KENAR SEMTİN ESMER TENLİ ÇOCUKLARI
Soğuk bir mevsim ve ayaz bir havanın tüm sıcaklığımı alıp götürürken aklıma Ahmet geldi; ve sonra çocukluğumu hatırladım, yoksulluk içinde geçen günlerim ve mahpus gibi geçen bir hayat; evet hayat yoksullar için bir mahpushaneden ibaret. Kazanmak için biran önce büyümek ve kısa yoldan hayata atılmak gerekiyor diye düşündüğümü…
Ve büyümek için daha sekiz yaşlarımda ağır işlere başladım sırf zengin olmak için ve çekirdekten yetişme işadamı olma hayaliyle, tüm sınırları zorluyordum hayata ben de varım diyebilmek için.
Önce tenim esmerleşti sonra minicik ellerim nasırlaştı ve alın terim yüzümde kirli resimler bırakarak yüzüm mosmor oluyordu ama yorulmuyordum; çünkü adam olacaktım ve savaşıyordum, bu savaşta ne mermiler ne de cephanesi olan bir savaştı, yani hayata var olma savaşıydı, o akışkan terimde geleceğimi görüyordum tıpkı aynaya bakar gibi…
Ülkemin bir ücra coğrafyasında her çocukluğunu yaşamayan çocuklar gibi ben de erken büyüdüm, büyürken bile aklımda eksik olmayan bir çocukluk yanım kalmıyor değildi; ama büyümeliydim.
Ve çalışıyordum hep, bayram günleri de dahil olduğu yılın tüm günlerini pazarsız olarak çalıştım. Patronlar; 23 Nisan Çocuk Bayram’ında çalışmam için inadına alacağımı iki katına çıkarıp fazla mesai’ye yazdırıyordu ve unutturuyorlardı. Sağ olsunlar onların kazanma hırsından ben de faydalanmış oluyordum parasal olarak, yoksulluğumu yok etmek için çocukluğumu ve gençliğimi kiraya vermiştim zaten.
Bir gün Ahmet’le bahçede oynarken yanımıza şık giyimli ve varlıklı oldukları her halinde belli olan iki göbekli adam yaklaştı ve sordu bize:
“Çok para kazanmak ister misiniz?
Ben ve Ahmet bu teklifi hemen kabul ettik oracıkta.
“Evet, dedik.
“Öylese yarın ikiniz de ofisimize gelin orada işle ilgili bilgileri vereceğiz. Deyip arabalarına atlayıp gittiler, ardında kenar semtin tüm tozlarını kaldırarak…
Onlar gittikten sonra ben Ahmet’e
“Gözüm tutmadı bunları ben gelmeyeceğim ama sen istiyorsan gidebilirsin. Ahmet bana:
“Büyük bir fırsatı kaçırdığının farkında mısın? Başka bir alternatifim yok ve ben kesin gidiyorum. Dedi.
Ahmet hemen işe koyulmuş ve çalışmaya başlamıştı. Ahmet gün gün gelişiyordu ve cebinde bol parasıyla bize caka atıyordu. Ahmet işlerini büyütürken ben ise hala çalışıyordum bazen gitmediğime pişman oluyordum ama kendi kendime “ Helal olmayan parayla bir yere varılmaz” diyordum.
Ahmet önce bildiri dağıtmak ve yasal olmayan afişleri asıyordu ve hep yakalanıyordu polislere. Karakola alındığında “Bir daha asla yapmam diyormuş” ve polisler de çocuktur diye affediyorlardı. Bunları bana Ahmet anlatırken daha da işle ilgili detayları anlatıyordu bana, sırf beni de yanına almak için, ne de olsa çocukluğumuz aynı semte geçmişti ve nerdeyse kardeş gibi olmuştuk. Ahmet yakalanmadan bir gün önce bana dertleşmişti.
“Bu partiyi de kaldırdı mı artık bu işi yapmayacağım ve kazandıklarımı seninle hata tüm çocuklarla harcayacağız. Altıma bir araba, güzel bir ev alacağım. Demişti.
Arada tam yirmi yıl geçmişti, zengin olan sevgili arkadaşım kazandıkça benden uzaklaşmıştı ve hemen hemen son yılarda birbirimizi hiç görmemiştik.
Aslında Ahmet işi bırakmaya gönüllüydü ama patronları her defasında yüklü parayla kandırıyor ve her yasal olmayan işlerini ona yaptırıyorlardı. O da kazandıkça polislere verdiği sözü unutuyordu ve uzun süreden beri de yakalanmamıştı. Ahmet artık neyin yasal neyin yasal olmadığını çok iyi öğrenmişti ve son bir parti deyip hayaller kuruyordu, kendi kendine “Ben artık mahpusluğunu yırtım hayatın, artık bundan sonra hayatımı yaşayacağım ve tüm sevdiklerimi yanıma alır artık özgürlüğün tadını çıkaracağım” diye düşünüyordu.
Ahmet bir gün tam suçüstü yakalanmış ve ömür boyu hapis cezası almıştı. Ve iş işten geçmişti Ahmet çok kazanmıştı ama artık kazandıklarını yemeye vakti olmayacaktı; çünkü hayat mahpusluğundan kurtulmuş sanırken kendini üç duvar ve önünde demir parmaklıklar ardında bulmuştu. Gerçek mahpusluk işte buydu: Ömür boyu hapislik.
Bir dalınç içinde çocukluk anılarıma sarıldım, bir süre eski günlere, çocukluğumun kaldığı yerlere hafızamı yokladım. Gözlerim artık yakını göremez olmuş, kulaklarım artık işitmez olmuştu, sanırım tek sağlam kalan hafızamdı. “Düşlerim asılmıştı gökyüzüne hayata, düzlüğe çıkmak zormuş meğer”
Ben otuz yıl aradan sonra şimdi kırk yaşına basmıştım Ahmet’le yaşımız aynıydı. Soğuk bir mevsim ve ayaz bir havanın tüm sıcaklığımı alıp götürürken aklıma Ahmet geldi; o zengin bir tutuklu ben ise yoksul bir özgür adam. Ve çocukluğumu hatırladım gene, hatırlarken ölümü; ve yaklaşmakta olan ölüm hissi…
Yok olmak için doğarız sanki, hafızamdaki tek gerçek buydu, gerisi yalandı. Hayat kimine güzel yaşamayı kimini de kederi, zoru uygun görürmüş bana da kuru bir yaprak gibi orta tabakaya ait düşmek nasipmiş ama özgürlüğümle müthiş şanslı görüyordum kendimi yine de.
Soğuk bir mevsim aylardan Ekim ayı, bir akabenin sırt yamacında dünyanın tüm güzelliği karşımda ve alabildiğimce nefes alıyordum, çünkü özgürdüm.
KENAR SEMTİN ESMER TENLİ ÇOCUKLARI/ ÖYKÜ-2010
YORUMLAR
Tek kelimeyle harikaydı özellikle verdiğiniz mesaj herşeyin üstündeydi... Sizi başarılı şiir çalışmalarınızdan tanıyorum sanırım ilk kez düz yazınızı okuyorum. Bunda da çok başarılısınız.
Yazınız çok düşündürücüydü. Helal para yani alın teriyle kazanılan para en güzeli.. Farklı yöntemlerle elde edilen kazançla hayat çizgisi çok değişiyor gibi görünse de bir gün o çizginin sonu o kişilerin de sonu oluyor..
Dediğiniz gibi özgür olmak en güzeli..
Çok teşekkür ederim paylaşımınız için.. Yazılarınızı okumak çok keyifli.. Saygı ve selamlarımla on puanımı verip çekiliyorum sayfanızdan. Herşey gönlünüzce olsun...
AYSEL AKSÜMER tarafından 6/26/2010 10:45:50 PM zamanında düzenlenmiştir.