Akıncılara..!
Sen gerçekten kalemi yazmada zorlayacak bir “temsil” le çıktın karşımıza.Gerçek bu dedin,inanç burada dedin.Ardından gelenlere,her köşe başında yol gösteren mum oldun.Eridin,bekledin..ama sabrın erimedi,sabrın beklemedi.Bekleyemezdi de..Kanayan bir yara gibi de olsan,yılmadan zirvelere “hizmet” taşıdın.Demek ki himmetin âliymiş ki,Seni hep zirvelerde gördüler.Tevâzu kanatların yerlerde sürünse bile,ihlâsla açılıp kapanan yaşlı kirpikler hep yüceleri temâşadaydı.
Sen asırlar öncesinden bir parıldayan muştu halinde takdim edilecek hediyelerle gerilmiştin.İnanç pusulan buydu,vicdânî kıblen bu istikâmetteydi.Âhirzamanın tebessümüne mahzar olman da bu yolda çektiğin tatlı cehdlerinin ürünüydü.Sen bunu seviyordun,bunu istiyordun çünkü.Serhâtleri zorlamanda inci gibi gözüken hayatından kristaller halinde terler boşalıyordu.Belki Himalayalar’ın eteklerinde,belki Pasifik’te,belki de Anadolu’nun vefâlı kucağında..bunu şuan bilemiyordun ama o muştunun mutlaka gerçekleşeceğine azmin ve ümidin tamdı.
Batmayan ümitlerinin bağrında yeşerttiğin kardelenlerle Sen vardın..ama inan bir Sen vardın.Şahlanışa geçişinin adıyla vardın.Sırtında sadağın belki henüz yoktu ama,içinde yanıp tüten diğerkamlık meşalesi vardı.Feragâtın vardı.Sen bunlarla vardın,var olma düşüncesiyle.Uykularını delik deşik eden ve Seni uyutmayan bu düşünceydi.Bu düşünce Seni başka iklimlere,denizaşırı ülkelere gitmeye zorluyordu.Gerçek dirilişin bu düşünceyi hayatına aksettirmekle olacağını söyleyen içindeki ses,bu sesti.
“Bu bayrak burada yere düştü,buradan tutulup kaldırılacak ve başka diyarlarda da dalgalanacak” sözü Senin ilacın olmuştu.Oturduğun yerden Seni doğrultan bu söz olmuştu.Sana oturmak yakışmazdı,oturarak düşünmek Senin işin değildi.Sen ise bayrağın yere düştüğü yerden başladın .Yani düşmanın taarruzdan ümidini kestiği yerden..Düşman gemi azıya alıp muhalif rüzgâr estirse de Sen söğüt gibiydin.Yılmadın,yıldırılmadın.Çünkü Senin mefkûren vardı.Sen bir destandın,inan ki öyleydin.Sen bir Osmanlı’ydın!..Yedi iklimde koşturan buraklarınla medâr-ı iftihârımızdın.Bize yitirdiğimiz Cennetimizi tekrardan gülen çehresiyle elimize iade edecek olan Sendin.Temiz bahar beklentilerinde,her şeyin bu mevsimin rikkâtinde gelişmeye söz verdiği demlerde..ter-ü taze,kar gibi bembeyaz bir ümittin.İçimize rengarenk belirttiğin gökkuşağınla,temiz havaların müjdesini verdin.Kostüm değiştirmeyen kar çiçekleriyle..
Sen bir destansın demiştim ya az önce.Bunu hangi hislerle dediğimi Sen benden daha iyi anlamışsındır.Çünkü işin içinde Sen varsın;konuşmanla,konuşanları dinlemenle.İnan şu an Efendim(s.a.v.) hayatta olsaydı (saygısızlık yapıyorum O(s.a.v.) zaten hayatta..) Sen’den mutlu olduğunu ne veciz ifadelerle dile getirirdi.Belki alnından öperdi,belki sırtını sıvazlardı..belki de “Davranın çoğu gitti,azı kaldı!” ifadesiyle Sana gayret aşılardı.Ama mutlaka Sen’den memnun olurdu..belki de şuan da memnun olduğunu biliyorsun,bize anlatmak istemiyorsun.Onu Seninle O’nun (s.a.v.) arasında bir sır kabul ediyorsun.Belki de ileride açıklayacaksın.Zaman kulak kesilip dinleyecek,mekan kulak kesilip dinleyecek,mezardakiler de kulak kesilip dinleyecekler..Kimbilir Cennet Sana gülümseyen çehresini yaşayan dünyanda gösterdi ama Sen kabul etmedin.”Biraz daha bekle!” dedin;çünkü
dışa yansıyan hayatında Cennetin kokusu vardı.Bunu hissettiriyordun,hissediyordun.
Ufkundaki Taif engellerini hülyândan silerek kutlu hicretini yapmıştın.”Nâm-ı celil buralarda da şehbâl açsın” idealiyle hayatının ipine sarılmıştın.Aslında o sarıldığın sımsıkı bir “habl-ül metîn”di.İlahi yardım hizmet tâcını şereflendirirken,Sen bu rahmetten doya doya istifade etmiştin.Bu nimetin kıymetini bilmek de Sana düşüyordu.Mezar taşın “yedi kandilli süreyyâ” olup yeryüzüne inse de Sen,gözünü hayata kapadığın yerde dalgalanacaktın.Melekler Seni hep orada ziyaret edecek ve kıyamete kadar bu merasim devam edecekti.
Gürsel ÇOPUR