun. O halde ben yazdıklarının sana ait şiir olduğuna nasıl inanabilirim? Komşunun tavuğu gelip de kendisininkinden daha güzel diye senin kümesine girip orada yumurtlasa o yumurta senin mi olur?"
"Hocam kalem benim değil mi?"
"Kelem senin ama tarz kimin?"
"Bir mimar taşı bir yerden getirtir, harcı bir yerden, işçileri başka bir yerden. İnşa edeceği bina ona ait olmaz mı?”
“Eldeki planın yamanmış olursa temeli bir ustanın, duvarı öbür mimarın, çatısı başka mühendisin olur.”
“Hocam iyi de ölçü ne?”
“Yazacağın eser kendine özgü olsun. Şiir okununca bu eserin hangi şaire ait olduğunu hemen bilmek lazım o zaman imzanın derdine düşmezsin zaten.”
“O kadar şair şiirin altına imza atmış.”
“Onlar imza derdiyle atmamış. Şiirleri imzasız bile olsa işin, ehline götür; hepsi sahibini tanır. Sen bir de kendi şiirlerini imzasız götür; bu zamana kadar okuduğun bütün şairlere mal eder.”
“Kemale ermedim mi yani?”
“ Kemale erdin de kendine ermedin.”
“Ne yapacağım ben?”
“Hiç aklında yokken bir gece uyanıp aç kurt gibi kağıda kaleme sarılacaksın. O zaman yazdığın şiiri görmek isterim. Önüne konan lokmalar değil, senin avlakların açlığını giderecek. Edebiyat ormanında kimsenin girmediği yerler var ve kimsenin bilmediği.”
“Hocam karanlık yerin varlığını nereden bilebilirim? Daha kolay bir yolu yok mu?”
“Var var…Kendi usulünle avlan. Kurduğun usulün en iyi nerede işe yaradığını bulunca orası hiç girilmemiş bir bölge olabilir. Böylesi senin için daha kolay.”
“O zaman imzamı kullanabilir miyim?”
“Ben ne diyorum sen ne diyorsun? İmza derdinden kurtulmadan bu iş olmaz. Bu iş seni sarmaşık gibi saracak. Sen sadece aşkını ilan edeceksin.”
“Hocam bu dedikleriniz enginlerde, derinlerde…”
“Kolay olmayacak işte. Yoksa ortalık şairden geçilmez. Herkes şiir yazar ama şair olamaz.”
“Sen şair olmak istiyorsan, bu işin mecnunu ol, aşığı ol. Ah bu kadar yeter. Sana söylememem gereken şeyler bile söyledim. Kendin görmen gerekiyordu. Yüz verilmeyen aşıkların ıstırabını hissetmen gerekiyordu.”