Bamtelini Sıvazlayan Sükut Boncukları
Ataması yapılan öğretmenler arasında kendini gizler tarzda sessiz ve kıvılcım çıkarmayan bir ikamet mekanına girizgah yapmıştı.Kapı eşiğine uzandığında yaşamış olduğu bütün olayları şerham şerham sayabilecek güveni kendinde buluyordu.Zaman tünelinde bir bir yanıp sönen yeşil ışıklar kendisine verilen güven hediyesinin bambaşka fısıltılarıydı.
Ne garip bir rast gelişin ifadesidir ki(bu kelimeye denk gelebilecek kelimeleri inci tarlasından şuan için hasat etmeyi düşünmüyorum!) ziyaret maksadıyla kalmış olduğu iki odalı dünya evinin aziz misafirleri kendisine daha sonraki yaşayacağı demlerin kıvamını ikram edecek olan pamuk insanlarmış.Kendisini poyrazdan koruyan şirin bir evin dayalı döşeli balkoncuğunda köyün firuze güzelliğini yarım saat temaşa edebilmek bile ayrı bir hazzın kanaviçesiydi.Kuş cıvıltılarını anımsatan öğrencilerinin kalabalık zamanın yırtıcılığının farkına varamayışları,diğer ev sakinini bıktırsa da o,hiç oralı olmayacak kadar liyakatli davranış sergilemekteydi.Buna daha sonra yaşadıklarına sahiplenircesine “olgunluk” diyebilecekti,ama sona ertelenmiş bir girizgahta komşulara fikir beyan etmemeyi de tatlı bir mücadele sayıyordu.
Bir gün balkonunda otururken cep telefonunun ekranında,kendisini ziyarete gelmiş olan altın kalpli insanın ismi vardı.İyi bir haber duyacağının verdiği azim dolu iletişim kisvesiyle,kelimeleri dökmeden içindeki esintilerin süzüldüğünü hissetti.Çünkü şuan ki yaşadığı ortamda çocukları istisna tutarsa,içini dökebileceği bir insan bulamıyordu.Bulamazdı.Okumaya karşı meyli olanlar,göz arkasında saklanan yaman işçilerdi.Sinsi emellerinde çocuklarına nafaka güdüsünü tetikleyen bir babalık ilhamı yok denecek kadar azdı onlarda.Bu durum ise zıpkına maruz kalmış deniz canlısının çırpınma seslerini kimseye duyuramaması gibi bir olguydu.
Telefondaki diyalog, müspet avuçların aynı anda açılıp aynı reflekste kapanan iki gönlün buluşması şeklinde anlaşılmasına yeterdi.Kalması için bir ev bulduğunu söylemişti.Sürprizin de tatlı rolünü yaptığı her halinden belli olacak ki,o ev, telefonu açan şahsın eviydi.Yıllar öncesinden gönül doyuran bir muhabbetle açılan bu sergüzeşt,şimdi komşuluk yakınlaşmasıyla rantabl değerini artırmıştı.
Günlerin uzamayan tırnaklarında hiç rahatsızlık duymayan insanların yaşadığı ev,sıcak sohbetlerin sekans halinde devamını sağlamaktaydı.Öğretmen olması komşu çocuklarına ganimet gibi fayda sağlıyor,ödevlerine tavsiye amaçlı bir pencere açmada büyük rol oynuyordu.Çocuklarla şakalaşmayı seven tabiatının olması olumlu yönde dikkat çekmekteydi.Ev sahibinin kızına her ay farklı bir isimle hitap etmesi,ona ayrı bir değer verilişin komut adımları gidi gelmekteydi.Ortanca kızının biraz eğilerek yürümesi dikkatini çekmişti.Olayı sorup öğrendi.Bacağının eklemlerine yakın yerinde platin takılı olduğunu üzgün işmizazıyla tasdik etti. Küçük yaşta doktor kontrolüne benzer bir tedavi yöntemiyle(!) zaman çölüne çeyrek damla kül bırakılmış,ve gelecek seneye kadar(çünkü yılların randevu süresinin bitimi o yıla tekabül etmekteydi!) ertelenme zahmetine katlanılmıştı.Katlanan zaman sarkacında kopmayan bir ibrişim varsa, o da “öğrencim” olarak vasıflandırdığı sabır kahramanının kendisiydi.Ona baktığında şunu görürdü:”sabır,yürütülmeyi hak eden en birinci melekedir.”
Melek kızın melekesinde altın kurallar vardı.Vicdanıyla anlaşarak koymuş olduğu bu minik anayasada,”veto” olabilecek hiçbir lebriz yelpaze bulunamazdı.Şahidini uzaktan bulmayan bir yıkılası gururun esintisi ise vizyona hiç uğramazdı o evde.
Nihayet beklenen ve beklenmesi gerekli olan zaman zülfü,sabır otobanında şirin misafirini beklemekteydi.Mükellef hazırlığın yapılmasından sonra,bir çift göz de onlarla gelmek istedi.Yola revan olan yolcularda farklı kalpler ama aynı ritimler atmaktaydı.Hepsinin de temennisi vücuda şarapnel gibi girmiş olan,yılların ağırlığı platin parçasının çıkartılmasıydı.
Aynı ritmi bulan kalp bir vücut gibidir.Vücutta bir organın rahatsızlık teşkil etmesi,diğer organları da ilgilendirir.Taksi içerisinde gökkuşağı gibi gün yüzüne çıkan belirtilerde bu ilginin zuhuru üst seviyedeydi.
Sümenaltı hayallerin uğramayacağı bir girişkenlik içerisinde ilerlerken,kalabalığın mutat çerçevesi dışında kalmış bir çift gözün aklına sinyal fikir geldi.Yengesinin yaşamış olduğu ilçenin portakal ağaçlarıyla kaplı zemininden geçmekteydiler.Hepsinin de onayını aldıktan sonra,yengesini aradı.Kendisinin ve ev sahibisinin gelecek olduğunu belirtti.
Yengesinin eşini yakın zamanda kaybetmişti.Şen şakrak bir ailenin sıcak ortamını ziyaret etmek,ona apayrı bir sıcaklık verirdi.Soğumayan hayaliyle ilerlerken yolu tarif etmenin zamanının geldiğini düşündü. O kadar heyecanlanmış ve duygulanmıştı ki,gizli taşıdığı bu gizeminde yanlış bir kavşağa girme cezasını da yutkunarak kabul etmişti.
Randevu biletinin yıllar öncesinden kesildiği ameliyatın sözü incitmeyen neşter şavkındaki heyecanlı dilimi,akşam saatindeydi.Güneş,sıcak dilini bir gizleyip bir çıkartırken günün de yarılanmış olduğu bulutların ılık alınlarında fark ediliyordu.
Yengesinin evine varmışlardı.Tahmininde yanılmamıştı.Kocasından dünya namına hatıra olarak kalmış ahşap masasında terleyen alnına aldırmadan iş işlemekteydi.Beyaz örtüsü melek yüzüne aksedince günün yarılandığı bile anlaşılamazken,ayrı kalmanın hüznü göz etrafındaki çizgilere fısıltı hüzmesi dağıtmıştı.Doyurucu hoşamedi olmasına olmuştu ama beyaz kanatlı ev sahibinde örtülmüş bir heyecanın külçesi vardı.Sanki duygu hançeresiyle cedelleşen ve içini açıp da dökemeyen mahzun bir insan görüntüsü hakimdi simasında.Rolünü de gizlice öyle üstlenmişti ki hiç belli etmiyordu.Etmek istememişti…
“Size biraz memleketimizin göze hitap eden leziz yerlerini gezdirelim,az sonra…Olur mu ?” dedi yengesi.Kurduğu cümlede yalnızlığa terk edilmiş “olur mu?” sorusu içini ezen bir isteksizliğin dışa aksedilmemiş kılıfıydı.Bunu fark edenlerden bir tanesi,yengesinin alnındaki boncuk gibi olan terleri görünce isabetin içerisine misafir olduğunu keşfetti.Yolculuk içerisinde yolculuk yapan bir insan olmak güzel hasletti ama karşısındaki insanı üzmüş olmanın ihtimali,reel düşünce yansımasını eğri kulvara taşıyabilirdi.
Yalnız kalan kovuşturulmuş soru emaresinin hemen akabinde,basiretin haklılığını ortaya döken gelişmeler peyda olmuştu.Yengesinin alnında misafirlerin tam olarak farkında olmadığı(bir kişi haricinde) boncuk boncuk ter damlaları oluşmuştu.Daha önce hiç böyle görmemişti onu.”Neyin var?” demekten ziyade,içini tetikleyen adımların da kuşatıcılığında koridordan ilerleyerek mutfağa gitti.Buzdolabını açmak istedi,kitap okumanın verdiği hazzın muhalif cephesindeki iç okuma hüznüyle..(buradaki iç okuma faydadan ziyade,faydayı yaşatmayı öngören yığındı)Aman Allahım..!Ne kadar da haklıydı,buzdolabında yemek yapmaya yarayacak malzeme fakirliği,gönül tokluğuyla cidal yarışına girmişti.Uzaktaki bir komşunun önce inanmak istemeyip de şimdi kulak kesildiği fısıltıya hak verir hale gelmişti.Belediye pazarına gidesi bile gelmeyen,hayata küsmüşlüğü çift tekerlekli meyve arabasına ısmarlayan,”ne gelirse” umudunu oğullarının iş yerlerine sessizce yudumlatan bir gönüldü artık o..!Sessizlik bu kadar mı gömülürdü toprağa?
Merhamet salkımları sulanmaya sulanmaya kifayet arzetmeyince,geriye bir ihtimal kalacaktı haliyle:hayatın gidişatına “rıza ve şükür” ölçüsünde sabretmek..
Dışarıdaki memleket gezisini(!) unutmuştu artık..gezseler de katışıksız tebessüm etseler de,aklı az sonra ikram edeceği yemek ziyafetinin buruk geçmemesindeki gayret törpüsündeydi.İçinden geçen sinema şeridi düşüncelerini,eve gelmeden önceki ilk kavşağın karşısındaki markette gerçekleştirmeliydi.Yengesine hissettirmeden ve alabildiğine şimşek hızıyla..İçindeki çakan şimşekleri ancak bu şekilde izale edebilirdi.
Dönüş vaktinin geldiği anlaşılmıştı muhabbet sakinlerinin dillerinde,çünkü akşam olmak üzereydi.Hal bu ya,yengemi arayan oğlu kavşağın karşı tarafında el sallamaktaydı.Birşey görüşeceklermiş gibi heyecanını elleriyle desteklerken,fırsatın köpük halinde su üstüne çıkmış olduğuna sevindi.Kalbi çıkacakmış gibiydi,bundan güzel bir mutluluk kıpırtısı mı olurdu günün yaşantısal kirpiklerinde..kirpiklerdi ıslanması gerekli olan:mutluluk ve hüzün terazisinde..
Anahtarı istedi yengesinden,siz görüşün biz eve gideriz dercesine..biraz bekletecekti misafirleri,çünkü kendisinin de yapacak işlerinin olduğu her halinden belliydi.Koşar adımlarla markete girdi ve kafasında tasarlamış olduğu malzemeleri sahiplenme şuuruyla aldı.Eve geldiklerinde ilk işi sessiz bir fedakar görüntüsüyle(öyle bir düşüncesi yoktu aslında) buzdolabının vazifesini dolu bir şekilde yapmasını sağlamaktı.
….
Ameliyat öncesi ve sonrası…geriye ne kalmıştı?Gizli gizli yapılan bir iyilik ve ellerin semaya kalkarken isteklerin boş çevrilmeyeceğine olan sarsılmaz güven..Gizli verilenle gizli yapılan,gizli bir hüzünle gizli bir sevinç katkısı o günün iri cüssesine sıkıştırılmıştı.Yengesiyle o anlamıştı evde olup bitenleri.Mazisinde armağan ettiği bir yeni ayakkabının okulda hissettiği sürura denk,yılların müstakbelinde telafi tabletleri göz kırpmadaydı.
Başarılı ameliyatın sırrında,herkesin O’na olan inancı ve tövbesi;insanlar arasındaki münasebet,muhtaçları görüp gözetme,bir kıvılcım da olsa şimşek hızıyla yaptığı iyiliği belli etmeme azmi..gerisi zaten çorap söküğü gibi arkasından geliyordu.
Ortanca kız yürüyordu.Hayatın bin bir renkli kavşağında,ağırlanmış olduğu hicran zulmünün sessiz kahramanından duymuş olduğu o duayı hisseder miydi ileriki zamanlarda,bilinmez ama,yürüyordu.Uçamayan kuştu talihsiz olan.Talihine erenler bir katre ağırlığınca sevinç duysalar da işin özünde dik durmanın şahsiyetli kalıbı vardı.
Çünkü o muhterem kadın,yengesi değildi…
Gürsel ÇOPUR