Dizi: SENİ TANIDIM İSTANBUL/15 BAYEZİD’DE NAFİ ÇERAĞ İSTANBUL’DA ÇİRKİN GÜZEL
Türkiye’nin ağır hava sanayi (!) işportacılık Bayezid’de daha faal.. Yalnız vardiye usûlü yapılan çalışmadan üretim malı almak istiyorsanız öğle sonlarını bekleyeceksiniz. Fatih’in oğlu Yavuz’un babası II. Bayezid adına 1505’te yaptırılan caminin oldukça geniş bir meydanı var ki; “işportacılık öyle bir zaman gelecek ki mirasımız Türkiye ülkesine yerleşecek” kehanetiyle olsa gerek, içinde bağdan bahçeden eser yok. Bir yanı tranvay yolu, bir yanı da Kapalı Çarşı (Grand Bazaar) ile çevrili Bayezid camisinin diğer yanlarında İstanbul Üniversitesi (MCDLIII) 1663, Bayezid Kulesi ve Kütüphanesi ile cami külliyesi yer alıyor ki onlar da Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi Müdürlüğü’ne ayrılmış.
İşportacılık sanayinde ne ararsanız var. Giyim kuşamdan antika paralara, atardan kunduraya, telefon ve beyaz eşyadan CD’lere kadar, bin bir çeşit eşyayı burada bulmanız mümkün. Fakat bu camiye yakışmayan bir ahlâksızlık tevessülü de var ki, “hangi Müslüman’ın meselesi ticaret de olsa imanına uyar” diye kızıyorum; Ezan-ı Muhammediye okunurken erotik CD’lerin bu camilerin önlerindeki avluda pazarlanması, ‘üç olur, beş olur’ gibi inadlaşmalarla bu yüce çağrının ehemmiyetsizleştirilmesi insanın kanına dokunuyor. Suratlarına tüküresim geliyor. Ya Sabır! ile çekip gidiyorum oradan..
Fatih’te, Yavuz Selim’de veya Sultanahmet’te olduğu üzere revak plânı Bayezid Camii’nde de çok güzel uygulanmış. Avludaki şadırvanı da Bayezid’e yakışır güzellikte. Tadilat işleri sürekli devam eden camiler bu şekilde sağlıklarını muhafaza ediyorlar. Bayezid’de de böyle bir hâl vardı. Avluya İstanbul Üniversitesi, Divanyolu Cadesi ve Sahaflar olmak üzere üç yöndeki kapılardan giriliyor. Mimar Hayreddin tarafından yapıldığı ve yapım tarihi 1501-1506 olan cami tam beş yılda tamamlanmış. Büyük kubbe, dört adet Fil ayağı tarafından destekleniyor. Büyük kubbenin güneyi ve kuzeyinde olmak üzere iki yarım kubbe ve doğu-batı yönünde de dörderden sekiz adet küçük kubbe yer alıyor.
II. Bayezid’in türbesine geçiş yapmadan önce yine işportacı sanayine uğramak mecburiyetinde kalıyorum. Aklımda durmadan yoğrulan ahlâksızlığın öfkesi mekanikleşiyor ve sağ el işaret parmağımı hareket ettirip o CD’ci güruha, sahafları gösteriyor; “İbret alın! Buradaki düzen de karın doyurma, aş-ekmek kayırma telâşında, lâkin edebiyle.. İnancına saygıyla, mabedine zelillik kazandıracak çirkinliklerden sakınmayla kazançlarının peşinde olmayı yeğlemişler. Siz de, sizler de edebsizler, böyle olunuz!” demeye çalışıyorum. Öfke meşguliyetim, ne zaman geldiğimin farkına varamadığım türbede sona eriyor. Sessizlik içindeki hazirede yüzlerce mezar arasındaki türbede..
Kendi adına yaptırılan caminin bitişiğindeki Sahaflar Çarşısı’ndan girilen II. Bayezid’in türbesinde yazıyor ki; “Sultan II. Bayezid 8. Osmanlı padişahıdır. Babası Fatih Sultan Mehmed, annesi Gülbahar Hatun’dur. (Sitti Mikrime Hatun) 3 Aralık 1447’de doğup 27 Mayıs 1512’de vefat eden II. Bayezid’in 1481-1512 arası 31 yılllık bir saltanatı vardır. II. Bayezid oğlu Yavuz Sultan Selim’in ısrarı üzerine tahtı ona bırakmıştır.” Dolayısıyla oğlu Yavuz’a ilendiği (intizar) ettiği malûmdur.
Yine bir ikindi namazını eda ettiğim Bayezid camiinde ön saflardan dikkatimi çeken duvardaki antika halımsı örtüye doğru ilerleyip ona ait teferruat notu arıyorum. Çerçeve ve camekan ile muhafazalı halının altındaki bir yerde bir sayfalık bir yazı var. Ama yaklaşıp okuduğumda Nafi’yle ilgili olduğunu görüyorum. Peygamber Efendimiz’e yazdığı naatla , O’nun mazhariyetine eren Nafi, Sultan’ından izin alıp ber arkadaşıyla Mekke’ye gider. Gittiği günün akabinde ilk sabah namazı öncesi Mekke camilerinde müezzinlerin kendi natını okuduklarına şahid olur ve bir müezzine sorar; “bu naatı niçin okudunuz?” İşte müezzinden Nafi’ye, hüngür hüngür ağlatan cevab; “Bu gece Resulûlah Mekke’nin bütün müezzinlerine –şu müjdeyi- rüyalarında vererek demiştir ki; “Nafi diye benim çok sevdiğim bir zat gelecek Mekke’ye. Sabah ezanından önce O’nun benim için yazdığı naatı okuyun.!” Meâlinden Nafi’ye çok manidar ve şerefli bir taltifin sunulması ve sevgili Peygamber’inin mazharı olması O’nu oldukça duygulandırır. İşte ağlaması bundandır ve bu gözyaşının aktığı tarih de 1678’dir.
İstanbul’da dinî-millî mukaddes değerlerine alâkadar sadece biz değiliz. Yerli yabancı nice insan yumağının bu şehre kördüğümleşen merakı; buralarda bilgi ve belgeler neticesinde çözülüp hakikat hedefinde hayâlleri tüketiyor. Yine böyle bir anda birisi yanaşıyor solumdan. Nafi belgesini işaret ederek;”ne yazıyor, neyi yazıyor, yazı kime aitmiş” diyor ve merakını yenmeye çalışıyor. Sonra üstteki camekan çerçevede muhafaza edilmiş halıyı gösterip; “bununla ilgili sanmıştım” cihetinden bir söz sarfediyor ve ilâve ediyor; Ben de yeni öğrendim. Bu halı Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde üstüne örtülen örtüymüş. Bana bunu anlatan cami yetkilileri de böyle olduğunu arşivlerden yeni bulup çıkarmışlar..”
Bu adamın dediklerine de, bizimkine de niyet denir. Şayet o mübarek örtü Resülûllah (SAV)’in üstünü örtme vazifesi görmüşse buna da hakikat denir. Bunun yetkili ağızlardan öğrenmeyi ve rivayetçinin doğruluğunu görmeyi arzulasam da imkân olmuyor. İnşallah başka zamanda vuslata varırız.
Altıncı (VI.) bölümde mihrab kenarı çerağ muma yeniden değineceğimi, bunun zemininin de Bayezid Camii olduğunu yazmıştım. Şimdi sırasıdır; bu aklın, fikrin ve ilmin harikası çerağ-mumlarını tanımanın şimdi tam sırasıdır.
Biz de yeni öğrendik.. Mumların asıl maddesi İspermeçet veya stearik asitmiş. “Uzmanlarınca malûm olduğu üzere setarik asit, iç yağından yapılmakta. İspermeçet ise bu isimle anılan Balina yağından elde edilmektedir. Cami ve mescidler kandil ile aydınlatılmakta ise de büyük ve selâtin camilerinin mihrabları ‘çerağ-mumlar’ ile aydınlatılır ki bunların en eskisi ve orijinal şekliyle muhafaza olunanları Bayezid Camii mumlarıdır. Özellikleri; boyları takriben 3.5 metre. Aşağıdan yukarıya doğru mahruti bir şekilde yükselmektedir. Çapı 65-45 cm arasında değişmektedir. ‘Sarma’ usûlle yapılmıştır. Ortasında Armut ağacının öz kısmı fitil olarak kullanılmıştır. Fitil ateş tuğlası kıvamında pişirilmiş bir toprak boru içine alınmıştır. Ahşap fitil ve toprak bu pestil şekline getirilen mumla aşağıdan yukarıya doğru mahrutî bir tarzda kat kat sarılmıştır. Her kat arasına parafin konmuştur. Tıpkı peynirli veya kıymalı börek yapar gibi.. 1505’ten itibaren çerağ mumlar 495 yaşındadır.(2000 yılına göre.) Onarımdan evvel iki mum ağırlığı 1237 kg olup sonra 10721 kg’a düşmüştür. Buna göre her mum ağırlığı 510 kg’dır. Mumun son onarımı 1995’te Emekli Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Recep Akkuş’un nezaretinde Cami Derneği’ne yaptırılmıştır. İstanbul Bayezid Camii Mihrab kenarı çerağ mumları hakkındaki teferruat böyle..
İstanbul güzel.. İstanbul’da tarih manidar.. Toprak güzel, su güzel.. Yüzlerce oltanın bir anda inip durduğu rafine Haliç’ten yukarıya yağmur gibi istavrit çıkıyor. Bu berekettir veya bilenlere bir ibarettir. Taşıyla toprağıyla altın zannedilen İstanbul; sokak bağırtıcıları, işportacıları, hamalları, üç kâğıtçıları, sadakacıları ve hattâ esrarcıları-tinercileriyle böyle altın şehir..
İstanbul çirkin; ki kapkaççılarından ürküten ve korkutan bir hâli var. Sanatçılık, mankencilik ve starcılık adına büyülenip, adeta tüylerine kadar yolunan.. Horlanmışlık cenderesine sıkıştırılarak şerefsizlik yatağına yatırılan zavallıları teşhir edici vitrinliği var. Hattâ çetesi var, mafyası var, amigosu, kabadayısı var da, II. Bayezid’lerin türbesini sahiblenmiş kedi ve köpeği de var. Bu demektir ki İstanbul denen mukaddes şehir halâ adına yakışır sakin, temiz ve güzel manzarayı resmetmiş değil..
Pare pare kaldırım taşlarında sıkça gördüğümüz tükürüklerin balgamiyeti güzel İstanbul içinde çirkin İstanbul’a şahidlik ediyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.