- 606 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
***...Zülf-i Yare Dokunmak-2...***
Zaman hızla akıp giderken geride pek çok şey bırakır. Altın arayıcılarının bir küçük altın parçası bulabilmek için metrelerce toprak kazdığını sonra onları teker teker suyun içine atıp ayrıştırmaları gibi biz de yaşanmışlıklarımıza böyle yaparız bazı zamanlarda. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar didik didik ederiz. Kim ne demiş, kim ne yapmış defalarca geçeriz üstünden yaşadıklarımızın. Yaşamı en anlamlı kılan şeydir belki bir kez yaşanabilir olması. O nedenle ileriye dönük düşünmekten ziyade geriye dönük düşünmelerimiz daha fazladır. Oysa bir şeyi yapmadan, yaşamadan, söylemeden düşünebilme becerisi kazanabilmiş olsak belki geriye dönüşlerimiz bu kadar olmayacak. Altını geçmişte değil de gelecekte aramayı öğrenmek zorundayız.
Hayata dair bir şeyler biriktiriyoruz bize ait dünyalarımızda. Ne toparlayabilirsek günden ve geceden onla yetiniyoruz. Bazen bir iki dost bazen de üç beş cümle. Hepsi bu. Daha fazlası için daha fazla çabalamak gerektiğinin farkındayız hepimiz. Ama biliyoruz ki herkes kendi testisini daldırıyor okyanusa. Biz fazlasını almak istesek de testinin miktarı belli. Ne azını, ne de çoğunu sadece ama sadece alabildiğiyle yetiniyoruz.
Okyanustan biz testiyi doldururken bir damla dahi olsun ona bir şeyler verebiliyor muyuz asıl önemlisi bu sanırım. Dışarıda dönen koca bir dünya var. Son sürat hızla geçen ömrümüze yeni günler geceler ekliyor. Biz daha geceyi günü anlayamadan günler, haftalar, aylar, mevsimler ve yıllar dönüveriyor. Kum saatine asılmış bir kum tanesi gibi yanımızdaki her şey, her geçen anla birlikte terk ediyor bizi. Ne ona dur diyebiliyoruz ne de ona takılıp bizde kendi kaderimizi çizmek için yola çıkıyoruz. Çemberin merkezinde dünyanın dönüşünü seyrediyoruz sadece.
Baktığımız penceremizde ömrümüzün mevsimleri görünüyor uzaklarda. Ne de çabuk geçmiş diye hayıflanmakla yetiniyoruz sadece. Elimize aldığımız hüviyetlerde artık kişilerin yaşanmışlıklarına bakıyoruz. Bizden daha mı eski, yoksa daha mı acemi hayat karşısında diye. Hüviyetlerine bakana kadar yüzlerine, göz bebeklerine baksak bize o yaşanmışlıkların izlerini de verecek ama o kadarına sabrımız yok işte.
Aceleciyiz her zamanki gibi… Hızlı yaşayıp yavaş düşünen insanlar için hayat kayıplar zinciridir oysa. Anlamlandırabildiklerimizle yetinmeye çalışmak, anlamlandırmadığımız koca bir hayatı ıskalamak demektir her defasında. Kocaman kocaman şeylerin peşine takıldığımızda sanıyoruz ki hayatın büyük bir bölümünü de anlamlandıracağız o koca şey gibi. Oysa küçük şeylerdir çoğu zaman hayata büyük anlamlar katan. Bazen bir “merhaba”dır, bazen sımsıcak bir “günaydın”dır, bazen bir dosta, bir arkadaşa, bir sevgiliye, bir sevilene söylenmiş “iyi ki varsın” cümlesidir. Bazen her şeyi bırakıp karşınızdaki için “sizin için ne yapabilirim”dir, bazen de “üzülmeyin, her şeyde vardır bir hayır” diyebilmektir kim bilir. Yok yok en güzeli “aklımda, yüreğimde ve dualarımdasın” dır kimi zaman. “Yaracıtı’ya emanet etme”lerdir bazen de. Kendi küçük, anlamı derin cümlelerdir bunlar. Kalbi tam on ikiden vurduğunuz yerde yeşeriverirler, çiçek açıverirler hemen.
Oysa ne kadar az söyleriz bunları öyle değil mi? Biz kocaman kocaman ünvanlı, kişiliği, kimliği, şanı şöhreti olan cümlelerin derdine düşmüşüzdür. Büyük adam olmanın yeri oralardan geçiyordur ya. Kelli felli laflar etmemiz icap eder bizim. Çok bilmişliğimizi bir tarafa atıp da ta yürekten bir cümle söyleyene kadar muhabbet dediğimiz şey gelip geçmiştir çoğu zaman. En fazla kişiyi kendine emanet edebildiğimiz “iyi bak kendine” cümlesini söylebiliriz. Devamını da söyleyebilseydik şayet “sen bana/bize lazımsın…” diye tamamlayacaktık ama o kendimize kalır hep. Bu kısmı kendi iç sesimizle kendimize söyleriz sadece. Karşı tarafa nasıl açık yüreklilikle söyleyelim ki bunu değil mi? Aksi takdirde çıkarcı olduğumuz ortaya çıkacaktır hepimizin.
Düşünsenize bir memurun patronuna “iyi bakın kendinize bize lazımsınız” dediğini. Patron kim bilir ne işkillenir bu durumdan. O da haklıdır kimsenin bunları söylemediği bir yerde bir çalışanı söylediğinde altında bir şey aramakta.
“Hayat hızla gelip geçiyor”lardan yakınan bizler için bir an önce kendi küçük cümlelerimizi bulup kullanma vaktidir vakit. Yoksa altın arayıcıları gibi dönüp kendi kişisel tarihimizin uçsuz bucaksız olmayan topraklarında altın aramaya başlarsak bir cümle bulabilmek için koca bir ömür daha harcamamız gerekebilir. Dönüp baktığımızda geride üç beş cümle biriktirdiğimize dair bir inancımız bir ümidimiz olabilmeli oysa.
Kocaman kocaman ve başkalarına ait olan cümleleri ve yaşanmışlıkları bir tarafa bırakıp kendi kişisel tarihimize, kendi lügatimize kendi cümlelerimizi iliştirme zamanını kaçırmayalım. Çünkü dışarıdaki hayat biz burada başka şeylerin derdine düştüğümüzden beri çok hızlı akıyor. Hadi gelin onu biraz yavaşlatalım kendi cümlelerimizle. Kısa günün kârlarına yeni kârlar ekleyelim hep birlikte.
Kendi kişisel tarihimizi kendi kalemlerimizle yazalım bir an önce…
25 Haz. 07-17.40-Pazartesi
YORUMLAR
Biz kocaman kocaman ünvanlı, kişiliği, kimliği, şanı şöhreti olan cümlelerin derdine düşmüşüzdür. Büyük adam olmanın yeri oralardan geçiyordur ya.
İŞTE KİŞİSEL TARİHİMİZİ YAZMAMIZA ENGEL OLAN BU CÜMLELERİN REALİTESİ DİYE DÜŞÜNDÜM...
KÜÇÜK, ANLAMLI VE DERİN SÖZCÜKLERİ TERKETMEMİZ SANIRIM BU YÜZDEN..
HER BİR SATIRA KATILIYORUM...
BAŞARILAR..