Kitabın adı: KULAKSIZ YER
Merdiven taşları, ben buz gibiyken oturdum onlara seni bekledim. Geçen çaycıdan çay istedim 50 kuruşa ve pet bardakta. Geçenlerin yüz hatlarından ne kadar dertli olduklarını, Giyinişlerinden ya ne kadar paraları olduklarını ya da ne kadar aptal olduklarını anlamaya çalışıyordum. Bana bakıyorlar bazen dönüp, bense kafamı gömüp çay içiyorum. *Jandarmalar var. Geziniyorlar ortalıkta 80’li yıllarda olsak belki çekinirdim. İçimdeki solcu çocuğa işkence yaparlar diye ama onların bile görevi artık o kadar kayda değer değil. Terminaldeki psikopatlarla, kayıplarla veya kargaşalarla uğraşıyorlar. Yok ki etrafta şöyle azılı bir komünist alıp kırsınlar kemiklerini afiyetle. Kitap çıkarayım diye elimi atıyorum çantama okuyup bir şeyler katarım kendime diye. O sırada bir otobüs yanaşıyor bizim peronumuza. Sen misin? Yok değil otobüs pek tariflere uymuyor. Sen otobüsünü tarif ederken her yanına hasret bulaşmış olur pencereden baksan içerisini göremezsin demiştin. Bu gelenin içi gayet net görünüyor. Hemen hemen herkesin gözü camda bir amca bir de 5 yıllık insan var, onlar uyuyor hala. Neyse ben kitabımı çıkarıyorum adı KULAKSIZ YER. Yerin kulağı yok bu sefer yani kitapta anlatılan genç sevdiğini söylüyor sürekli platonikçe, kimse yerin kulağı vardır diyerek uyarmıyor onu. Oysa yer kulaklı ve ağızlı olsun istiyor o genç. Gidip söylesin istiyor. Onun söyleyemediği sevdasını anlatsın istiyor ama yok. Kitabın adı: KULAKSIZ YER. Daha da bahsederken kitaptaki genç bana platonik sevdasından bir otobüs daha yanaşıyor. Çayımı da unuttum buz gibi merdiven taşında, sıcak çayda uymuş merdiven soğukluğuna. Otobüs yanaştı bu da tarife uymuyor diye vazgeçecekken ben. Seni görüyorum hasret falan bulaşmış değil otobüsün hiçbir yerine gayet ne görünüyorsun. Kalkıyorum taştan, üşümüşüm. Ayağım pet bardağa çarptı soğuk çay sarıldı taş merdivene. Neyse; hızlı adımlar ve otobüsün kapısında sen ve ben karşı karşıya.
Hoş geldin.
Ağzın çay kokuyor. Öpmedim ama duydum kokusunu şaşkın bir merhaba eşliğinde.
Gitmem gerek.
Soğuk hava, ıslak yerlerin üzerinde ıslak dört teker sıcak bir araba kapısı açılıyor sana.
Hoşça kal.
Sıcak çayda içmişsin oysa. Sende mi uydun soğuk taşlara.
Gittin.
Hasret bulaşır mı senin haberin olmadan benim seni beklediğimden.
Yoksa bunu ben mi uydururum.
Yoksa ben seni sevdiğimi söylerken olduğum yerde. Kulaksız mıydı? Dilsiz mi o yer?
Anladım gelip söylememişler sana.
* Bu hikayenin kenar süsüdür.
Serhat CAN