Dizi: SENİ TANIDIM İSTANBUL/7 İSTANBUL; HER KÜLTÜRE HER İNANCA HÜR ŞEHİR
İstanbul’u fethettikten sonra şehrin yedi tepesinden biri olan yerdeki Havariyun Kilisesi’ni muhafaza kaydıyla, Fatih Camii’ni yaptıran Fatih’in; -bir cümlede 70 kere Fatih desek yeridir diyebileceğim Hazret-i Fatih’in- torunu Yavuz Sultan Selim’in Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin üst tarafındaki ibadetgâhıyla mekânına varmadan önce, Fahr-i Kâinat Efendimiz (SAV)’in bir Hadis-i Şerif’lerini nakledelim; “Gelecekte size önderlik edenler mallarınızı gasbedecekler. Sizinle konuştukları zaman yalan konuşacaklar. Yaptıklarını fena yapacaklar. Kötü işlerini görüp yalanlarını tasdik etmedikçe sizden asla hoşnut olmazlar. Hakk’a razi oldukları müddet onlara hakkı veriniz. (Doğru olanı söylemekten çekinmeyiniz.) Haddi aştıkları zaman (yaptıklarını tasvib etmeyip) bu yolda öldürülen de şehiddir.”
Nereden nereye.. Kefereden cümle cemaat sayılıp, Fatih’in önünde kendiliğinden secdeye varanları; “Kalkınız!” diyerek haysiyete davet eden ceddin ihtişamını, hovardaca harcayan ve saltanatını hakir görenlerin, Cumhuriyet’in bütün feyz ve faziletine rağmen IMF önünde secdeye varışlarını bir Constantinus hesaplaşması gibi görüyorum. Bu, taşından toprağından bereket fışkıran münbit Anadolu’ya, bu zekâsından ilim ve irfan mekanikleri donatılan Anadolu’ya ne oldu da diz çöken acziyeti taklide yeltenir oldu.
Cevab işte burada, yukarıda.. Gelecekte bize önderlik edecekler ne yapacaklardı? Mallarımızı gasbedecekler, bizimle konuştukları zaman yalan konuşup, yaptıklarını fena yapacaklardı. Bugün böyle olmuyor mu? Bu yazıyı kaleme aldığım anlarda depremzede Afyon Sultandağlı halkının ızdırabının paylaşılacağı yerde yardım yapıldı, yapılmadı yalanlamasını dinliyorum. Depremin dehşetini dahi anlayamıyorum. Gelecekte denilen ekabirin geldiğini doğrularcasına yalandır-değildirlerle uğraşanlar, yalanları tasdik edilmediği için ne tez, hemen hoşnutsuzluğa düşüveriyorlar, bakınız!
Taberani (rh)’nin Ebû Sülâle (RA)’den rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif’in nazariyesinde Peygamber Efendimiz âhir zaman önderlerini tarif ederken, Defterdar Sarı Mehmed Paşa (1655-1717) da durumu kurtarmayı, fakir halkın sırtına yüklemeye çalışanları mükemmel bir tesbitle şöyle açıklıyor; “İşleri yürüten akıllıların giderleri karşılamak için, reâyâ fukarasının (fakir halkın) tahammüllerini aşan vergi toplaması, bir evin temelinden toprak alıp üstüne sarf etmeye benzer. Temelden alınan toprak ile (binanın) temel(in)e zayıflık gelir; yükü çekmeye kudret kalmaz. Üst’ün (yukarıdakilerin) büsbütün yıkılmasına ve harab olmasına sebeb olur.”
Şimdi Peygamber Efendimiz’in tarif ettiği âhirzaman önderliğinin alışageldiği, Sarı Mehmed Paşa’nın reâyâ fukarasından alınırken tahammülleri aşarsa bir evin temelinden alınan toprak üstüne sarf etmeye benzettiği vergiyi IMF’ye yedirmek üzere halktan almakta ısrarlı dalkavukluğu Allah(CC)’a havale edip Fatih torunu Yavuz’a dönelim.
Ayşe Hatun’dan (1470) doğma, hem dede, hem baba, hem de evlâd bakımından Osmanlı İmparatorluğunda çok önemli roller oynayıp yükselme devrini gerçekleştiren akrabalığa sahib Yavuz Sultan Selim Han, Fatih Çarşamba’dan Haliç’e doğru inişte, adını Tabbağ Yunus’tan alan Tabak Yunus Sokağı başında, kendisine ait caminin avlusunda medfun. İstanbul camilerinin ekseriyetinde onu yaptıranların adı banisi ifadesiyle geçiyor. İstanbul’un 5. Tepesi’ndeki Yavuz’a ait, Yavuz Sultan Selim Camii’nin banisi ise kendisi değil, oğlu Kanuni. Mükemmel bir revak gurubuna sahib Yavuz Sultan Selim camiini Kanuni padişahlığının 2. yılı 1522’de yaptırmış. Tabyaneler, İmaret ve Sıbyan Mektebi Külliyesi, bugün park özelliği taşıyan caminin bahçesinde tesis edilmiş. Etrafı; batısındaki Eğitim Parkı hariç yüksek duvarlarla örülü ve bahçe bu duvarlar seviyesinde. Cami de öyle.
Yavuz Selim’in bu yerden on on beş metre yükseklikteki bahçesinden Haliç’i seyrediyorum. Bursa Subaşısı Cebe Ali Bey’in sur kapısını kırdırıp, 29 Mayıs sabahı Konstantinepolis’e girdiği, dolayısıyla O’nun adının verildiği Cibâli semtinin yakınlarındayım. Ün versem ünüm gider ve döner gelir kendimde yankılanır. İşte Yavuz Selim böyle bir yerde. Zamanında Haliç’ten doğru camiye gelenlerin kullandığı Kırk Basamak Kapısı bu adette basamağı olduğundan böyle isimlendirilmiş. Tepeden tabana özellikle ine ine saydım. 67 Basamak geldi. Demek ki zamanla ya ilâveler oldu, ya da tadilatlar bunu gerektirdi ve basamak sayısı arttı. Yavuz Sultan Selim Camii’nin karakteristik yapısına ve bünyesinde barındırdığı şahsiyetlere değinmeden önce aşağılarda merakımı mucip olan bir yapıyı nakledeyim size..
Yavuz Selim’den Haliç sularına doğru baktığınızda gözünüze iki farklı şekil ilişiyor. Bunlardan birisi kıpkızıl tuğlalarla Bizanslılığı özendirici bir yapı istisnalığıyla ve çatı üstü şekilleriyle hemen Rum eseri intibaını veren Özel Fener Rum Lisesi. Bitişik nizamında bir de Yuvakimyon Rum Kız Lisesi bulunuyor. Binanı iç dizaynına hâkim olmak uğruna girip gezmedim, ama dış görünüşüne bakılırsa Osmanlı mimarisi karşısında eser ortaya koymak adına bu özel lisenin yapımında epey ter dökülmüşe benziyor. Hoş bir bina, fakat maddeten öyle. Yavuz Selim’den sonra Haliç’ten yukarı göze çarpan binalardan biri de bu özel lise. Bir diğeri semtin düzlüğe karıştığı aşağılarda ve Türk evleri arasında, 1452’nin Bizans’ına başkentlik yapan Fener’in Meşhur Rum Ortodoks Patrikhanesi. Girişinde bir kulübe ve emniyeti berkemal eyleme görevinde. Fakat Hançerli Panayia ve Ayios Yeorgios Rum Kilise Vakıfları aksine kapalılar.
Madem ki buraya kadar geldik, diyorum ki devam edeyim. Zira az ileride, bir de 1898’de yapılmış Bulgar Kilisesi taraflarında Haliç’e ramak kala Orahaim Rum Hastanesi, o köhne Balat evleri arasında Panayia Vleharna Ayazması Meryem Anavar. Ceddimin neyi varsa eser ve esami olarak öğrenirim düşüncesiyle sokak sokak dolaştığım yerler içinde Topkapı (sur içinde) Levon Vartunyan adına eğitim veren bir Ermeni ilkokuluna rastladım. Sonra adını sanını öğrenemediğim bir kiliseye de Belgradkapı’da rastladım. Bu kilise yakın tarihe, 1895’e ait. Bunların dışında Edirnekapı surlarına çok yakın yerde, Draman denilen muhitte kilise iken camiye çevrilmiş, daha sonra da Kariye namıyla müze yapılmış bir bina (yoğun yabancı turist topluyor. Bizimkiler de onları sömürmenin yollarını turistik eşya ticareti adı altında gerçekleştirir olmuşlar) Ki bu binanın içindeki çeşitli resim ve semboller tamamen Hıristiyanlığın temsilinde. Bizimkilerin ürettiği seramik, cam, tablo ve resimlerde de aynı temsili aynilik ve benzerlikler mevcut. Daha önce de III. Bölümde bahsettiğim Fethiye Camii ve müzesi ile Molla Zeyrek ve Molla Fenari İsa Çelebi camileri de zamanında birer Bizans manastırlarının kiliseleriymiş.
Şimdi denilecek ki, 324’ten 1453’e kadar 1099 yıllık Bizans mülkiyetinde olan Konstantinepolis’in sadece üç-beş kilisesi ve birkaç da okulu mu var. Hattâ bu birkaç okulun inşa ve faaliyet tarihi de 19. asra dayanıyor. Lâkin işin aslı bu değil. Bulunduğu sahibinden, daha doğrusu sahibleneninden mutlaka Kur’an Ehili bir hükümdarlığa devredileceği Hadis-i Şerif’le müjdelenen İstanbul, bu müjdeyi gerçekleştirmeye çalışanların 31. olan Hazret-i Fatih’in himayesine girdikten sonra elbette onun ahlâkı, karakteri ve Tevhid yolunda yürüme iştiyakiyle değişmeseydi ve yenilenip mukaddesatına kavuşmasaydı, hükümdarını komutanına tokat attıracak kadar hiddetlendiren bu fethin ne önemi kalırdı. İşte İstanbul’un Türk ve Müslüman bir milletin dedesi Osmanlı’ya gösterdiği medeni tahammülün tek ve istisnasız cevabı budur, izahı budur..
Ve yeniden dönüyoruz Yavuz Selim’e. Orada birlikte ziyaret etmediğimiz iki türbe bulunuyor. Yavuz Sultan Selim ile (1520) bu caminin güney cephesinde 341 yıl sonra, 1861’de buluşan Sultan Abdülmecid’in türbeleri. Türbe kapısından girdiğinizde önce Yavuz Selim’i ardından Sultan Abdülmecid’i ziyaret edeceğiniz bir hürmet sıralaması düşünülmüş sanki. 9. Osmanlı padişahından 31. Sultan Abdülmecid’e uzanan tarihi hakikat, bu ceddin önünde duaya durduğunuzda, adeta hayâle dönüşüveriyor. Çaldıran’lar, Ridaniye’ler nerede, Macar İsyanı, Eflak-Boğdan itilafı nerede, diyor insan kendi kendine. Keşke Yavuz’un babası II. Bayezid’e baskısıyla taht yine, padişahına kucak açıp, Bayezid’inden küslük görseydi de, Sultan Abdülmecid Batıl’lılaşma sürecinin hızlılığı içinde, Macaristan ilticalarıyla, ihtilafları görmeseydi diyor insan kendi kendine..
Ki II. Bayezid oğlu Yavuz Selim, bundandır bir adım önde..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.