- 1249 Okunma
- 20 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLDÜREN AŞK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
SEVGİLİ DOSTLAR ! BU ÖYKÜ, SİTE DOSTLARIMDAN SEVGİLİ MUSTAFA SAKARYA İLE ORTAK BİR ÇALIŞMADIR. KENDİSİNE TEŞEKKÜRLERİMLE :)
“ Seda ! Bu gece, gökyüzünde ne kadar çok yıldız var. Farkettin mi ? O yıldızlara gitmek ister miydin ? Ben, çok isterdim. “
“ Evet Zülal . Hiç farketmemiştim. Diğer gecelerdeki yıldızlardan çok farklı gökyüzü. Eski bir inanışa göre, yıldızlı gecelerde; genç kızlar, niyet tutup, uyuduklarında; aşık olacakları erkeği görürlermiş rüyalarında. Ben,pek inanmıyorum aslında fakat merak da ediyorum. Bu gece, bizde niyet ederek uyuyalım mı ? Deneyelim mi ? “
“ Ben de duymuştum. Aşk nedir bilmiyorum .Aşık olmak isterim.. Aşk uğruna ölünür bile diyorlar. İnsan bunun için ölümü göze alabilir mi ? Çok saçma geliyor bana aslında. Tamam Seda, gece uykuya dalmadan niyet edip uyuyalım. Çok merak ediyorum aşık olacağım erkeği görmeyi. Rüyamda olsa bile çok güzel olacak eminim. “
“ Şimdiden heyecanlanmaya başladım Zülal. Benim aşık olacağım adam alıp beni uzak diyarlara götürmeli. Çok sıkıldım bu mahalleden ve insanlardan. Hayatı onunla, farklı yerlerde gezerek geçirmeliyim. Tek düze bir hayat olmamalı. Baktığında, yüreğim hoplamalı yerinden. Gözümü kapattığımda bile gözlerimden görüntüsü gitmemeli. Böyle biri çıkar mı karşıma Zülal. Ne dersin ? “
“ Bilmem ki Seda; belki çıkar, belki çıkmaz. Belki çok uzaktadır, belki de çok yakınımızda. Aşk ! Gel beni bul. Seni tatmak istiyorum. Acı da çeksem, sevinsem de seni tatmak istiyorum. “
“ Ben de istiyorum. “
Saatler gece yarısını geçtiğinde, iki genc kız, beraber yattıkları daracık, tek kişilik divanda, dışarıdan yansıyan yıldızların aydınlığında, yüzlerinde tatlı bir gülümseme ile uykuya dalmışlardı bile...
Mesuttum. Hem de çok. Hayatın bana verilmiş en büyük ödül olduğunu ancak onu tanıdıktan sonra anlayabilmiştim. Güzelliği her erkeği derin hülyalara daldıracak kadar büyüleyiciydi Zülal’in. Bir yıl önceydi. Aynı mahallede oturuyorduk. Evlerimiz karşı karşıyaydı. Birbirimizi tanır, ama hiç konuşmazdık.
Bir gün mahalledeki ortak bir arkadaşımızın kına gecesinde kaderlerimiz karşılaştırmıştı bizi birbirimize. Sohbet etmiştik, hem de etraftaki erkeklerin kıskanç bakışları altında saatlerce. Çünkü ikimiz de ortak bir noktamızı fark etmiştik. Yazmak. O şiirler yazıyordu, bense hikayeler. Daha sonraki günler bu bahaneyle sık sık bir araya geliyor, o, heyecanla bana yazdığı şiirleri okuyor, bense içinde prenses olarak aslında onu yazdığım hikayeleri, hararetle anlatıyordum. Bazen liseli aşıklar gibi heyecanla bir pastanede buluşuyor, bazen de bir parkta, ağaçların altında. En romantik şiirler eşliğinde, duygu deryalarını dalıp gidiyorduk. Her buluşmamız artık normal arkadaşlıktan çıkıp, sevgili hüviyetine kavuşuyordu. O şiirlerini bana yaslanıp okurken; ben onun baş döndüren ten kokusunu içime, bütün hücrelerime çekiyor, çağla yeşili gözlerinde, baharlarla kucaklaşıyordum.
Günler böyle düşlerdeki gibi mutlulukla geçerken, içimde hala yenemediğim duygularda, her geçen gün daha çok dal budak sarıyordu. Zülal gibi bir güzellik abidesi, benim gibi bir ayağı sakat, yarım bir insana neden aşık olurdu ki! Acıdığı için mi? Yoksa şiir ya da yazma
konusunda benden istifade ettiği için mi? Bu düşünce beni sürekli bedbaht ediyor, fakat bu konu hakkında bir türlü Zülal’e bir şey sormaya cesaret edemiyordum.. Öylesine hassas ve kırılgandı ki, onu incitmekten kendimden soğutmaktan, kaçırmaktan korkuyordum. Zülal’in arkadaşları bile, onun gibi güzel bir kızın benim gibi sakat birine nasıl aşık olduğuna şaşırıyorlardı. Buna pek şaşırmayan tek insansa Zülal’in en candan dostu Seda’ydı. Bir keresinde o da şiirlerimizi, öykülerimizi dinlemek için buluştuğumuz bir pastanede bize katılmıştı. Ve Zülal’in lavaboya gittiği bir anda “Çok şanslısın Enver biliyor musun? Etrafında ona yanaşmak isteyen onca çocuk varken. O sadece seni seviyor ve deliler gibi aşık sana.” Demişti.
Artık neredeyse tüm zamanı beraber geçen iki sevgiliydik. O, en masumane, en saf hisleriyle bana yaklaşırken ben hala, içimdeki, beni kemiren şüpheyi atamıyor, benden daha yakışıklı birini bulup, beni her an terk edecek evhamlarıyla, bahtiyarlığıma kara lekeler düşürüyordum.
Bir zaman sonra içimde çağlamak isteyen aşk pınarlarına set duran o vesveselerden kurtulmuştum artık. Kurtulduğumda, ilk işim Zülal’e bir nişan yüzüğü almaya karar vermek olmuştu. Hem bu hediye, onun için ayrıca iyi olacaktı. Çünkü Zülal’in erkek kardeşi o gün askere gidiyordu. Üzüntüsünü azaltırdı. İçimde, bin bir bakir sevda türküleriyle; çarşıları geziyor, ona yakışan yüzüğü bulmak için çaba sarf ediyordum. Fakat, hiçbir yüzüğü onun o zarif parmaklarına layık görmüyordum.
Lakin….Lakin nereden bilebilirdim ki o günün benin için ömrümün en acı gün olacağını.
Çarşıda dolaşırken onu görmüştüm, yani sevinçten ayaklarım yerden kesilmiş bir halde kendisine yüzük aradığım sevgilimi, Zülal’i. Çarşıda teyzesinin işlettiği pastanede oturuyordu tek başına. Şaşırmıştım, sonra da şüphelenmiş.. Ve şüphelerim içimde bitmek bilmeyen evhamları doğru çıkarmıştı. Tam ben ona sevinçle ilerlerken, bugüne kadar hiç görmediğim boylu boslu bir adam benden önce Zühal’e yanaşmış, Deliler gibi kucaklaşmaya başlamışlardı. Bense o an, yüzüm kıpkırmızı olmuş, ihanete uğramış birisinin ıstırabıyla onlara bakıyordum. Birbirleriyle kahkahalar atarak sohbet ediyor, ellerini birbirine hasret kalmış iki sevgili gibi sürekli sıkıca tutup tutup bırakıyorlardı. Bu kahredici sahneye daha fazla dayanamayıp, yıkılmış bir şekilde eve döndüm.
Akşama doğru ben evde sürekli kendime lânet ediyordum. Haddimi bilmeden, böyle bir kıza aşık olacak kadar aptallık etmiştim. Nasıl da oynamıştı benimle. O’na olan aşkım gözlerimi kör etmiş, beni en rezil, en rüsva durumlara düşürmüştü. Bu elemler içindeyken evin telefonu çalmıştı. O arıyordu. Hem de utanmadan. O an ona bağırmak, çağırmak istedim. Aşağılamak istedim. Yapamadım. Tek diyebildiğim," Bir kaç günlüğüne köye gitmem gerektiği ve burada telefon olmadığını " söylemek olmuştu. Oysa köye gitmemiştim. Sabah-akşam içim kan ağlayarak, perdenin ardında o gösterişli çocukla, Zülal’in neşeli bir şekilde evlerine girip çıkmalarını seyrediyordum.
Bu yaşadığım acıya, kalbim daha fazla dayanamaz olmuştu. Virane bir şekilde, o semti terk ettim. Artık yaşayan bir ölüydüm. Ruhumda; hicran yarasının açtığı yaralardan oluk oluk kan akıyordu. Bazen günlerce evden dışarı çıkmıyor, kendimden geçene kadar içki içiyordum. Bazen de, içimdeki yanan kor ateşi söndürebilmek için saatlerce yağmurun altında sırılsıklam oluyor, ya da gecenin bir vakti deniz kıyısına gidiyor, dev dalgaların beni iliklerime kadar ıslatarak ateşi söndürmeye çalışıyordum.
Tam dört yıl geçmişti. O bana ihanet etse de onu hala deliler gibi seviyor, onun hayaliyle yanıp kavruluyordum.. Aklımda o… Kalbimde o….. Tüm benliğimde onun kokusu, sesi, içimi hoş eden neşesi vardı hep. Bir gün, içimdeki bu dayanılmaz hale gelen Zülal özlemine karşı koyacak gücüm kalmamıştı artık. Sakat ayağım beni onun oturduğu semte adeta sürüklüyordu. Ve kalbim her saniye sakat ayağıma durma, yorulma, hadi ona koş diyordu. Zülal’i yeniden görmek duygusu içimi yakıyordu. Uzun sakallı, derbeder bir sevgili olarak sokağın başına kadar girmeye cesaret edebilmiştim ancak daha fazlasına değil. O an Zülal’e sadece metreler kadar yakındım. Fakat yakın olsam ne olacaktı ki…Belki de o adamla çoktan evlenmişti. Bunları düşündükçe kalbim büzüşmüş, gözlerimden oluk oluk yaş akıyordu.
Bir ara yere oturmuştum bilinçsizce. Sonra, kendimi toparlamaya çalışarak; perişan bir şekilde ayağa kalkıp oradan uzaklaşmaya başlamıştım. Tam bu sırada birisinin bana kuşkuyla baktığını hissettim. Başımı ona çevirip baktığımda, bakan kişinin Seda olduğunu anladım. Yani Zülal’in mahalledeki en samimi kız arkadaşını. Ben de tanıyordum onu. Bana doğru ağır ağır yaklaşıp;
”Neden terk ettin onu” diye acı acı haykırıyordu” Bense aptallaşmış onu dinliyordum.
“Ben terk etmedim…Ben terk etmedim" Diyerek, ağlıyordum.
“Seni günlerce, aylarca aradı durdu Zavallı Zühal. Sonra içine kapandı. Kendi kendine konuşur oldu. Pencereden sizin eve bakıp hep senin adını sayıkladı. Sonra aklını yitirdi.
Akıl hastanesine yatırıldıktan bir hafta sonra kaçtı oradan. Cesedini kaçtığı günden bir gün sonra denizden çıkardılar..”
Bunları söylerken Seda hıçkırarak ağlıyor, ben olduğum yerde kendime lânetler okuyordum.
“Peki” diyordum aptalca bir şekilde “Kardeşinin askere gideceği zaman beraber olduğu adam kimdi ?”
“Ahmak” diyordu bana “Ahmak” O Zülal’in yurt dışından gelen teyzesinin oğluydu..”
YORUMLAR
Nermin Kaçar
kutluyorum her iki güzel kalemide
başarılı bir çalışma olmuş
saygılar
Nermin Kaçar
Nermin Hanımcığım ve Mustafa Bey her ikinize de böyle güzel bir yazıyı hazırlayıp paylaştığınız için sonsuz teşekkürler. Usta kalemlerin yazısını okumak büyük keyif. Sevgilerimle..
Nermin Kaçar
İki usta kaleme de tebrikler.Bazan görülen yanıltıcı olabilir, gerçekleri öğrenmeden karar vermek, çoğunlukla pişmanlık getirir.
Saygılarımla...
Nermin Kaçar
Eee ne demişler, atomu parçalamak, ön yargıyı parçalamaktan daha kolaydır.
Bu hikayede de aynı şey olmuş
Bir de usta kalemlerin elinden çıkınca, daha bir güzel olmuş
Her iki dostumu da yürekten kutlarım
Sevgilerimle...
Nermin Kaçar
iki usta kalem bir araya gelmiş ve yüreklerde
iz bırakan bir çalışma yapmışlar...
sonunda üzülsek de usta işi yazı okumanın
keyfini yaşadık
kutladım dostlar.
her dem saygımla
Nermin Kaçar
Nermin Kaçar
Offfffffff canım yaaa, oysa ki giriş bölümü ne güzeldi... Hatta ben de kendi kendime " dur sevgi, yıldızlı gecede sen de niyet et bakalım, ne çıkacak bahtına" diyordum...
Finalle öldürdün beni canım... Mustafa Kardeşim tartışmasız yazıda usta bir kalem ama s enin kalemin de, yüreğin gibi güçlü...
Kucak dolusu sevgilerimle...Her ikinize de...
Nermin Kaçar
Nermin Hanım gerçekten çok yetenekli bir kalem. Hayatın her türlü dramını başarıyla yazıya döküyor. Bu hüzünlü öykünün içinde ben de bir kaç satırla yer aldığım için mutluluk duydum.
Tebrik ve teşekkürler sizin için.