- 1761 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ASMİN
Adını bir kadına verdim...
Düş mü gerçek mi yoksa uyandığım da biten bir rüya mı olduğunu bilmediğim bu öyküde. Yorgun kalbimi sırtlayıp, düşsel bir avuntuyla attığım adımlar ve bir türlü sana gelemediğim yolculuklar vardı geçmişimde. Geçmişimdeydin evet, en dokunulmamış en saf en güzel yerindeydin. Duvar diplerinde kırık oyuncuklarımla bilinmezliği sevmeye çalışırken âşık olmuştum sana. Sense hep aynı yerde, aynı imkânsızlıkla sevilmeyi bekliyordun. Nerden bilirdim, kim söylese yalan derdim, acıyı bu kadar sevdiğimden mi bilmem, duyduğum bütün seslerde aynı şarkı vardı ve hep aynı yolculuktan sonra bulunuyordu anlamı hayatın. Ben erken başladım hayata, tıpkı senin gibiydim, bir parçası eksik bir oyuncaktım çocukluğumun elinde, sense hep aynı yerde aynı türküde aynı uçurum ıslığında dokunulmamış bir sevdaydın. Adını bir çiçeğe verdim, gün doğumunu bekleyen mavi gözlü devler vardı bu hikâyede, isimleri bilinmeyen güzel köy kızları, allı, yeşilli ve dudakları öpülmemiş, ürkek ve acemiydiler, ilk defa büyüyorlardı, ilk defa tutulmuştu elleri, ilk defa bakılmıştı yeşil gözlerine uzun uzun. Hep bir yerlerden gelecek birileri, hep onları bir yere götürecek kadar onları sevecek birileri vardı bu masalda. Oysa zaman, kendinden yanaydı, hiçbir düşleri gerçeğin kıyısında hayat bulmayacak, kınalı ellerinde ki kırmızı kan asla onları terk edip gitmeyecekti. İsimleri yoktu onların, elleri, gözleri vardı ve yetiyordu onları bu romanın tek kahramanı kılmaya. Sen neresindeydin bu öykünün, ya da olmalı mıydın? Ben gözlerimi hayata yumarken son sözlerinle karşımda durmalı mıydın? Yazık! Paha biçilemeyen bir mutluluk sunmuştum insanlara, hiç birine söylediğim sevgi sözü diğerine benzemeyecek kadar farklı sevmiştim herkesi... Sesimi kaybettiğim yerdi beni onlardan ayıran biliyorum, biliyorum böyle bir sonbahardı yine, dudaklarım kurumuştu gözlerim uzak bir yerlerde, tanımadığım o kadını arıyordu... Adı, adı neydi sahi? Düşüncelerim boşlukta, ağrısız sızısız son vermek vardı ya, ellerim yine ihanet etti bana, yine çok gördü kısacık ömrüme tanımadığım mutluluğu…
Bir ağrıyla uyandım bir sabah, yine güneşi göremeden uyumuşum. Bir kadın vardı rüyamda, yeşil gözleri vardı, hiç durmadan ağlıyordu, uzanıp silemiyordum yaşlarını gözlerinden, koparıp alamıyordum acıyı titreyen dudaklarından... Öylece izliyordum uzaklardan, oysa ne çok istemiştim ona dokunmayı, saçlarının her bir telinde uzun bir yolculuk düşlemeyi, ne çok istemiştim uyurken onu seyretmeyi, üstünü örtmeyi, uzanıp alnından ilk defa defalarca öpmeyi… Bir kadın vardı rüyamda, adı neydi sahi?
Hayatım boyunca bir defa olsun mükemmel bir güzelliğin sahibi olmak tanıdığım bütün insanların bir düşüydü. Bakıldığında geçmişe elbette güzellikler vardı, sınırsız tarif edilemeyen, sadece yaşanılması gereken. Biri vardır ki yaşamımızda unutulmayan. Bu öyle bir hikâye işte, Asminin hikâyesi. Asmin var olmayan bir çiçekken, onu yeniden tarif edip anlatabilmek benim payıma düşmüştü. Uzun bir tutsaklığın bitiminde karşıma çıkmıştı, yorgunluğumu gizlemek bir kenara ona tüm geçmişimi sunmuştum. Ummadığım bir mutluluğun ilk sözcükleri asmin’i Kürtçe severek başlamıştı.
Bu dili bilmeyen birine bunu anlatmak yerine yaşatmayı seçmiştim. Esrarengiz biriydim onun için, tanıdığı herkesten farklıydım, bu yüzden belki de onu bilmediği bir dilde anlatıp yaşamak karşı çıkmak istemediği bir yolculuğa çıkarıyordu ikimizi. Süresi önemli değildi, sınırsız da olabilirdi, bir anda da bitebilirdi.
Ve gözlerin düşüyor satırlarıma... En ücra yalnızlıklardan koparıp aldıkları yeşili taşıyorlar, anlatmaya çalıştıkça uzaklaşıyorum acılardan, ağrılardan, sızılardan, uzaklaşıyorum bildiğim bütün yalnızlıklardan. Bir ressam olsam diyorum, bir fırçam olsa, dokunduğum yerde gözlerin belirse ve dokundukça gözlerine, büyümesem, hep çocuk kalsam… Dağları anlatsam, suları, bir parça yeşilini taşısa yapraklar, onları anlatsam, dokuna bilir miyim sana... Belki de denemeli insan, yani bir umudu olacaksa bu yeşil olmalı, bu sen olmalısın... Oysa bilinmez hangi güneş son, hangisi benim için son, bilinmez… Kapatıyorum gözlerimi, bıraktığın yerde aynı kabullenişle aynı sevdayla, Asmin i düşünüyorum, uçurum çiçeğini ve ellerim geliyor aklıma, ne kadar da acemiler, ne kadar da senden uzak, ne kadar da ellerine muhtaçlar... Yeni bir göç mevsimi, pencerem açık, olan biteni izliyorum, yolculuklar düşüyor payıma, uzun ve tek kişilik, geri dönüşleri olmayan yollar uzanıyor. Gözlerin düşünce aklımın orta yerine, yeni bir fırtına kopuyor yüreğimde, gitmek istemiyorum diyorum, artık bitsin diyorum, yağmur kazanıyor bu savaşı, rüzgâr uzaklarda bir masal artık, gözlerim ıslanıyor, gözlerin ıslanıyor, üşüyorum, anlasana… Asmin’li bir düş kuruyorum, düşlerim Asminle büyüyor, kavgalarımı bile çoktan unutmuşken, bu şehrin kadersiz yalnızlığına terk ediyorum her şeyimi ve dağlara, dağlara yol alıyorum, kırmızı gökyüzünde, kanlı bir hesaplaşmayla koşuyorum, nefesim yeter mi diye sormadan kendime, koşuyorum, düştüğüm yerde ölmeyi göze alıp, Asmin’e koşuyorum…
Sonbaharın bana bir gün böyle bir mutluluk sunabileceğine asla inanmazken, bedel ödeme zamanının geldiğini hissediyordum. Asmin hayatımın en güzel varlığıydı, gözlerinde kaybolup yeni yaşamlara, yeni yolculuklara çıkarken, geri dönmek bile istemiyordum. Ellerinde taşıdığı mutluluğu bana her sunduğunda bedenimin sonsuzluğa ulaşmak için çırpındığını hissediyordum, bir rüyaysa bile asla uyanmamak için ölmek istiyordum…
Her ulaşılmazlığın sonunda yaşanan sonu yaşıyorum ben. Asmin bir düştü bir zamanlar, uzanıp dokunamadığım, gözlerini göremediğim, adını bir kadına verdiğim. Belki de şimdi kendimi anlatmalıyım ona, kendi çaresizliğimde boğulurken, bir defa olsun gerçek aşkın doruklarına tırmanıp ona orda yaşadığı yerde gerçekleri anlatmalıyım. Biliyorum o da bunu bekliyordu, bir gün ona ulaşırsam ona doğruyu söylememi isterdi, yolculuk bitti sanırım. Asmin’in de beni sevdiğini, beklediğini biliyorum artık, bu mutluluk ve bu acıyla tanrım acı bana demekten kendimi alamıyorum karşında ve gidiyorum Asmin. Seni yaşadığın yerde bırakıyorum, koparmadan, koklamadan bir defa gidiyorum…
Sen böyleyken sevdasın, aşksın, bilinmeyenken sonsuzsun ve hep öyle kalmalısın. Gidişimi hiçbir zaman anlamayacak sonsuzlukta severken seni, ardımdan söyleyeceğin birkaç cümle belki sitem belki beddua olacak, ama ben gözlerinde gördüğüm aşkı taşıyacak güçte olmadığımı biliyorum, en başından beri tek korkum aslında buydu. Sana dokunma anını özlemle beklerken, en büyük korkum yine sana ulaşmaktı. Karşında defalarca bir çocuk gibi ağlamayı o kadar çok istedim ki, sınırsız bir dünyanın kapılarını şimdi yeniden bir daha yüzüme kapatırken çocuklar gibi ağlıyorum, yağmur yağıyor Asmin ve ben gidiyorum…
Bir kez olsun dudaklarından dökülmeyen sözcükleri gözlerinde gördüm Asmin, bu bana eski bir üşüme gibi kendime sarılma isteğiyle bir anda büyüdü, bedenime sığmayan acılarla kavruldum, seni deli gibi severken, sensiz kalmaya mecbur oluşumu hiçbir zaman anlamayacak olmanın üzüntüsüyle, küçük dünyama dönüyorum. Her ayrılıktan sonra biraz daha daralan nefesimle son kez bağırıyorum, duymasan da beni, görmesen de sessizce gidişimi, seni hep sevdim Asmin, hep seveceğim. İlk değilsin bunu sende biliyorsun ama son olacaksın Asmin. Bu sana veda değil aslında, bu seni en çok anlatan ve en çok sevildiğin şiir, sana göre ayrılığı simgeleyen parmaklarımın yorgun dokunuşları benim için hiç bitmeyecek bu aşkın en masum ve güzel okşamaları…
Ve Asmin gitmişti, yeni bir yıla bağlanan zamanda, o son gecede son defa sarılırken ona aşkla bir daha dönmeyeceğini anlamıştım. Adımlarını atarken, veda etmek ister gibi yeşil gözlerini bana çevirdiğinde söylemek istediği bir çok şeyi susmayı tercih etmişti, hayatında ki depremlerin arttığını bildiğim için bende susmuştum, yaşadığı yere geri dönmek üzere hızlanan adımları, ayak seslerinde ki garip ürperti acının her tonunu yüreğime dağlarken, mutluluğun kısa bir hikâye olduğunu ve sonsuz bir mutluluğun asla yaşanmadığını anlamıştım. Asmin şimdi yok, binlerce metre yüksekte dağların doruğunda doğduğu yerde, sorgusuz sualsiz sevmenin bedelini ödüyorum şimdi, o kısacık mutluluğun ömrümce ödemek zorunda kalacağım bedelini. Suçum onu sevmek, Kürtçe sevmek, bilmediği bir dilin sonsuz gizeminde yeniden yaşatmak onu, cezamsa artık onsuz nefes almak…
Bu şehrin kaderi sayıldı bir gece onu yaşamak… Denizden yükselen bütün sesler bunu söylüyordu, kısa ve birkaç cümlede Asmin sonsuzlukla yer değiştiriyordu… Asmin i sevmek güzeldi, onca ulaşılmazlık onca yokluğa rağmen Asmin’li düşler kurmak bir adamın kaderiydi ve bundan kaçamazdı… Gece kırmızıya bürünürdü bazen, adamın kimliksiz duruşu geceye başka sinerdi, Asmin her zaman ki yerinde yağmuru beklerken adam Asmin’e kavuşmak adına o yağmurlarda ıslanırdı, günlerce, aylarca, mevsimlerce Asmin’i yaşamak adına. Oysa her hikâyenin bir bilinmezliği her masalın olması gereken bir kahramanı vardı, adam attığı her adımı sorgusuz severken, Asmin e giden yollar uzadıkça uzardı… Adam Asmin’in sevdasından uçurumlara, yolculuklara, acılara sevdalanırken, Asmin hep aynı yerden izleyip durdu onu. Gün geldi solan umutlarla sonbaharı karşıladı adam, avuçlarında Asmin’e vermek için topladığı bütün sevgilerle, kırılgan, uysal, acımasız, kimdi bu adam? Neden her şafakta aynı yolculuğa çıktı, neden ger gün batımında aynı kırıklarla aynı yaralarla usulca yatağına girip yeniden bir sonra ki güne Asmin’e daha çok sevdalandı. Asmin’in bir çok tarifi ama tek bir anlamı vardı. O kaybedilmiş sevdaların tek umuduydu, o içinde ki bilinmezlikle yaşayan, yaşatan, hava gibi su gibi bir şeydi. Adını kimin koyduğunu bilen yok, neden bir uçurum boşluğunda yaşadığını bilen yok, ama anlamı da bu ya, Asmin sonsuzluğun habercisi, kazanılamayacak tek gerçekti yeryüzünde, belki de Asmin’in bile bundan haberi yoktu…
Adam kaç güneşe daha uyanacağını bilmiyordu, tek düşü Asmin’e kavuşmaktı, bazen kırılgan bir çocuk, bazen tüm acılara yenik düşmüş ama hala direnen büyük bir adamdı. Asmin e yazılan ama ona ulaşmayan bir mektup daha yazdı adam, adresini bilmiyordu, yüreğini söktüğü gibi yerinden bir şişeye bıraktı, sonra denize, sonra rüzgara emanet etti, mektubu bırakmışken ellerinden Asmin geldi aklına,durdu. Olur ya Asmin’e ulaşırsa bu mektup, boynunu bükmez miydi, acı vermez miydi? Hayır, en güzeli belki de bu mektubun Asmin e ulaşmamasıydı. Sadece bir umut, gerisi adamın bildiği, Asmin den sakladığı gerçek. Asmin asla onun olmayacaktı…
Adamın aklında kalan son soru buydu. Asmin yaşadığı topraklar da mutlumu şimdi?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.