BİZ BİR miyiz !
Duygular anlatılamaz…
Bir insan;
- Üzgünüm… Der… Veya
- Mutluyum… Der…
Biz de sorarız;
- Neden üzgünsün? Ya da
- Neden mutlusun?
Sonuçta duyguları değil… O duyguya neden olan hal ve olayları bilmiş oluruz…
Üzgün olmanın ne demek olduğunu biz üzüldüğümüz zamanki hissettiklerimiz ile
anladığımıza inanırız… Ya da diğer duyguları…
O zaman karşıdaki insanın neler hissettiğine dair bilgimiz olur kendimizce…
Bildiğimiz kendi üzüntümüz veya mutluluğumuzdur…
Karşıdaki insanın duygusunu asla bilemeyiz.
Durum böyle olunca aslında her insan içimizde bizim duygu tanımlarımız ile tanımlanmış demektir…
Bir insana;
- Seni seviyorum… Deriz…
Sanırız ki SEVGİ o kimsede de aynı bizdeki gibidir…
Hakikatte ise öyle değildir…
Çünkü tıpkı parmak izlerimiz gibi… Gözbebeklerimiz gibi…
Kaderlerimiz de asla birbirine tıpa tıp benzemez…
Aynı ana-babadan, aynı koşullarda doğan aynı kişi değiliz ki…
Öyleyse Âlem’ de ne kadar da yalnızız aslında…
BİR başımızayız…
Zaten konuşmayı da aynı şekilde öğrenmiyoruz ki…
Bir çiçeği kopardığı için bir tokat yiyen çocukla…
Annesinin-babasının sevgi dolu sesi ile
- Bak yavrum bu güldür…
Şeklinde duyarak öğrenen iki çocuğun çiçeğe bakışı aynı olabilir mi!
Arkadaşlığı dostluğu;
Sevgi, saygı paylaşım, fedakârlık vb. olumlu duygular çerçevesinde öğrenen kimse ile…
Bir çıkar ilişkisi ile dostluk arkadaşlık kuran kimse;
“Dost” dendiğinde aynı şeyi mi anlar… Birinin aklında gönlünde nasıl bir duygu tanımı vardır… Diğerinde nasıldır bu…
Daha birçok örnek verilebilinir…
Hemen her konuda diğer insanlarla iletişimimizde aynı durum söz konusudur…
“ Bu kömürdür…” dendiğinde artık her kömür sesini duyuşumuzda içimizde o şekil
Canlanır ve kömür denilince ne dendiğini bildiğimizi sanırız…
Ama ” Bu kömürdür…” diyen kimse hepimiz için farklı farklıdır…
Ve onu duyduğumuz andaki hallerimiz duygularımız farklı farklıdır…
Onu söyleyen kimseler de her zaman aynı haleti ruhiye içinde değildir…
O zaman hepimiz kömürü bilsek dahi…
Kömür dendiğinde içimizdeki duygu hali hepimiz için aynı değildir…
- E tamam… Sonuç ne peki?
Denilebilinir belki…
Sonuç benim için ne ise sizin için de aynı değildir…
Öyleyse asıl sonuç şudur; Birbirimizi daha iyi anlamalıyız…
- Falan kimseye şöyle dedim bana kızdı…
Kızabilir… Çünkü dediğin şey sence iyidir, güzeldir ve sana göre kızacak bir şey yoktur…
Ama o kimse sana kızdı diye sen de ona kızarak araya iyice erişilmez engeller koyma…
Dediğin şeyin onu niye kızdırdığını anlamaya çalış…
Çünkü o seninle aynı hayatı yaşamadı…
Muhammed Mustafa Sav. Dediğimizde Ebu Cehil’ in gönlünde çirkin bir adam canlanır…
Sahabenin gönlünde ise nasıl güzeller güzeli olduğunu ancak onlar bilir…
Bir başkası O’ nu senin kadar sevmiyor diye hemen o kimseyi kötü belleme…
Sen iyiysen onun da iyi görmesi için uğraş… Ki senin gördüğün güzelliği görmekten mahrum olduğu için o kimseye acı, merhamet et…
Allah cc. dediğimizde…
O ZAT’ ı ile mutlak bilinemez olan Yüce Yaratıcı; Buyurur ki;
“ Ben kulumun zannı üzereyim… Beni nasıl düşünürse ona öyle muamele ederim…"
Öyleyse O Allah (cc) iken… Kulunun zannına kıymet veriyorsa…
Sen de hiçbir kulun zannını küçümseme…
Ki kulun bilebildiği ancak Allah’ ın bildirdiği kadardır…
BİZ BİR-iz diyoruz… Bunu neden yaşayamadığımızı anlamaya çalışıyordum…
Gönlüme bunlar düştü…
Bilemem ki bunlar sizin gönlünüze nasıl düşer… Nasıl anlam bulurlar…
HÂLimce…
30.06.2010 – 22:23
YORUMLAR
Bundan birkaç yıl önce Devlet Tiyatrosuna gitmiştim. Sahnede rol alan beş altı hanım mütemadiyen küfrediyorlar, argo konuşuyorlar, müstehcen espriler yapıyorlardı. Tiyatroda seyirci olarak kız lisesinin öğrencileri de bulunuyordu. O kadar üzüldüm ki o gece uyku uyuyamadım. Başrejisöre bir mektup yazdım, piyesten utandığımı, kız öğrenciler adına da kahrolduğumu anlattım. İki gün sonra bir cevap geldi, deniyordu ki “Verdiğin paraya üzülüyorsan gel biz sana başka bir tiyatronun biletini verelim.” Bu cevap da beni ağlatmıştı. “İşte böylece yitirdik kendimizi. 20. belki 40. yüzyılı bulduk. Siz hangi zamandasınız?” diyordu Fazıl Hüsnü Dağlarca. Olay bu. Artık temiz yaşayabilmek için, temiz ölebilmek için bir tek yol var, o da tasavvufun güzellikleri, teslimiyet, Hakka teslim olmak, bütün hayatı tek istisna olmadan insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle, eşyasıyla, cemadatıyla Muhammedi bir aşkla kucaklayabilmek. Başka bir yol göremiyorum.
diyor GÜZEL İNSAN SABRİ TANDOĞAN...
Paylaşmak istedim...
Kabul buyurun inşallah...
*
.Aziz Mahmud Hüdai hzleri ne güzel söyler:
Alan sensin veren sensin kılan sen
Ne verdinse odur dahi nemiz var
Hakîkat üzre anlayıp bilen sen
Ne verdinse odur dahî nemiz var
Size ve cümle dostlara selamlar.Cumanız mübarek olsun.
ebeda tarafından 7/2/2010 10:46:25 AM zamanında düzenlenmiştir.
halimkok
Bizim hayat tiyatrosu dediğimiz oyununda da utandığımız o kadar çok şey var ki...
Ölmeden bu oyundan çıkamaycağımız içn uğraşıyoruz ki...
Bari sahne güzel olsun, oyun güzel olsun, oyuncular güzel olsun.
Kimse utanmasın sonra... Ve "Keşke" demeyelim...
Yüreğinize sağlık...
Saygılar, selamlar ile...
Mükemmeldi anlatımınız ben kendi düşüncelerimi gördüm yazınızda haklısınız hem de sonuna kadar.. Cenazelerde hakkın rahmetine kavuşmuş kişiyi hayatında hiç görmemiş sırf arkadaşının yakını olduğu için gelen kişi de ağlar. Çoğu kişi üzülür arkadaşının durumuna ama büyük bir çoğunluğu da ya kaybettiği bir yakınını tekrar gözünün önüne gelir.. Ya da hastadır bir sevdiği ya ona da bu son gelirse ne yaparım düşüncesidir. Ya da ortada hiç birşey yokken bir gün ben de öleceğim ya da şu ölürse ben nasıl dayanırım. Aslında pek çok kişi kendini düşünür o anda..
Düğünlerde, merasimlerde, mezuniyetlerde pek çok yerde ki duygusallıklar çoğu böyledir bence..
Teşekkür ederim çok düşündürdü yazınız tebrik ederim. Saygılarımla..
halimkok
Hakikaten buyurduğunuz gibi. İnsan kendi hastasına kendi cenazesine ağlıyor.
Eşimi tanımadan önce annem hayata gözlerini yummuştu.
Ertesi sene eşim de anneannesinin hastalığı için gözyaşı dökerken…
Yatakta yatan anneannenin yerinde annemi görüyordum. Ve başlamışım ağlamaya.
Sen niye ağlıyorsun? Diye sorduklarında dedim ki;
- Anneanneye çok üzüldüm.
Sonra da içten içe rahatsız olmuştum doğruyu dememiş olmamın vicdani baskısıyla…
Efendim… Anlamak için mutlaka yaşamak gerekiyor.
“Tok açın halinden anlamaz” denmiş… Elbette anlamaz. Açlığı tatmamış ki anlasın.
Ama gelin görün ki anladığında da anladığı ancak kendi açlığıdır karşıdaki insanın da bunları hissettiğine inanır.
Bu hakikatin farkında olmak insanlarla iletişimizde ışık tutacaktır bizlere diye inanmaktayım.
Çünkü günümüzde en çok duyduğumuz şeylerdir şu şözler;
- Kimse beni anlamıyor…
- İnsanları anlamıyorum…
İnsanlar giderek yalnızlaşırken bir arada yaşayan eşler de aynı sıkıntıyı dile getirmekte.
- Eşim beni anlamıyor… Veya
- Eşimle anlaşamıyoruz.
Bu gibi nedenlerle de evliliklerin çok kısa sürede bittiğine şahit olmaktayız sık sık.
“Beni anlamıyor” diyerek ve suçu karşıdakinde zannederek işin içinden sıyrılmak
bir körlükten başka bir şey değil bana göre.
Bir HAKK DOST’ u Dr. Münir Derman der ki;
- İnsanı İNSAN İNSAN eder…
İNSAN olabilmek için birbirimize muhtacız. Bunu görmek lazım.
Teşekkürler ediyorum ziyaretiniz ve değerli görüşleriniz için.
Saygılar,selamlar ile…
Aysel AKSÜMER
Tebrikler.Yazının olumlu ve olumsuz yönlerini irdeleyeceğim.
Olumlu yönleri:Güzel bir konuyu ayrıntılarıyla irdelemişsiniz.Tanımlamalar var yazıda.Akıcı bir dil ve anlaşılır bir anlatım mevcut.
Olumsuz Yönleri:Açıklamalar bir iki yerde aşırı olmuş.Üç nokta yanlış kullanılmış.
Kaleminize ve emeğinize sağlık.Saygılar.
halimkok
Vakit ayırıp okumuş ve düşüncelerinizi bizimle paylaşmışsınız.
Ben de değerlendirme ve görüşleriniz hakkındaki düşüncemi belirteyim.
Ki birbirimizi daha iyi anlayabiliriz düşüncesi ile…
Üç noktanın yanlış kullanımı konusunda haklısınız...
İmla kurallarına dikkat ettiğimi söyleyemem...
Çünkü amacım ustaca bir yazı yazmak değil...
Bu yazı akşam yirmi dakika içinde yazılmıştır...
Ondan öncesi ne bir düşünce ne bir taslak çalışması vardır...
Ve hiçbir kelimesi ve noktası virgülü değiştirilmeden ilk yazıldığı haliyle kalmıştır…
Doğaçlama denilebilir belki...
Hani bir dostuna arkadaşına, sevgiline mektup yazarsın ya içinden geldiği gibi... Tıpkı öyledir benim yazılarım...
Fakat uyarınız için teşekkür ederim.
Elbetteki okuyucuları da düşünmek ve gerekli kurallara uymak durumundayım.
Fakat örneklerin tekrarlanması konusundaki düşüncenize katılmıyorum.
Çünkü anlatmak istediğim hususu değişik boyutlarıyla anlatma ihtiyacı ile örnekler çoğaltılmıştır… Ve her birörnekte farklı bir boyut vardır...
Birinci örnekte karşıdaki insan bize seslenmekte, duygularını, halini dile getirmekte (Üzgünüm, mutluyum)
İkinci örnekte biz karşımızdaki kimseye bunu yapmaktayız. (Seni seviyorum deyişimiz)
Üçüncüsü örnekte konuşmayı ve alemi öğrenmenin ilk yıllarındaki koşulların, imkanların hallerimizin tüm ömrümüz boyunca etkili olacağına dair bir vurgu var...( Bu çiçektir)
Dördüncü ve beşinci örnekte ise hepimiz aynı şeyi öğrendiğimizi düşünsek dahi neden aynı olamayacağına ve bunun nedenlerine dair bir vurgu var (Dostluk niçin herkes için aynı değildir ve "Bu kömürdür" örneği)
Sonraki açıklamalar ise bu nedenlerin ışığında birbirimizi nasıl anlamamız gerektiği ve
Nasıl yaklaşmamız gerektiğine dair kişisel düşüncelerim...
Bu doğrultuda bakarsanız bence konu aslında daha da zenginleştirilmeliydi…
Saygı ve selamlar ile…
Hemen aklıma Musa Aleyselamın çobanla olan hikayesi geldi, O ki bir peygamber.. O yüzden empati kurmak çok zor.. Hiçbirimiz aynı pencereden bakmıyoruz yeryüzüne.. İşimiz pek zor..
Severek okudum teşekkürler.. Hikayeyi de eklemeden geçemiyeceğim..
Musa Aleyhisselam bir çobana rastlar. Çoban şöyle dua etmektedir:
- Ey Allah'ım! Sen neredesin? Görsem de sana kurban olsam. Senin çarığını diksem. Saçını tarasam. Elbiseni diksem. Bitlerini ayıklasam. Sana koyunlarımdan süt sağıp versem. Sürümün hepsi sana kurban olsun.
Hz. Musa (a.s.) sorar:
- Kiminle konuşuyorsun öyle?
- Allah'ımla konuşuyorum.
Böyle konuştuğu için çobanı azarladı. Allah'la böyle konuşmak olur mu? dedi. Çoban bunu duyunca çok utandı. Utancından başını alıp koşarak uzaklaştı. Bunun üzerine Allah tarafından Hz. Musa'ya vahiy geldi:
- Ey Musa, kulumuzu bizden uzaklaştırdın. Biz söze değil öze bakarız. Dile değil kalbe bakarız. Gönülden geçen şeye bakarız. O kulumuz bize samimi olarak teveccüh ettiği İçin bizce onun hali makbul ve muteberdir, denildi.
Utanarak ve kendisini suçlu kabul ederek uzaklaşan çobana yetişen Hz. Musa, durumu anlattı ve Allah'ın kendisinden razı ve memnun olduğunu söyledi. Bu müjdeye çoban da ,memnun oldu.
.
halimkok
Hakikaten Hz.Musa (as) ile Çobanın kıssası en güzel örnektir bu konuya...
Çoban, kendinde en halishane şekilde sevgisini sunarken Rabbine...
Allah' ın Peygamberi dahi olsa (Allah' tan vahiy almadığında)
ancak kendi içindekini bilebilmekte...
Birine iyi güzel doğru olan diğeri için yanlış eksik olmakta...
Vakit ayırıp okuduğunuz ve değerli katılımınız için sağolunuz...
Saygılar,selamlar ile...