- 934 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR SEVGİ SAYIKLAMASI
;BİR SEVGİ SAYIKLAMASI
“…Vedûd olan Mevlâ’nın adına sığınarak…”
Söz ve yazı genel anlamda hayatımızın olmaz sa olmaz’larından dır. Yeni ufuklar kazanma, kendimiz olma, kendimizi yenileme, geliştirme ve ifade etme yoludur.
Söz ve yazı bir başka yönüyle de diğer varlıklar ile aramıza açılan bir iletişim penceresidir. Bu pencereden yansır duygularımız kainata. Sevgilerimiz burada bulur ifadesini, öfkelerimiz, takdir ve itirazlarımız çoğunlukla buradan gösterir kendisini…
Daha özel anlamda ise söz ve yazılar önemli birer ilişki vesilesi ve aracıdır. İnsanlık tarihi adına kazanılmış saygın bir sanat, engin bir duygu ve estetik zenginliği, nesilden nesil’e aktarılabilecek çok önemli bir mirastır…
Söz ve yazı kimi zaman derin kuyulardan ya da engin denizlerden çıkarılmış mücevherler kadar kıymetlidir insanlık için. Cezbedici bir ufuktur, etkin bir kılavuzdur; yön verir insana, insanlara ve dolayısıyla toplumsal hayata.
Her söz ve yazı bir coşkuyla veya sancıyla doğar hayata. Her birinin bir doğuş rahmi ya da yansıma ufku vardır. Her biri tutulduğu coşkunun veya sancının kaynağı ya da yansıdığı ufkun hayat için olan gerekliliği kadar kıymet bulur ve önem taşır insan hayatında.
Kimi zaman bilge bir münadidir onlar; geçmişi ve geleceği imgeleyen. Bir fikir, inanç ve erdem yıldızıdır cehlin karanlığında çırpınan hayat yolcularına usanmadan yön gösteren.
Kimi zaman da çetin bir ifsat kasırgasıdır insanlığı kasıp kavuran. Erdem yıpranmalarının, ahlak yozlaşmalarının, seviye kaymalarının, onur zâfiyetlerinin rahmidir en batağından…
Bu itibarla; söz ve yazı hamalları bir bakıma “kaypak zemin” yolcuları gibidirler; her an düşmeleri, düşürülmeleri veya başka birilerini düşürmeleri mukadder olabilir farkında olarak ya da olmadan…
Onları okurken ya da dinlerken bu gereklilik, değer ve hassasiyetleri hep göz önünde bulundurmak hem onlara hem de kendimize saygı duymanın bir gereği olarak anlaşılmalıdır.
------------- o ------------
İnanıyorum ki kalpler birbirinin aynasıdır. Bütün bir insanlığın sadrı’na bir ayna gibi tutmaya çalıştığım yüreğimden yansıyan “insanlığın içine düşmüş olduğu bir hüzünlü gurbet serzenişi”ni paylaşmak dilerim. Bu anlamda ki sancılarım(ız)dan, dipsiz kuyular misali düştüğüm(üz) anaforlarım(ız)dan dert yanmak, içli bir feryat olan iniltilerim(iz)e aks-ı sedâ’ olabilecek samimi nida’lardan iz düşümleri derlemek dilemekteyim bu yazımda.
Meramım endişe ve tespitlerimi paylaşmak, halleşmek, tavsiyeleşmek ve meramım hayatın tüm alanlarında tertemiz bir muhabbet iklimine kanat çırpmakta olan bir ufka bakmak, o ufuktan doğan gizemli güneşin şualarına tutarak ısıtmaktır yüreklerimizin üşüyen yanlarını.…
Hissetmekteyim ki; derinden derine yayılan iniltiler var insanlık ikliminde. İnsan fıtratının muhabbet vadilerinden doğan bir duygu çağlayanının; pas tutmuş ferasetler, ürkek veya duyarsız yürekler, tedirgin ve titrek iradeler marifetiyle henüz yatağındayken bastırılarak talihsiz bir boğulmaya maruz kalmasından doğan hicran yüklü iniltiler.
Bu alanda itidal ve hikmet ten yoksun bağnaz kıskaçlara karşı fıtri ve doğal tepkiler ortaya koyan yüreklerin lisân-ı halleri ile yakarışlarından doğan hüzün yüklü iniltiler.
Bu tepkilerini bir başkaldırıya dönüştürmek zorunda kalan duyguların hesapsızlık ve telaşlarından dolayı düştükleri yanlışlardan doğan fiziki ve ruhi travmalarla aldıkları amansız yaralardan, düştükleri açmazlarda akim bırakılmalarından neşet eden mazlum iniltiler.
Bir çoğumuzun yanlış anlaşılmak handikaplarında çaresizce çırpınarak kulak tıkamamızdan, görmezden gelmeyi, duymamayı yeğleyerek kendimizi inkar edişimizden doğan mahzun iniltiler.
Bir hayat pınarı gibi kaynayan bu karşı konulmaz duygunun kendince akabileceği doğal ve maruf yolun önü açılmadıkça iniltileri tâ kıyamete kadar sürüp gidecektir maalesef…
Bu duygu öyle bir hayat pınarıdır ki; İnsanlık tarihinden daha eski, en az insanlık kadar gerçek, en az insan kadar ulvi, en az insan kadar saygın bir nimet kaynamaktadır bu pınardan…
Belki her şeyin temelini teşkil eden; insan için en ulvî, vazgeçilmez bir görev olan ibadetlerin dahi mayası. Öyle ki; o’nsuz ibadet ruhsuz bir beden gibi, cansız bir ağaç, susuz bir ırmak gibi değersiz ve anlamsız kalır sunulan makam nezdinde...
O, hem ferdi, hem de toplumsal huzur ve güvenin kaynağı, hayatın lezzeti mesâbesinde olan mutluluğun membâı, geceyi kâbus’un kollarından çekip alan rahmetli bir el ve her sabah hayata bir güneş gibi yeniden doğan güzel…
Eyvahlar olsun o’ndan habersiz yaşayana, eyvahlar olsun yüreğinde o’na yer ayırmayana, eyvahlar olsun o’nun fıtrattan gelen içli sesini duymayana, eyvahlar olsun o’nu paylaşma hususunda cimrilik yapana ve eyvahlar olsun o’nu istismar ve çıkar aracı olarak kullanana…
Neden mi bahsediyorum?! Tabii ki; “anılınca insanın içinin ısındığı, henüz tanışamamış olanların fıtri bir özleyişle hasretine yandığı, tadına varmış olanların hazzını unutamadığı, kendisi hayat dolu ve tüm varlıklar âlemine hayat sunan o sımsıcak, efsunlu kelimeden; yâni SEVGİ’den…
Sevgi tartışmasız bir hayat estetiğidir, bir fıtrat gerçeği. Bu gerçeği görmezden gelmek; Her şey den önce sevgi’yi yaratanı, tüm varlıkları sevgiyle tasvir edip tasarlayanı, insanın fıtratına sevgi iksirini katanı, Muhammed’ine muhabbetle nazar edip adını Habibullah koyanı, yani; sevgi’nin membâını, Musavvir, Hakîm ve Vedûd olan yüce Mevlâ’yı yok saymak gibidir sanki…
----------- o ------------
Bir düşünebilse insan kainatta ki sonsuz sevgi yumağını, bir dinlese biteviye akan sevgi çağlayanını, görecektir ki; Bütün hücreler sevgiyle nefes verip almakta. Her sabah güneş emsalsiz bir sevgi tablosu gibi doğmakta. Semâyı süsleyen ay ve yıldızlar sevginin dayanılmaz cazibesiyle göz kırpmakta. Kuşlar birer sevgi melodisi sunarcasına cıvıldayıp uçmakta.
Mevsimler birer sevgi armonisi olarak deveran edip akmakta. Geceler birer sevgi örtüsü olarak tüm kainatı sarıp sarmalamakta.
Kaynaklar sevgiyle fışkırıp gözelerinden, dereler, ırmaklar sevgiyle çağlamakta. Denizler, okyanuslar sevgiyle salınmakta. Rüzgarlar kainatın kulağına sanki efsunlu bir sevgi sözcüğü fısıldamakta. Yağmurlar tabiatta ki her şeyin yanağına adeta zarif ve naif birer sevgi busesi gibi konmakta.
Toprak sevgiyle açmakta kucağını, tohum sevgiyle çatlatmakta. Filiz sevgiyle gümrahlaşmakta. Çiçekler birer sevgi elçisi olarak açıp birer sevgi timsali olarak meyveye durmakta. Kâinat sanki bir sevgi bahçesi gibi; hayvanlar ve diğer faydalandığımız varlıklar birer sevgi vesilesi olarak menfaatleneceğimiz şeyleri bize cömertce sunmakta.
İlâhi tasvirle tezyin edilmiş olan rûhî terkipleri bozulmamış tüm eşler birbirine sevgiyle yaklaşmakta. Anneler sevgiyle gebe kalıp, sevgiyle doğurmakta. Babalar sevgiyle koşmakta, terlemekte, yorulmakta, canı pahasına da olsa yuvasını sevgiyle korumakta.
Bütün bir kâinât yaratılışının özünde ve mayasında ilâhi sevginin olduğunu, sevgiyle inşa edildiğini, sevgiyle beslendiğini, nefeslendiğini, hayatın tüm varlıklara nezih bir sevgi ve rahmet tabağında özenle sunulduğunu haykırmakta…
Yâni nereye baksak, kainatın istisnasız her yerinde, kocaman harflerle, silinmez bir şekilde “SEVGİ” yazmakta…
------------ o -------------
Sevgi; dilin letafeti ile tezyin edilmiş bir söz buketinde, yaz güneşlerini andıran berrak ve insanın tüm hücrelerini ısıtan sıcacık bir tebessümde, kutup yıldızı gibi ışıl ışıl parlayan bir tatlı bakışta, fırtınalı dünya denizinde hırpalanmış bir hayat yolcusunun engin bir liman gibi sığınabileceği güvenli bir sîne de ve benzeri huzur veren latif, leziz davranış estetiklerinde ifade eder kendisini.
Aslında sevgi; insanın üşümüş yanlarını ısıtan tılsımlı bir sıcak. Varlığın mayası-öz’ü, tüm güzelliklerin tohumu-çekirdeği. Hayatın güzelliklerini özünde saklayan gizemli bir atom. Sevgi bütün huzur ve mutluluk beklentilerinin besmelesi. Soylu bir ilişki güzergahının nice bereketlere gebe ilk adımıdır. Sonrası sevda, sonrası tutku, sonrası aşk.
Maddî ve manevî güzergahta yer alan iç içe merhaleler. Peş peşe ümit ufukları. Her biri can yakan bedeller ödenerek geçilen, her birinden geçtikçe özelleş’ilen, özgeleş’ilen nice zorlu kapıların ardındaki saadet ikliminde yudumlanan huzur bâdesidir aşk…
Aslında aşk en güzel hayâtın ahenkli akışından, hayatın dilinden anlaşılmakta, onun lisân-ı hâl-i ile anlattıklarında engin bir tanım bulmaktadır.
Aşk özü itibariyle Vedûd olanın nurundan kainata yansıyan ve o’na hayat sunan nadide bir kıvılcımdır. Bu kıvılcım kimi zaman bir göz aydınlığı ışık olup aydınlatırken hayatın karanlık yanlarını, kimi zaman da yüreği yangın yerine çeviren amansız bir ateş olup düşer insanın özüne.
Herkes ruh haline, yaşam biçimi tercihine göre etkilenmektedir bu ışıktan ya da duyarlı bir yüreğe sahip olduğu kadar algılayabilmektedir bu zengin renk armonisine sahip kıvılcımdaki göz alıcı hayat ziyâ’sını…
İnsan kendisine fıtrî anlamda bir hayat estetiği olarak lütfedilmiş olan farklı ihtiyaç yelpazelerini hikmetli bir dengeye, itidal ya da vasat çizgisine oturtamamaktadır kimi zaman. Böylesi durumlarda sadece şehevi duyguların işaret ettiği yere bakıp, heveslerin diline kulak verdiğinden ruhtaki denge ahengi bozulmakta ve bu hal ışığı aldığı kaynağı es geçip yansıdığı fani varlıklarda odaklaşarak kaybolmaktadır. Böyle bir yöneliş ve akış en aşırısından beşeri ve maddi tutkular haline dönüşerek büyük bir ideal sapmasına, ahlâkî kokuşmaya ve amansız bir ihtiras ateşiyle tutuşan yürek yangınlarına davetiye çıkarmakta, kapılar aralamaktadır.
Bazen de Vedûd olan Rahmân’ın öğrettiği muhabbeti saf ve tertemiz bir niyetle, “sevgiyi sadece Allah(cc)’a vermek” iddiasıyla, maruf olan alanlarda dahi O’nun kullarından esirgemek cimriliğine düşebilmektedir insan. Bu durum bir anlamda “sekerât-ı aşk” – aşk sarhoşluğu- halidir. Sarhoşlukta denge ve itidal yoktur. İslam ise denge ve itidal dinidir.
Vedûd olan Mevlâ’dan alınan muhabbet ışığının tamamını böylesi bir iddia ile kullanmak O’nun muradı olamaz. Bu muhabbet nimetini bizde hakkı olan varlıkların hayata ve içindekilere dair, O’nun adına sahip oldukları tüm sevgi hak ve ihtiyaçlarını onlarla makul ve maruf ölçülerde paylaşmadan kullanmak çok çetin bir değer sapması, hatta şirret bir fitne batağıdır...
Allah(cc) kâinatı sevgi ile ve bir mutluluk bahçesi olarak yaratmış, genelde tüm varlıkları, özelde insanları, en özelde ise kadın ve erkeği birbirlerine meyil ve ülfet edecek bir fıtratla donatmıştır. O, kullarının arasında sevginin maruf tonlarıyla hayat bulmasını, onların yüreklerinin sevgi ile ışımasını dilemekte ve bundan hoşnut olmaktadır.
O’ndan alınan muhabbet nurunu tekrar kaynağına yansıtarak kalbini O aşk ve rahmet kaynağıyla özdeşleştirdiğini düşünen insan baktığı her şeye O’nun muhabbetiyle bakmalı, O’nun adına seyredip, O’nun adına, O’nun hudutlarına riayet ederek sevmelidir her şeyi. Bu durum onlardan da sıcacık mesajlar almasına ve kainatta ki muhabbet ikliminin bu erdemli yürekler vasıtasıyla dalga dalga yayılarak bir ibadet estetiği içerisinde hayat bulmasına vesile olacaktır. Çünkü O’nu sevmek; O’nun rızası çerçevesinde hayatı, insanları, varlıkları sevmek ve sevginin yüzünü ak eden ilişkiler kurmak O’na ibadetin özüdür!…
Sevgi ya da muhabbet hayatın bizâtihi kendisidir aslında.Varlık ve muhabbet beden ile ruh, kan ile damar gibi biri birine hayat vesilesi olan ayrılmaz birer parçadır.
Gerek ilâhi anlamda, gerekse beşeri bağlamda sevgi’nin âb-ı hayat olan soluğunu hissedememiş ya da kaybetmiş her varlık, özellikle de insan, yaşamın ruhunu ve heyecanını da kaybetmiş, yaşayan ölü haline gelmiş bir varlık demektir…
Sevgi; Vedûd olan; sevgiyi yaratan ve kainata ikram eden, sevilmeye her şeyden öncelikli olarak layık olan varlık göz ardı edilmeden hayatımıza ustaca nakşedilmelidir; çünkü; “O öğretmiştir her şeye sevmeyi” ve “O düşürmüştür yüreklerimize sevilme özlemini”
O halde “sevmek utanılası bir şey olmaktan öte; varlığa anlam katan ilahi bir lütuftur. sevgiden ve muhabbetten nasipsiz kalmak ise sağlıklı ruh yapısına sahip olan insanlar için illetli bir durumdur.
Ne gariptir ki; Vedûd olana, sevgi’nin kaynağına iman ve O’nu sevme iddiasında olan insanların bir kısmının nezdinde beşeri ve karşı cins bağlamında sevme’nin sözünün edilmesi bile garip karşılanmaktadır. Öyle ki; Bu hayat iksiriyle ilgili kalplerin fıtratından neşet eden tüm özlem yüklü çığlıkları duymazdan gelinmekte, sanki büyük bir suç işleniyormuşçasına haddini aşan tepkilerle çıkılmaktadır yüreklerin karşısına.
Bu hal insanı müthiş bir ikilem girdabına mahkum etmektedir; Bir tarafta yaratılışta var olan sevme ve sevilme tutkusu, diğer tarafta fıtratı göz ardı ederek şekillenen örf, adet ve geleneklerin baskısı.Öyle ki; bu kelime terennüm edilince bir çoğumuzun yerli yersiz yüzü kızarmaktadır.
Yürekte çeşitli yorumlarla hapsedilen sevginin ne sevgi sahibine ne de sevilene hiçbir faydası olmayacaktır. Aksine her mahrum oluş ve mahrum ediş; etkisi çok sonraları ortaya çıkacak olan ve sonucu amansız bataklarda biten çetin heyelanları besleyecektir yüreklerde. Samimiyetle söylenmiş bir tatlı söz, içten gelerek ortaya konmuş samimi ve zarif bir davranış, sıcacık tebessümle tezyin edilmiş bir buket nazar yok edebilecektir ancak yüreklerdeki bu dramatik heyelan tehlikesini.
Sevgisizlik çölünde bunalmaktan şikayet ediyor ve yüreklerimiz soluk alsın istiyor isek eğer; Vedûd olan Mevlâ’nın kalplerimize mütemadiyen ilham edip durduğu sevgi’nin dilini iyi anlamalıyız. Ve sevgiyi anlayabilme saadetine eren bahtiyarların hayat tuvaline içten, coşkulu yürekli fiilleriyle çizmiş oldukları göz alıcı tabloları iyi okumalıyız …
İfrat’tan (aşırlılıktan) uzak olma endişesiyle sağlıklı, dengeli bir iletişim kurmakta başarısız kaldığımız bu olguyu inkarın sonucu kendimizi tefrit’in; ilgisizlik ve duyarsızlığın doğal olarak da gizlenen bir mutsuzluk sancısının pençelerine mahkum etmiş olacağız.
Sevgi adına yaptığımız ifrat ve tefrit dengesizlikler ile sevgimize güvenen ve ihtiyacı olanları aşk mağduru, sevgi mazlumu haline getirmek çetin bir zulüm kıskacına almaktır onları .
Cimrilerin en zalimleri sevgi ve merhamet cimrileridir. İnsan için bu çağlayandan nasibini alamamak ve kendisinde nasibi olanları da bundan mahrum etmek en büyük talihsizliklerden biridir.
Sevgi’de cömertlik, sevilme de bereket demektir. O’nu sevmek; O’nun rızası çerçevesinde hayatı, insanları, varlıkları sevmek, sevginin yüzünü ağartan soylu ilişkiler kurmak, ve ardında gıptayla izlenecek olan gül yüzlü izler bırakmak çok özel bir boyutu ile Hakk’ka ibadettir!…
İbadeti sevgi özüne dayanana ne mutlu, çünkü sevgi’nin kıblesi nazar gâh-i İlâhî olan kalplerdir…
İbrahim ŞAHİN (Yusuf AKYÜZ)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.