- 762 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞAR
Doğu Karadeniz’in, dağ köylerinden birinde yaşıyordu ailesi. Ondan önce doğan tüm kardeşleri, bebekken ölmüştü. Babası, o doğduğunda kurbanlar kesip dağıttı, tüm köye.
İyi bir adamdı ve köyde de sevilip, sayılırdı. Oğluna, yaşasın diye Yaşar ismini verdi. Henüz yeni doğan oğlunun, sevincini yaşayamadan, hastalanıp hayata gözlerini yumdu.
Babasız kalmıştı Yaşar, gencecik annesinin kaderinden habersiz.
Ailenin büyükleri, annesini evlendirmeye karar verdiler ve anneye sormadan birini seçtiler.
Yaşar, annesi ve üvey babasının elinde büyürken, baba sevgisi nedir hiç bilmedi. Biraz büyüyüp ayaklandığında, üvey babası onu geç sattlerde, uzak yerlere yollardı. Çok korkarkadı Yaşar, mezarlığın önünden geçerken, köylüler elinden tutar getirirdi evine.
Baba ocağında çok dışlandı Yaşar, okumaya karar verdi. Tek bir kurtuluşu vardı, o da okumak. Üvey babası Yaşar’ı döverken, annesi korumaya kalktığında annesini de dövüyordu.
Parasız yatılı öğretmen okulunu kazanıp evden ayrıldığında Yaşar, çoktan olgunlaşıp yaşamın kollarına tırnaklarını geçirmişti bile. Tek özlemi, gün yüzü görmeyen sevgili annesiydi. Duygusal bir yapısı vardı ve çocukları çok seviyordu. İdealist bir ilkokul öğretmeni olarak, Anadoluda bir köye tayini çıktı ve öğretmenlik yapmaya başladı. Çocukluğu boyunca tatmadığı sevgiyi, öğrencilerine aktararak kendini avuttu. Amcası bir gün onu köye çağırdığında, habersizdi onu evlendirmek istediklerinden. Sarışın, iri yeşil gözlü, yakışıklı, ahlaklı bir damat adayı olarak döndü köyüne. Kimse, onun içinde kopan fırtınaların farkında değildi. Çok ezilmiş olduğu için, bir başarı hırsı büyütüyordu içinde. Evlendi Yaşar, döndü tekrar görev yerine. Çok sevildi gittiği her köyde, hem öğrenciler hem de köylüler tarafından.
İki çocuğu olduğunda, sevgiye boğdu onları, okusunlar benim çektiğim sıkıntıları çekmesinler diye düşündü. Çocukları okuyabilsin diye okul yaşları geldiğinde, İstanbul’a tayin istedi. Öğretmenlik yaparken, bir taraftan da ek işler yapıyordu. Zeki, yaratıcı ve en önemlisi çok hırslıydı. Çektiği acıları başarı ile örtmeye çalışıyor, ne kadar çok çalışırsa çalışsın; acılar hep açıkta kalıyordu. Çok çalıştı ve çocuklarını en iyi şartlarda, yokluk çektirmeden okuttu. Çevresinde artık parmakla gösterilen biriydi, çocuklar da onu onurlandırıyordu fakat içinde biryerlerde birşeyler hep eksikti. Hiç bir başarı ona yeterli gelmiyor, çevresine karşı duyduğu öfkeyi; başarıları ile haykırıyordu. Tek başına, bir aile ve yaşam kurmuş, kendini her konuda yetiştirmişti.
Mutlu değildi. İyi bir eş, aileye düşkün iyi yetişmiş çocuklar, ona hayranlıkla bakan gözler, onu mutlu edemiyordu. Derin duygularla yaratılmış hassas yüreği, onun sırada biri gibi mutlu olmasına yetmiyordu. Çok küçükken çok hırpalanmış, baba sevgisini minik elleri ile tutamamıştı. Belki de ölmesi için çok uğraşan, üvey babasından kurtuluşu bile bir mucizeydi.
Gerçek bir mücadeleyi kazandığında, aslında kendi acılarından kaçtığını farketti.
Dünyaya hep insani gözlerle bakarak, kimseyi ezmedi ve çocuklarını da kimseye ezdirmedi. Hep doğruyu savundu ve adaletli davrandı. Çok hızlı koştuğu için de, bedeni onun hızına yetişemedi.
Yaşar, daha altmışlarındayken akciğer kanserine yakalandı. Öğretmen okulunda, her türlü yoklukla mücede ederken,tek sırdaşı sigaraydı. Yıllarca da, o sırdaşından hiç kopmadı. Doktor oğlu, ve diğer doktorlar kanser sebebi olarak sigarayı gösterdi. Kesin bir dille yasaklandı sigara, tedavi gördüğü doktorlar tarafından. Dört senedir, müthiş bir inatla kanserle de savaşıyor, dağ köylerinde mücadeleye alışmış Yaşar.
Çok sevdiği kitapları okuyamıyor, gazetesinde okuduğu köşe yazarlarını da takip edemiyor. Yürümekte ve konuşmakta zorlanıyor. Döndü sanki üvey babasının elinde, acıdan kıvranan çocukluk günlerine. Eşi, bir bebek gibi titriyor üstüne. Oğlu elinden tutuyor, öz bir baba gibi. Kızı kaç yaşına gelirse gelsin, onun gözbebeği. Bir çocuk gibi sevip sarmalıyor ailesini onu, tanıyıp koklayamadığı babası gibi.
Yaşar kanserle savaşırken, "kimsin sen" der gibi bakıyor. Ben neler atlattım, senden korkmam der gibi tüttürüyor, herkese inat sigarasını. Yıllar sonra, doğduğu köye gitmek istiyor. Kimbilir, belki de babacığının mezarını özlüyor. Dokunacak, toprağına hasret ve sevgiyle.
Yaşar’ın en büyük zaferi, üvey babası evine ziyarete geldiğinde; ona asla saygısızlık etmemek. Bu şekilde davranmak, onun yüce gönlünün gereği. Üvey babasının yüzün de ki, hayvani acı ise hiç kimsenin içine işlememekte.
Muhteşem bir doğanın kucağına doğru, yola çıkıyor Yaşar. Doğadan aldığı güçle, içinde biriktirdiği anıları anlatacak, çocukluğunun geçtiği vahşi yeşil tabloya.
Hayırlı yolculuklar
YORUMLAR
yaşar etkiledi beni,güzel bir anlatımdı her zamanki gibi...son yolculuğu hayyamcaydı harikaydı,ama bu yazıda bir havada kalma sezdim kendi adıma çok vurucu yıpratıcı kaybolmayan bir iz aradım,öyle bir şey bekledim,(son cümlelerden bir önce)hani horlanan üvey çocuğun doktor oğlunun üvey babanın hayatını kurtarması(bu biraz sıradan ama bunun gibi bunun şaşırtanı farklı birşeyler)türünden...ben düşüneyim ilginç birşey bulursam yazarım. saygımla yolların romanlara çıkar inşallah...