- 911 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GÖÇEBE TÜRK BOYLARININ DÜŞÜNCE YAPISININ DİVANU LÛGATİ’T- TÜRK’TEKİ MANZUMELERE YANSIMASI
- Bu yazım Temrin dergisinin "Kaşgarlı Mahmud Özel Sayısı"nda yayımlanmıştır-
Bir aydın ya da sanatkârın mensubu olduğu milleti sevmesi ve o milletin kültürel değerlerine sahip çıkması gayet tabii ve övülesi bir haslettir kuşkusuz. XI. yüzyılda yaşamış bir Türk bilgini, önemli bir dilbilimci olarak değerlendirebileceğimiz Kaşgarlı Mahmud bu haslete sahip tarihî bir kişiliktir. Divanu Lûgati’t - Türk (Türk Dili Kamusu) ve Kitabu Cevâhirü’’n-Nahv fi Lûgati’t- Türk (Türk Dilinin Sentaksı) adlı iki önemli eserin sahibi olan bu Türk aydını hakkında ne yazık ki yeterli bilgiye sahip değiliz. Üstelik eserlerinden sadece Divanu Lügati’t Türk günümüze kadar ulaşmıştır. Fakat bu tek eserdeki gösterdiği başarı onun adını Türk kültür tarihine ışıltılı harflerle yazdırmıştır.
Kâşgarlı Mahmud’un dil bilimi sahasında ve kültür tarihimizde tanınmasını sağlayan eseri Divanu Lûgati’t-Türk ansiklopedik bir sözlük özelliği gösterir. Kâşgarlı Mahmud bu eserini 1072-1074 yılları arasında Türk dünyasında yaptığı çeşitli araştırmaları bir araya getirerek tamamlamıştır. Tek yazma nüshası bulunan bu eser, Besim Atalay tarafından 1939-1941 yılları arasında Türkçe’ye çevrilerek 3 cilt hâlinde yayımlanmıştır.
Divanu Lügati’t Türk sadece Türk dil tarihi açısından önemli bir eser özelliği göstermemektedir. Aynı zamanda İslamiyet öncesi Türk kültürüne dair ipuçlarını da yansıtmaktadır. Bu eserde bulunan manzumeler gerek konuları, gerekse dikkat çekici fikirleri itibariyle önemlidir. Halk şiiri özelliği taşıyan bu manzumelerden yola çıkarak göçebe Türk boylarının kâinatla, dünyayla, insanla ve toplumla ilgili temel görüşlerine ulaşabiliriz. Düşününüz ki eğer bu değerli eser günışığına çıkmasaydı İslamiyet öncesi şiir geleneğimizle ilgili elimizde örnek bulunmayacaktı. Dolayısıyla da bu devirlerde yaşayan atalarımızın düşünce sistemini bu kadar ayrıntısıyla öğrenemeyecektik.
Kaşgarlı Mahmud Divanu Lûgati’t- Türk’te İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı’na ait sözlü edebî ürünlerden örnekler vermiştir. Konularına göre doğa şiirleri, aşk şiirleri, kahramanlık ve savaş şiirleri, destanlar, ağıtlar ve savlar olarak sınıflandırabileceğimiz bu metinler içerik bakımından incelendiklerinde bir devrin dünya görüşüne ışık tutmaktadır.
Divanu Lûgati’t- Türk’teki şiirlerden anlıyoruz ki göçebe bir hayat yaşayan, bu yüzden de doğayla iç içe olan eski Türk boyları baharın gelişini önemli bir tabiat hadisesi olarak değerlendirmektedirler. Bu şiirlerde baharın gelişiyle tabiatın canlanması rengarenk yüzüyle resmedilmektedir.
Bahar geldi kar suları
Aktı coşkun selleri
Doğdu Tan yıldızı
Dinle sözümü gülünmez
Çıktı bulut gürlüyor
Yağmur, dolu yağıyor
Rüzgâr onu sürüyor
z Nereye gider bilinmez
Kurt, kuş hepsi canlandı
Erkek dişi toplandı
Sürülerini alıp dağıldı
Artık ağıla girilmez
Türlü çiçek yarıldı
İpek döşek serildi
Cennet yeri görüldü
Soğuklar geri gelmez
Baharın geldiğini haber veren en önemli müjde dağ başlarındaki kar ve buzun erimesidir. Bulutların ilkbahar yağmurlarıyla gürlemeleri, kurdun kuşun canlanması, hayvanların ağıldan kurtulup özgürlüklerine kavuşmaları tabiata âşık Türk insanının hareketli ruhuna neşe kazandırmaktadır.
Bir başka şiirin iki dizesinde bahara ait bir gökyüzü tablosu oluşturulmuştur. “Kökşin bulıt örüşdi / Kayguk bolup egrişür” ( Mavi bulut yükseldi / Kayık gibi salınır) Bu sevinçli bir tablodur. Kış aylarında koyu renkli olan bulut baharın gelmesiyle göğün yücelerinde mavi bir kayık gibi salınmaktadır.
Ay kopup halelendi
Ak bulut yücelendi
Üst üste kümelendi
Saçılıp suyu inleşir
Birçok devirde çeşitli şekilleriyle Türk bayraklarında boy gösteren ay ve ayla bütünleşmiş olan beyaz bulutlar gökyüzünde güzel bir görüntü oluşturmuştur. Bu beyaz bulutların tek gayeleri yağmur oluşturmaktır.
Yaz ve kış Divanu Lûgati’t- Türk’teki bir şiirde karşılıklı atışırlar. Bu atışma aynı zamanda Türk insanının zihninde var olan yaz ve kış değerlendirmelerini yansıtır. Kış yaza hitaben şöyle der:
Yağmur kar kışın yağar
Yiyecek ekin onunla biter
Kötü düşman durgun durur
Sen gelince depreşir
Bu seslenişte Türklerin kış mevsiminin bereketin annesi olduğuna inanmaları aynı zamanda da düşmanların soğuk kış günlerinde saldırıya geçmedikleri için bu mevsimin güvenli bir ortam sağladığını düşünmeleri belirtilmektedir. Yaz ise kışa şöyle cevap verir:
Balçık çamur karışır
Yoksul düşkün büzüşür
Parmakları titreşir
Kıvılcımla güreşir
Yaz mevsimi fakirler için rahatlık demektir. Çünkü kışın yeterince ısınma imkânları olmadığı ve etrafı çamur sardığı için zor günler onları beklemektedir. Özellikle kışları çetin geçen bozkır ikliminde insanlar kış günlerinin soğuğundan korkmaktadır. Bu görüşe göre kış mevsimi fakir insanların yoksunluklarını daha acımasız hale getirmektedir.
Mavi firuze yarattı
Üstüne beyaz taş serpti
Dizildi karakuş yıldızı
Gece, gündüzü dolanır
Gecenin olmasıyla birlikte masmavi bir gökyüzü oluşur, bu maviliğin içine beyaz taşlar gibi yıldızlar saçılır. Gecenin gündüze, gündüzün ise geceye belli bir devr-i daim halinde dönüşmesi, izleyen kişide önemli etkileşimler uyandırır. Manzaranın güzelliğini ve gecenin muhteşem atmosferini yansıtan bu dörtlük tabiata ait her türlü unsuru önemseyen bir Türk hissiyatının varlığını ispatlamaktadır.
Divanu Lûgati’t- Türk’te bulunan şu beyitler oluşturuldukları dönemlerdeki Türk düşünce sistematiğinin tabiatla ilgili her türlü unsurun ne kadar önemsediğinin göstergesi niteliğindedir:
Bu ırmağın suyu dağı delerek gelir
Çevrede ağaçlar dizgin gibi biter
Korday kuğu orda uçup hepsi öter
Kuzgun, karga bağrışır, sesleri biter
Doğan alıp ata binip sığına yetişir
Geyik avlar, tazı yollar, tilki tutar
Parlak yıldız doğunca uyanarak bakarım
Cıvıldaşıp tatlı tatlı seslerle kuşlar öter
Irmakların suyu dağları aşarak gelmektedir. Suyun bereketi nedeniyle çevrede birçok ağaç yetişmektedir. Bu öyle doğru ve yerinde bir tespittir ki her türlü canlılığın en önemli kaynağı sudur. Ormanda kuğular öterek uçmakta, kuzgun ve kargalar bağrışmaktadır. Ve nafakasını avcılıktan çıkaranlar doğan kuşu yardımıyla geyik avlamaktadır. Etrafta birçok çeşitten canlı gezinmekte, sabahyıldızının doğmasıyla kuşlar tatlı tatlı ötmektedir. Her türden canlının bir arada, refah içinde ve özgürce yaşamaları; kendi varlığının sadece tabiatın varlığıyla daim olacağının bilincinde olan Türk topluluklarını mutlu etmektedir.
Divanu Lûgati’t- Türk’te aşk temalı şiirler lirik bir üslupla oluşturulur. Bu türden şiirlerde sevgilinin fizikî güzelliklerinin yanı sıra âşığı sevda ateşine düşüren nazı, bakışları, gözlerinin büyüsü, vefasızlığı da ele alınır. Sevgilisinden arzu ettiği ilgiyi görmeyen âşık gece uykularını terk eder, gündüzleri ise beti benzi sapsarı bir şekilde halk arasında dolanır:
Büyülüdür onun gözü
Konuktur onun özü
Dolun aydır yüzü
Parçaladı benim yüreğimi
Sevgilinin yüzünün dolunaya benzetilmesi geleneği bu dörtlükte dikkat çekmektedir. Sevgili yüzünün güzelliği ve gözlerindeki büyüyle seven kişiyi etkiler. Fakat sevgili aynı zamanda bir konuk gibidir. Ne zaman çekip gideceği belli olmaz. Bu sebeple de âşığının yüreğini parçalar.
Yakar beni o baygın göz
O kara ben, o pembe yüz
Yanağından güzellik damlar
Beni yakıp sonra kaçar
Âşığı yakan birçok özelliği vardır sevgilinin. Bunlardan biri baygın bakan gözleridir. Bir diğeri pembe yüzü, başkası ise yanağındaki siyah renkli benidir. Sevgili o kadar etkileyicidir ki yanaklarından güzellik damlamaktadır. Bu mısralardan yola çıkarak devrin güzellik anlayışını görmek mümkün olacaktır.
Gönlüm coşar kaynaşır
Evde onunla oynaşır
Gelip üstüme nazlaşır
Oynayıp beni yoruyor
Divanu Lûgati’t- Türk’ten alınmış yukarıdaki dörtlükte sevgilinin âşıkla bir oyuncakla oynar gibi oynamasından söz edilmektedir. Buna göre sevgili âşığın gönlünü coşturup onunla oynamaktadır. Fakat aynı zamanda naz ederek âşığını yormaktadır. Dörtlükten anlaşıldığı gibi sevgilinin istikrarsız davranışlarından şikâyet çağlar boyunca vazgeçilmez bir tema olmuştur.
Gözümün nuru beni bırakıp gitti
Giderken canımı alıp götürdü
Acaba o nerededir şimdi?
Beni uykudan uyandırıyor
Âşığın gözünün nuru kadar değerli olan sevgilisi bir gün çekip gider. Giderken de âşığın canını da alıp götürür. Ayrılık acısı ve sevgilinin nerede olduğunu düşünme hissi o kadar kuvvetlidir ki gizli bir el gibi âşığa dokunarak onu uykusundan eder.
Başını eğip bana göz etti
Gözümün yaşı gitti
Gönül yaramı sağalttı
Yolcudur, gelir geçer
Sevgili âşığa işaret yoluyla gönlündeki hislere dair ipuçları verir. Bu işaretleşmeler ve sevgili tarafından sevildiğini bilmek hissi âşığın yaralı gönlünü iyi eder, gözyaşlarını dindirir. Fakat sevgilinin yolcu tabiatlı oluşu, âşığın da bu gerçeği bilmesi dörtlüğün sonunda okuyucuda bir hüzün hissi uyandırmaktadır. “Sen seher yelisin gider gelmezsin / Gelsen bile burada baki kalmazsın” Bu mısraların şairi de aynı hüznü yaşamış olmalı gönlünde.
Aşk ateşi tutuşunca ciğer yürek kavrulur
Benim özüm bıldırcın, aşk ateşinde döner
Bu beyitte aşk ateşinin yakıcılığından söz ediliyor. Âşığın gönlü aşk ateşiyle yanmaktadır. Tıpkı ateşin yakma özelliğinin yanı sıra pişirme özelliğinin de olması gibi aşk da âşığın gönlünü çiğlikten kurtarmaktadır. Bu düşünce sistemine göre âşığın canını yakan aşk aynı zamanda da onu olgun bir insan haline getirmektedir.
Divanu Lûgati’t- Türk’teki manzumelerin birçoğunun savaşla ilgili olması dikkate değer bir özelliktir. Coğrafi açıdan dar bir mekâna yerleşmek istemeyen, sürekli yeni ufuklar peşinde koşan, dinamik bir yapıya sahip olan bir milletin şiirlerinde savaştan ve kahramanlıktan söz etmesi kadar tabii bir hal yoktur.
Hakan otağı kuruldu
Tuğ dikildi kös vuruldu
Düşman ot gibi biçildi
Beyi benden nasıl kaçar
Divanu Lûgati’t- Türk’teki savaş şiirlerinde otağlar kurulur, davullar vurulur, Türk otoritesinin birliğinin sembolü olan tuğlar dikilir. Svaşan Türk yiğitleri öfkelidir, kin doludur. Düşmanla tıpkı ekin gibi biçilir. Bu şiirler aracılığıyla Türk boylarına saldırma fikri olan düşmanların gözleri korkutulmuş olur.
Öfkem gelip uğradım
Arslan gibi kükredim Alpler başı doğradım
Şimdi beni kim tutar
Düşmanına saldıran Türk yiğidi savaş sırasında öfkeye kapılır. Arslanlar gibi korkunç sesler çıkararak hem öfkesini gösterir hem de düşmanına gözdağı verir. Karşısındaki düşman da en az kendisi kadar cesur ve güçlüdür. Fakat o, buna rağmen galip gelerek düşmanının başını gövdesinden ayırır. Yukarıdaki mısralarda resmedilen savaş sahnesi devrin kaba güce dayalı hayat görüşünü hem de henüz gelişmiş silahların olmadığı bir dünyada daima güçlü ve tehditkâr olmanın gereğini vurgular.
Şimdi uyandı uykudan
Neden sonra oldu pişman
Oysa kaçmıştı barıştan
Böyle eri kim yıkar
Divanu Lûgati’t- Türk’ten alınmış bu mısralarda savaş sonunda yenik düşen düşmanın son pişmanlığı anlatılmaktadır. Önceleri barışa yanaşmayan ve Köktürk gücüne kafa tutan düşman beyi geç de olsa gaflet uykusundan uyanmıştır. İçinde pişmanlık hissi oluşmuştur. Fakat artık elinde bir çaresi yoktur. Türk savaşçısı ona karşı anlayışlı davranmayacaktır. Aynı şiirin sonunda şöyle denmektedir:
Çalımla geldi üstümüze
İli ganimet oldu bize
Burada kaldı geldi dize
Bel bükülür ses biter
Savaşın başında Köktürklere saldırırken kibirli bir hali vardı düşmanın. Fakat yenilgiye uğradığında onun vatanı Türk savaşçıları için ganimet oldu. Beli bükülen, sesi kesilen düşman, karşısındaki güç karşısında dize gelmiştir zira.
Tangut hanı hile yaptı
Öldürerek tepeledi
Dostlar yenileni ayıpladı
Ölümü görüp rengi kaçtı
Yukarıdaki dörtlükte Tangut- Köktürk savaşı işlenmektedir. Bu manzumelerde anlatılan savaş X.yüzyıl sonlarına doğru Tangutların topraklarını genişletme çabasıyla başlattıkları bir savaştır. Bu savaşın sonunda Köktürkler galip gelmiştir. Batı Çin’de devlet kurmuş bir Türk boyu olan Tangut halkı bozguna uğratılmıştır. Tangut beyi bu savaşta hile yapma yolunu seçmiştir. Bu yüzden yenildiğinde çevredeki diğer halklar tarafından kınamıştır. Savaşı takip eden halkların Köktürklerin galibiyeti sonucunda ve dökülen kanlar karşısında gözleri korkmuştur.
Eren ve yiğitler birbirlerine seslendiler
Kızgın gözlerle bakıştılar
Bütün silahlarıyla savaştılar
Kılıçları kınlarına güçlükle sığdı
Yiğitler yetişip mızrakladılar
Yaralarını yeniden açtılar
Erler düşmanı yenip zengin oldular
Onların yiğitlerini yenip boğdular
Divanu Lûgati’t- Türk’ten alınmış olan bu iki dörtlükte bir galibiyetten sonraki tablo resmedilmiştir. Dikkat edilecek olursa Alp ve Eren sözcükleri bir arada anılarak hem devlet için hem de din için savaşma kavramları birleştirilmiştir. Öfkeli gözlerle savaşan, kılıçları kınlarına güçlükle sığan eren ve yiğitler savaşın sonunda yaralanmak pahasına kendileri gibi yiğit olan düşmanlarını yenmişler ve onların mallarını ganimet olarak alıp zengin olmuşlardır.
Divanu Lûgati’t- Türk’te Türklerin av eğlencelerini anlatan manzumeler de bulunmaktadır. Bu manzumelerde bozkır hayatıyla ilgili özellikler, şölen adı verilen av törenlerinin hazırlanış ve oluşum aşamaları, bu törenlerde ozanların kopuzları eşliğinde çaldığı ezgiler, oyunlar oynayan gençler, içilen kımızlar, oba halkının tören yerinde toplanmaları vb. unsurlar bir arada verilmektedir.
Doğan verip avlatalım
Tazıya av dişletelim
Tilki domuz taşlatalım
Erdem ile övünelim
İbriğin başı kaz boynu gibi
Kadeh dolu göz gibi
Gizleyip altta gamı
Gece gündüz sevinelim
Divanu Lûgati’t- Türk’te görülen manzumelerden eski Türklerin günlük hayatında avlanmanın ne kadar önemli yer tuttuğu gözlenmektedir. Bu hayat tarzında avlanmak hem gıda temini için, hem de eğlence için kullanılan sosyal bir etkinliktir. Avlanma sırasında kendilerine yardımcı olmaları için doğan, tazı gibi hayvanları eğiten Türkler bütün maharetlerini ve cesaretlerini uzun süreli çıkılan bu avlarda ispatlamaktadırlar. Aynı zamanda av aracılığıyla savaş talimi de yapmaktadırlar. Çıkılan avlardan sonra düzenlenen törenlerde ise dertlerini tasalarını bir yana bırakarak doyasıya eğlenmektedirler.
Gece kalkmış yürüyordum
Kara kızıl kurt gördüm
Sert yayımı kuradurdum
Kurt görüp tepeden ağdı
Kurt avına çıkmak Türkler için oldukça önemli bir gelenektir. Tabiattaki özgür yaşantılarıyla ve asil alışkanlıklarıyla kurtlar Türklerin her zaman ilgi odağı olmuştur. Bu anlamda kurt özgürlüğün, kendine güvenin ve gururlu bir karakterin sembolü olmuştur onlar için. Bununla birlikte bu kadar meziyetleri olan bir canlıyı kendi tabiatında alt etmek avlanan herkes için bir üstünlük vesilesi sayılmıştır. Karanlık bir gecenin ortasında bir kurt görmek ve onun peşine düşmek bu yüzden eski Türkler için vazgeçilmez bir tutkudur. Bu maceranın sonunda kurda karşı galip gelmek ise büyük bir zevktir.
Divanu Lûgati’t- Türk’teki manzumelerde hayat ve ölüm, dünyanın gelip geçiciliği, erdemli ve ahlaklı yaşamanın önemi, bir hükümdarda bulunması gereken özellikler gibi sosyal ve felsefi temalar da işlenmiştir.
Gelse eğer hakanım
Tamamlanır birliğim
Dağılmaz obam evim
Şimdi asker dizilir
Türk milleti çağlar boyunca devletine bağlı bir millet olmuştur. Divanu Lûgati’t- Türk’ten alınmış yukarıdaki dörtlükte de devletin birliğine duyulan inanç ve hakana duyulan sevgi, saygı hisleri verilmektedir. “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” misali Türk milleti bilmektedir ki evinin, obasının varlığı ve saadeti devletinin güçlü oluşuna bağlıdır. Devletin gücü ise askerlerine…
Konuk doyuran idi
Düşman püskürten idi
Boyun tutup kıran idi
Ölüm bastı, yere çaldı.
Türk kültürü ve düşünce sistemi çağlar boyunca gelişmiş ve değişmiştir. Bu kadar hareketli bir toplumun aynı kalmaması ve zaman zaman tamamen kabuk değiştirmesi anlaşılması zor olamayan bir haldir. Bununla birlikte bazı özelliklerimiz vardır ki Türk milleti var olduğu müddetçe değişmeyecektir. İşte yukarıdaki dörtlükte bunlardan en önemli ikisine değinilmiş. Bunlardan biri er kişinin, beyin ya da devlet adamının konuk doyuran olması gereğidir. İkincisi ise güç sahibi bir yöneticinin varlığına duyulan ihtiyaçtır. Zira düşmanı tükenmeyen bir milleti ya da topluluğu sadece karakter bakımından sağlam olan bir insan yönetebilir ve her türlü tehlikeden koruyabilir.
Zamane hep bozuldu
Zayıf, tembel güçlendi
Erdemin eti çürüdü
Yere değip sürtülür
Türk Edebiyatı’nın en bilinen ağıtlarından biri olan Alper Tunga Sagusu’ndan alınmış bu dörtlükte, halkı tarafından sevilen Alper Tunga’nın ölümünden sonra Türk törelerinin nasıl bozulduğu anlatılmaktadır. Adil ve güçlü bir hükümdar öldüğünde onun yerine geçenler eğer aynı güce sahip değillerse düzen bozulur. Haksız kazanç elde edenler çoğalır. Böyle bir toplumda erdemli kalmak da elbette ki güç olur.
Zamanın günleri hızla geçer
İnsanın gücünü zayıflatır
Dünyayı erden boşaltır
Ne kadar kaçsa er ölür
Dünyanın gelip geçici oluşu, zamanın acımasızlığı, ölüm mevhumunun her canlının ense kökünde sürekli kendisini hissettirmesi gerçeği şiire daima konu olmuştur. Divanu Lûgati’t- Türk’ten alınmış yukarıdaki dörtlükte de bu ruh hali yansıtılmaktadır. Gençlik yıllarında güçlü olan insanoğlu yaşlandıkça gücünü kaybeder. Dünya yerinde kalır fakat nesiller zamanın etkisiyle dünya sahnesinden gelip geçerler. Günümüzden binlerce yıl önce de bilinen bir gerçek vardır ki insan her şeyden kaçabilir fakat ölümden asla kaçamaz.
Tanrı’mı överim ben
Bilgiyi yığarım ben
Gönlümü bağlarım ben
Erdem ile dürülür
Atalarımızın erdeme verdiği kıymet verilmiş bu mısralarda. İnsanı insan kılan en önemli unsurlardan birisidir erdemli olmak ve erdemli kalabilmek. Dünyanın en değerli taşlarından, en parlak kumaşlarından daha gösterişli bir şey varsa o da erdemdir. Erdemli olabilmek için de iki anahtar miras bırakmış atalarımız bize: Bilgi ve iman. Bazı insanlar para yığmayı- biriktirmeyi- hedef edinirler kendilerine. Oysa bilgi birikimi kuşkusuz bütün maddi birikimlerden daha kıymetlidir.
İlkbaharın güzelliğine kanma
Sular üzre dayanma
Kötülüğe yeltenme
Dilden çıkar iyi söz
Divanu Lûgati’t- Türk’ten alınmış bu anlamlı dörtlükle bitirmek istiyorum yazımı. Çünkü bizler yüzyıllar ötesinden gelen bu vasiyetten şunu anlıyoruz ki aşkı önemseyen, tabiata sevdalı, daima bahar özlemiyle yaşayan, gerekirse savaşmaktan çekinmeyen, cesareti ve gücüyle düşmanlarının gözünü korkutan, devletine ve hakanına bağlı, dünyaya ve zamana bir filozof edasıyla bakabilen atalarımız bizlerden her koşulda iyi insan olmamamızı bekliyorlar. Bilinen bir gerçek vardır ki kötülük yapan insanlar ne bu dünyada ne de ötelerde mutlu olamazlar.
Divanu Lûgati’t- Türk’ü kaleme alarak eski Türk kültürünü bizlere ve bizlerden sonraki nesillere aktaran Kaşgarlı Mahmud’u, bu muhteşem eseri tarihin tozlu sayfalarından kurtaran Ali Emiri Efendi’yi, kitabı gözü gibi koruyup ilim dünyasına kazandıran Kilisli Rıfat Efendi’yi, günümüz Türkçesine yaptığı 3 ciltlik çevirisiyle Divanu Lûgati’t- Türk’ü daha doğru anlamamızı sağlayan Besim Atalay’ı hayırla yad ediyoruz.
YORUMLAR
Bu konuları severim ama okurken sıkılıp bir kaç yeri atladım.
Yazı edebi nitelikten çıkıp Akadamik ders niteliğine dönmüş.
Bilgiden ziyade şeyler görmemiz gerek.
Merak, hayret, şok, ya da yaşanmışlıkların tarih de olsa duygu yoğun anlatımı gibi.
Kendinizde yazının bir yerlerinde olursanız daha hoş olur.
Daha güzel ve akıcı yazılarınızı okuduğum için affınıza sığınarak bu uyarı nitelikli tenkidi yaptım.
Saygı ve selamlar.
hatice eğilmez kaya
fakat bu yazım bir deneme değil makaleydi
buyzüden bir parça ağır ifadeli oldu...
Temrin adlı bir edebiyat dergisinde yayımlandı
yazı ve şiirlerinizi yayımlatmak isterseniz bu derginin iletişim adresini size verebilirim
Temrin benim için bir dergi değil bir aile oldu Edebiyat Defteri'ndeki bütün arkadaşlarımı orada görmek isterim...