Minareye Tırmanan Filler
Ne demişti Edebiyat Hocası, “Bir hikâyeci cigara içmeli!” Evet, bir hikâyeci cigara içmeliydi. Tüm gece o kitaptan bu kitaba dalmalı, hep aşk hikâyeleri okumalı, cigaranın dumanı da kitaplara sinmeliydi. Sonra bu kış gecesi elindeki kitabı masaya fırlatıp pencereye koşmalı, soğuk havayla ciğerlerini doldurup aylak aylak, şehri, ağlayan bebekleri, can çekişen hastaları, yolculuk edenleri, horuldayanları ve katıla katıla gülenleri düşünmeliydi. Yok, canım ne düşünecekmiş, çat diye pencereyi kapatmalı, cigarayı halıya atıp bu evi yakmalı sonra köşe başındaki boyacının yanına bir sandık atıp ayakkabı boyamalı yahut bir kıza âşık olmalıydı. Şöyle güzeller güzeli bir kıza mesela geçen gün trende gördüğü kıza. Köprüden geçerken el salladığı ve ona hafifçe gülümseyen mağrur kıza. Hah! Oldu işte. Hikâyeci hemencecik âşık oldu.
O anı tekrar canlandırdı kafasında. Yatağa uzandı, ellerini ensesine koydu, tavana bakıyordu. Tavandaki lekeleri bir şeylere benzetti: Şu bir fil, bu da minare ve orada da bir tren… Tren... Onu gördüğü anı düşündü. Gözlerini yumdu ve o mağrur güzel kızı yine gördü. Tren gardan yeni hareket ettiğinden yavaştı. Vagonlar, köprüde bastonuyla yürüyen yaşlı bir adam gibi ilerliyordu. Hikâyeci el sallamıştı, bunu gören kız, belli belirsiz bir şekilde gülümsemişti ve herkes yoluna... Tren yoluna bizim hikâyeci yoluna… Sonra büyük bir gürültü koptu, tren o dev cüssesiyle rayın üstünde kaydı, kaydı ve duruverdi. Meraklı gözler çoğaldı, şehrin insanları ne garipti, hepsi köprüye bakıyordu. Hikâyeci kalabalıktan biri olmaya dayanamazdı, döndü, ellerini cebine attı, yoldaki ufak taşlara vuragine yürüdü. Ve biraz sonra “hey, hey, baksana!” diyen o şen sesi duydu. Evet, o kız elinde mavi küçük bir çanta, üstünde diz kapaklarına kadar uzanan gri bir palto, yüzünde koca bir tebessüm…
Hikâyeci hemen geri döndü, köprüye koştu, mavi çantasını kızın elinden aldı ve onun parıldayan nemli gözlerine baktı. Şimdi de kız ellerini paltosunun cebine atmış yoldaki ufak taşlara vuragine yürüyordu, yanında hikâyeci sevgilisi…
Ne hüzünlüdür ki dostlar, tavandaki minareye tırmanan filleri seyrederken uyuyuvermişti bizim hikâyeci…